Ülkemizin büyük kısmı aktif deprem kuşağında ve sıklıkla depremi yaşıyoruz ama esaslı bir deprem master planımız yok. Deprem öncesi alınması gereken önlemler, deprem anında yapılacaklar ve deprem sonrası yapılması gerekenleri tüm kişi ve kurumların esaslı olarak bilmesi gerekir ama her depremde, bu süreci yeniden yaşıyor gibiyiz.
Geçmişte yaşanan büyük depremlerde en kısa sürede olay yerine giden, güvenlik ile lojistiğin sağlanmasında önemli görevler yapan Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bile faydalanamayan anlayışa sahip bir ülke yönetimi var. Yaşanan felaket, büyüklüğüne göre bir süre konuşuluyor, sonra her şey eskisi gibi sürüyor.
DEPREM VERGİLERİ NE OLDU?
1999 Gölcük depreminin yıkıcı etkileri sonrasında depremin neden olduğu yaraları sarmak ve geleceğe yönelik önlemler almak üzere fon oluşturmak için konan ek vergiler, genel bütçeye aktarıldı ve deprem felaketlerine yönelik koruyucu hiçbir düzenleme yapılmadı. Aynı vergiler kalıcı hale getirildi ve 25 yıldır toplanmaya devam ediliyor. Geçmişte bu fonların ne olduğu sorulduğunda bir bakan otoyol, köprü ve havaalanı yapıldığını söylemişti.
Çok sık büyük orman yangınları ile karşılaşıyoruz ama orman yangınlarına karşın etkin bir politikamız yok. Özel sektöre verilen elektrik dağıtım hatlarına gerekli bakım ve yenileme yapılmadığından orman yangınları çıkabiliyor. Bu sözleşmeler izlenip, denetleniyor mu bilmiyoruz. Kazma-kürek ile insanlar yangını söndürmeye çalışıyor. İnsanlar bu yangınlarda yaşamlarını yitiriyorlar. Havadan müdahaleyle yangınları söndürmede etkili olacak uçak ve helikopterler kiralanıyor, ancak gece görüşü olan hava araçları kiralanmadığından yapılan müdahaleler yetersiz kalıyor.
İŞ KAZALARI CAN ALIYOR
Çok sık iş kazası yaşanan bir ülkeyiz ve iş kazalarına karşı etkin bir politikamız yok. Her yıl binlerce insanımız iş kazalarında ölüyor, bunun birkaç katı sakat kalıyor ve süreç tamamen işverenin insafına kalmış durumda. 2024 yılında 1897 işçi yaşamını yititdi. Bunların çoğu önlenebilir kazalar olduğu ve önlenmediği için iş cinayeti olarak tanımlanıyor. Ülke yönetiminin bu cinayetlere kulağı sağır.
Maden kazalarında onlarca, yüzlerce insan yaşamını yitiriyor. Süren davalarda sorumlular hiçbir zaman bulunamıyor. Yıllar sonra göstermelik birkaç küçük ceza ile olayların üzeri örtülüyor. Son yılların en trajik kazası olan Soma’da 301 madenciye mezar olan kazanın davası sekiz yıl sürdü. En yüksek cezayı alan yedi yıl hapis yattı. Bu arada maden kazaları yaşanmaya devam ediyor.
Askerlerimiz çatışmada değil, arama tarama faaliyetlerinde, eğitim sırasında, kazalarda ölüyor. Irak’ın kuzeyinde bir mağarada arama yapan 12 askerimiz zehirli gazdan etkilenerek şehit oldu. Aşırı sıcak ortamda eğitim yaptırılan iki asker yine şehit oldu.
Uludağ’da otel yanıyor. Gerekli güvenlik önlemlerinin alınmadığı, yeterli müdahalenin yapılmadığı, sorumlu Turizm Bakanlığı’nın etkin bir denetim yapmadığı ortaya çıkıyor. Ne mevzuat yeterli ne de sorumlu kamu görevlileri hakkında bir soruşturma açılıyor.
KADIN CİNAYETLERİ ARTIYOR
Trafik kazalarında 2024 yılında 6 bin 351 kişi öldü, 385 bin 117 kişi yaralandı (2024-TÜİK). Kitlesel bir terör faaliyetine dönüşen trafik kazalarını önlemek için cezaları artırmak, Hazine’ye gelir sağlamaktan öteye geçmiyor. Kadın cinayetleri artarak devam ediyor. Her yıl ortalama, en az 350 kadın cinayeti yaşanıyor, bir o kadar da şüpheli ölüm vakası oluyor. Önlemeye yönelik etkin mücadele yapılacağına, tam tersine İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılıyor.
Bütün bu felaketler yaşanırken herhangi bir sorumlu bulunamıyor. İstifa eden ya da görevden alınan hiçbir kamu görevlisi olmuyor, soruşturma açılmasına dahi izin verilmiyor. Özel kişiler hakkında açılan kimi davaların ise çoğunun üstü kapatılıyor, göstermelik hafif cezalarla geçiştiriliyor.
Sözde gelişmekte olan ülkeler grubundayız ama afet ve insan ölümlerinde veya insan değeri açısından en geri ülkeler seviyesinde yaşamaya devam ediyoruz.
YURTTAŞIN GÜVENLİK HAKKI
Ne devlet ne yerel yönetimler, ne de insanımız güvenlik kültürünü önemsiyor… Güvenlik denince milli güvenlik, ülke güvenliği anlaşılıyor. Oysa gündelik yaşamda güvenlik, yurttaşın can güvenliği anlamına geliyor. Bu kavramın tam karşılığı insan yaşamının değeri ile eşanlamlı bir nitelik taşıyor.
Saray rejimi, insanların kolayca yaşamını yitirebilmesini “doğal afet, alın yazısı, takdiri ilahi, işin fıtratı” diye geçiştiriyor. Halkın iktidarı destekleyen bir bölümü de bu durumlara rıza gösteriyor.
Muhalefet, bütün bu güvenlik zafiyetlerinden kaynaklanan felaketlere karşı; oluştukça, ortaya çıktıkça parça parça reaksiyon gösteriyor. Bu mesajlar da toplum belleğinde kalmıyor, unutulup gidiyor. Belki de yapılması gereken daha farklı bir şey olmalı. Bunun için tüm toplum kesimlerini kucaklayacak, kamuoyu oluşturma faaliyetlerini geniş bir katılımla organize etmekle başlanabilir.
Anayasal temel haklardan yola çıkılarak yaşam ve güvenlik hakkı yasasına dönüştürülebilecek bir hukuki temelde dönüşüm için, öncelikle toplumsal bir kültür mücadelesini başlatmak gerekiyor. Tesadüflere bağlı yaşamdan, güvenli bir yaşam tarzına geçmek için halkın bunları talep etmesi önemli. Bu talebin yaratılması için toplumsal eğitime, sivil toplum kuruluşlarının da katkısıyla yaygın, organize bir faaliyete gereksinim var.
Mevcut bozuk düzenin alternatifi olduğunu söyleyen muhalefet partilerinin de yurttaşların varlığını tehdit eden, her alanda karşılaştığımız bu can güvenliği sorunlarına programlarında ayrı bir başlık halinde yer vermeleri, bu çerçevede bir stratejik plana ve eylem programına sahip olmaları gerekiyor.
PROF. DR. GAZİ ZORER