Olaylar Ve Görüşler

Cumhuriyet Gazetesi ve Yunus Nadi Üzerine - Osman Selim KOCAHANOĞLU

16 Ocak 2021 Cumartesi

Cumhuriyet gazetesinde Yunus Nadi Ödülleri’nin 76. yılı nedeniyle bir duyuru yayımlandı. 2011 yılı Yunus Nadi Ödüllü biri olarak, bu kısa yazıyla biz de gazetenin kurucusu Yunus Nadi'yi anma ve vakıf başkanı Dr. Alev Coşkun’u kutlama bağlamında bu yazıyı kaleme alıyoruz…

Lozan’ın kurtlar sofrasında Lord Curzon, İsmet Paşa’ya Sizin rejiminizin adı nedir, başkentiniz neresidir?” diyor, o da susmak zorunda kalıyordu. Bunun cevabını Lozan imzalandıktan üç ay sonra Mustafa Kemal verecek, başkentimiz Ankara, rejimin adı da Cumhuriyet olacaktır... Cumhuriyet aynı zamanda bir gazetenin de adı olacaktır…

Cumhuriyet gazetesi, 7 Mayıs 1924’te Yunus Nadi tarafından kuruldu. Adını da Atatürk koydu. 97 yıldır yayınını sürdüren Cumhuriyet, aynı zamanda misyonuyla da üzerinde durulacak bir gazete. 

YENİ GÜN’DEN CUMHURİYET’E

Cumhuriyet aynı zamanda Atatürk, Cumhuriyet ideolojisi ve Yunus Nadi ile özdeş bir gazete. Bir okul işlevi görerek tezgâhında nice yazarlar yetiştirmiştir. Muğla/Fethiye doğumlu Yunus Nadi (1880-1945) Galatasaray ve Hukuk Mektebi’nde okurken genç yaşlarda gazeteciliğe başladı. Gençliğinde İttihat ve Terakki’ye girerek 1912 ve 1914’te iki dönem Meclis-i Mebusan’a Aydın mebusu seçildi. Mondros Mütarekesi ardından kendi gazetesi olan Yeni Gün’ü çıkarmaya başladı (2 Eylül 1918). Son Osmanlı meclisinde (1919) Müdafaa-i Hukuk Grubu’ndan İzmir mebusuydu. Meclis, 16 Mart 1920’de basılınca aynı gün Yeni Gün gazetesi de kapatılmıştı.

Yunus Nadi, Malta sürgününe uğrayanlar arasına katılmadı, ama İstanbul’da da hayat kalmamıştı. Mustafa Kemal, 19 Mart 1920 genelgesiyle Ankara’da bir meclis açılacağını duyurunca Ankara yolunu tutarak onun karargâhına yerleşti. Bundan böyle Halide Edib ile karargâhın basın danışmanı gibi çalışacaklardı.

Refik Halid Karay ve Ali Kemal gibileri, Ankara’da toplananları “Sivas kuzuları, Ankara keçileri, Bolşevik tosunları” diye küçümsüyordu. Yunus Nadi, Yeni Gün gazetesini Ankara’ya taşıyarak (10 Ağustos 1920), Milli Mücadele’nin kalemşoru oldu. İkinci dönemden itibaren dört kere daha Muğla mebusu seçildi. TBMM komisyonlarında çalışarak Milli Mücadele’nin hem destekçisi hem ruhu oldu. Örneğin Cumhuriyetin ilanı ve hilafetin kaldırılmasında Teşkilat-ı Esasiye Komisyonu (Anayasa) başkanıydı. Cumhuriyetin ilanından sonra Yeni Gün’ü tekrar İstanbul’a taşıyarak (7 Mayıs 1924) kavgasını CUMHURİYET adıyla sürdürdü.

ROBESPİERRE GİBİ

1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmış, 17 Kasım’da Vahdettin kaçmış, 18 Kasım’da Abdülmecit Efendi halife seçilmiştir. Muhalifler halifenin Ankara’ya getirilip biat edilmesini, devlet başkanı yetkisi verilmesini istiyordu. Mustafa Kemal, ilk ihtilalci tavrını 18 Kasım celsesinde medrese kafası için koydu: Böyle giderse korkarım, bazı kafalar kesilecektir…”

Yunus Nadi’nin devrim havariliği de işte bugünlerde kabardı. 26 Kasım 1922 tarihli Yeni Gün gazetesinde, Yeni Bir Cidal Devri” yazısıyla, saltanatçı ve hilafetçileri beş on kılıç artığı ve köhne saltanatın bakiyet’üs süyufu” diye niteliyor, şöyle devam ediyordu:

...Türk milleti kendi istiklalini kurtarmaya çalışırken düşmanların en alçağı halife ve sultan onlarla birleşmiştir. Hal böyleyken sultan ve padişah isteyen sefil ruhlar bulunacağını farz ettiren bazı emareler var. Ve biz biliriz ki onlar kendi kanlarında boğulacaktır…”

Saltanatın kaldırıldığı 30 Ekim 1922 oturumunda yenilikçilerle saltanatçılar berabere kalmıştı ama Yunus Nadi, sanki Fransız İhtilali’nin Danton ve Robespierre’i gibiydi: Fikirler uğruna kesilmiş kafaların isterseniz istatistiğini verebilirim” diyordu.

Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey,  Yeni Gün gazetesine paçavra derken Yunus Nadi de hilafetçi takıma sesleniyordu: ...Şer’ ile davamız vardır demek, şeriat isteriz demektir. Artık şer’ ile davamız yoktur. Ba’dema şeriatımız mahfuz, milli hayatımız ise mukaddestir…”

KOPUŞ BAŞLIYOR

13 Ekim’de Ankara'nın başkent yapılması, kopuşun ilk simgesiydi, fakat devletin adı belirsizdi. Devlet-i Osmaniye mi olacak, başka bir isim mi verilecekti? O günlerde Mustafa Kemal’in üç yabancı konuğu olacaktı. Biri Winer Neue Freie Peresse gazetesi muhabiri Jozef Hans Lazar. İlk cumhuriyet kelimesini ona verdiği demeçte kullandı (27 Eylül 1923). Diğeri Amerikalı Isaac F. Marcosson’dur. O da Sarışın Paşa’yı “...Kan ve demirden yapılmış yenilmez bir insan, Doğu’nun Bismark’ı, yüz hatlarıyla demir maskeli yenilmez birine benziyor...” diye tanımlıyordu (20 Ekim 1923).

Üçüncü ziyaretçi ünlü tarihçi Arnold Tonybee’dir. Ege taraflarını dolaşıp İstanbul'a gelmiş, Halide Edib kanalıyla randevu alınmıştı. Ankara'ya geldi. İlk defa karşılaştığı Sarışın Paşa’yı şöyle tanımlar:

“... Leibniz’in açıklamalarına göre monadik bir beyne sahip birinin yanında olduğumu anlamıştım. Atatürk, belirli bir süreç içinde sadece tek bir düşüncenin peşinden giden bir yapıya sahipti. Türk insanının milli kurtuluşa ermek için imparatorluktan vazgeçip tüm enerjilerini, kenara bıraktıkları bahçelerine yöneltmesi gerektiğini fark etmişti…”

‘YAŞASIN CUMHURİYET’

1923 yılının ekim sonunda Ankara bir doğum sancısı içindeydi. Doğum normal mi yoksa arızalı mı olacak, doğan çocuğun adı ne olacaktı? Mustafa Kemal, 28 Ekim akşamı Çankaya’da topladığı arkadaşlarıyla noktayı koymuş, TBMM'de yarın Cumhuriyet ilan edilecekti. Medrese öğretisinin sandığı gibi o gün masada ne aslan sütü vardı ne iki AYYAŞTAN” biri... İslam dünyasının ilk defa göreceği Cumhuriyet devrimi konuşulmuştu.

Kanun teklifi önce CHF grubuna getirildi. İlk sözü İstanbul mebusu tarihçi Abdurrahman Şeref Bey aldı: ...Arkadaşlar, hükümet şekillerini saymaya hacet yoktur. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Kime sorarsanız sorunuz, bu Cumhuriyettir. Doğan çocuğun adıdır. Ama bu ad bazılarının hoşuna gelmezmiş, varsın gelmesin…”

Bir çevirme taktiği ile baskına uğrayan hilafetçiler, Trikopis gibi Mustafa Kemal’e teslim olmuşlardı. Teklif öğleden sonra genel kurula gelince ilk sözü anayasa komisyonu reisi Yunus Nadi aldı: .. Teşkilat-ı Esasiye Kanunumuz hâkimiyeti bilâkaydüşart millete vermiştir. Bunun adı Cumhuriyyet usulüdür. Hükümet şekli Cumhuriyet olunca TBMM reisi de reisicumhur olacaktır….”

Ardından Türkocaklı Mehmet Emin Yurdakul söz aldı. Gür sakallı nurani yüzünden salona gür sesi yayılıyordu. “Şu aziz saatte ben Cumhuriyetin ruhu önünde tazimen kıyam ederek üç kere Yaşasın Cumhuriyet diye hükümetin taziz edilmesini temenni eylerim” dedi. Bu teklif üzerine üç kez ayakta Yaşasın Cumhuriyet diye bağırıldı.

ÖFKEDEN ZİYADE REDDEDİŞ

Cumhuriyetin nabzı Ankara’da, 600 yılık feodal teokrasinin kalbi halen İstanbul’da atıyordu. Yabancı sermaye orada, ilim irfan matbuat orada, para-pul, şan-şöhret orada, Bizans entrikası da oradaydı. Velid Ebüzziya Tasvir-i Efkâr'da yazıyordu: ...Beyler bu mühim bir kararı bu meclisin almaya hakkı yoktur, üç beş şakşakçı, iki fırıldakçı, bir tane hilekâr Ankara’da toplanıp meclisi kandırmışlardı…”

İttihatçı modernisti şu bizim Hüseyin Cahit de Tanin’de kükrüyordu: ...Bir idareye cumhuriyet demekle işler çözülmez, Latin Amerika diktatörlükleri de cumhuriyettir... Cumhuriyet alkışla yaşayamaz, cumhuriyet bir tılsım değildir, meclise bir afsun yapılmıştır.” (Bu Hüseyin Cahit, yıllar sonra CHP'ye kapılanacak, DP ve Menderes hegemonyası yüzünden 80 yaşında hapislere girecekti.)

İstanbul mütegallibesinin bu kalemşorları için Yunus Nadi Bey gene kaleme sarıldı, İttihatçı Hüseyin Cahit’i kapkara irtica hezeyanından gelen ve ‘Derviş Vahdeti’ ruhunu hortlatan adam” diye suçladı. Yazısında noktayı şöyle koyar:

...Sözümüz Hüseyin Cahit Bey’in ve halifenin hoşuna gitmemişse geri alınacak lafımız yoktur.” Yunus Nadi Bey'in Cumhuriyetin, kurucu devrimlerin ve tarihin kayıtlarına geçmiş bu öfkeli cümlesi bir reddiye olup halen sindirilebilmiş değildir... 

OSMAN SELİM KOCAHANOĞLU
ARAŞTIRMACI/YAZAR



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları