Olaylar Ve Görüşler

Çevre düşmanı şirketlerle nasıl mücadele edilmeli?

15 Ağustos 2019 Perşembe

Çokuluslu şirketler doğayı yok ederken hangi ortak kurumsal stratejileri uyguluyor? Peki, biz onlarla mücadelede hangi stratejileri devreye sokmalıyız?

ABD’li dev bir mühendislik şirketi, uydurma bir isimle Bolivya’ya sızıp, büyük bir kentin şehir suları işletmesini devralıyor. Kanada merkezli bir madencilik şirketi, El Salvador’daki altın rezervlerinin kontrolünü, içme suyunu zehirleme pahasına ele geçirebiliyor. İtalya merkezli bir enerji şirketi de, Kolombiya’daki bir vadiyi sular altında bırakıp, binlerce insanın yaşamlarını ve topraklarını dev bir hidroelektrik santral projesi ile yok ediyor.
Peru’daki gümüşten, Ekvador’daki petrol, gaz ve Bolivya’daki lityuma kadar, Latin Amerika toprakları altında yatan servet için yarış devam ediyor. Büyük çokuluslu şirketler bu yarışta, aşağıdaki ortak kurumsal stratejileri uyguluyor:

Halkla ilişkiler
Latin Amerika’nın doğal kaynaklarını yağmalayan çokuluslu şirketlerin ilanlarını okurken, onları Birleşmiş Milletler’e bağlı ajanslardan biri zannedebilirsiniz. Zira çokuluslu şirketler de imajlarını, faaliyet yürüttükleri ülkelerle uyumlu şekilde yönetiyor. Bu nedenle hepsi, iyi hazırlanmış bir kurumsal halkla ilişkiler mesajına ihtiyaç duyuyor.
Örneğin İtalyan enerji devi ENEL, Kolombiya’da küçük çiftçilerce kullanılan 82 kilometrekarelik bir tarım alanının önemli bir kısmını yok edecek devasa bir hidroelektrik santral projesi hayata geçiriyor. Ancak şirket, ortaya koydukları projeyle eğitim ve istihdamı teşvik ederek insanların yaşam kalitesini artırmak istediklerini iddia ediyor.

Hükümetleri etkilemek
İsviçre merkezli çokuluslu Glencore Xstrata ortaklığı Peru’da, on yıldan fazla bir süredir bakır, demir cevheri ve diğer minerallerin izini sürüyor. Modern madencilik işlemleri çok miktarda su gerektirdiğinden su kaynakları arsenik, talyum ve kurşun gibi kimyasallarla kirletiliyor. Andean kentinde de tam olarak bu oluyor; maden suyu, kullanım sonrası bölgedeki bir nehre akıtılıyor.
Ardından Glencore, çevreye dönük yasal düzenlemelerin hedeflerine ulaşmada engel teşkil etmemesi için bir lobi kampanyası başlatıyor. Bununla da kalmayıp, kampanyayı yerel bir sanayi derneği ile perdeleme yoluna gidiyor. O sanayi derneğinin görevi ise kampanyayı, milletvekillerine yönelik yoğun bir ulusal medya kampanyasına dönüştürmek.
Kampanya üstü kapalı şekilde şu alt mesajı veriyor: Glencore’un da dahil olduğu madencilik faaliyetlerinin doğurduğu çevresel sonuçları azaltmayı hedefleyen yasal düzenlemeler, “ülke ekonomisini yavaşlatıyor.”

Kurumsal işgal
Gerçekte sözünü edeceğimiz, “kurumsal işgal”in boyutları, çevresel onayların verildiği ofislerin çok ötesine geçiyor. Zira bu şirketleri yönetenler aptal değil. Kamuoyunda kendilerine yönelik oluşan öfkenin kısa sürede protesto gösterilerine dönüşeceğini biliyorlar ve savaş hattı ofislerden sokaklara taşındığında, polisin kendi taraflarında olacağını garanti altına almak istiyorlar.
“Cochabamba Su İsyanı” sırasında hükümet olağanüstü hal ilan etti ve protestoları şiddetle bastırmak için sokaklara asker ve polis gönderdi. Peru’da polis, Glencore da dahil olmak üzere bir düzineden fazla şirkete ücretli özel güvenlik hizmeti sağlamak için bir dizi anlaşma imzaladı. Bu durum, Latin Amerika’da çevre savunucusu olmayı dünyadaki en tehlikeli işlerden biri haline getirdi.

Uluslararası mahkemeler
ABD mühendislik devi Bechtel’in, Su İsyanı ile Bolivya’dan kovulmasının ardından şirket konuyu Dünya Bankası’na bağlı bir uluslararası ticaret mahkemesi olan, Uluslararası Yatırım Anlaşmazlıklarının Çözüm Merkezi’ne (ICSID) taşıdı ve Bolivya halkına karşı 50 milyon dolarlık tazminat talebi içeren bir davayla misilleme yaptı.
Kanada merkezli bir madencilik şirketi olan Pacific Rim de, El Salvador’da sürdürdüğü altın arama faaliyetlerine devam etmek için gerekli olan izinleri reddedildiğinde aynı yolu izledi ve ICSID aracılığıyla açtığı davada 250 milyon dolar tazminat talep etti.
Bu gibi davalarda şirketler yalnızca yatırdıkları gerçek fonların iadesini değil, kazanmayı umdukları ve bir ülkenin seçimi sonucu reddedilen kârları da talep etmeye hak kazanırlar. Bazı örneklerde davalar kazançlı bir pazara dönüşmüş; davacı şirketler, dava devam ederken yatırımcılara hisse satışı yapıp daha sonra kârdan pay almalarını sağlamıştır.
Bechtel’in Bolivya’daki yan kuruluşu, Cochabamba kentine yalnızca 1 milyon dolar tutarında yatırım yapmış, ancak kârını kaybettiğini iddia ederek, karşılığında 50 milyon dolar talep etmiştir. Bu davalara taraf olan şirketler için yasal süreç kazankazan prensibiyle işlemektedir.

Golyat’ı yenmek
Günümüzde çevreciler doğrudan, doğa düşmanı şirketlerin üst düzey yöneticilerini hedef tahtasına oturtmaktadır. Demokrasi Merkezi adlı sivil toplum kuruluşunun, Bechtel davasında 2000 çevreciye, şirketin CEO’su Riley Bechtel’in kişisel e-postasını vermesi buna ilişkin güzel bir örnektir.
Bir diğer olayda, ENEL adlı şirket, dev hidroelektrik santral projesine karşı çıkan muhalifleri cezai kovuşturmalara boğarken, çevreci müttefikler şirket CEO’sunu Twitter yayınlarıyla hedef aldı. Her iki durumda da eylemler şirketleri teslim olmaya zorladı, çünkü CEO’ların itibarlarına gelen zarar, katlanabileceklerinin çok daha fazlasıydı.
Son olarak, bu tarz durumlarda uluslararası dayanışma esastır. Zira yerel çevreciler, uğraştıkları kurumsal aktörler hakkında bilgiye ve söz konusu aktörleri kendi evlerinde sıkıştırabilecek müttefiklere ihtiyaç duymaktadır.

James Shultz, The Ecologist
Çeviren: M. Birol Guger



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları