Olaylar Ve Görüşler

Kamuda tasarruf ve verimlilik tartışması - İbrahim Berksoy

21 Mayıs 2024 Salı

Bugüne dek yayımlanan “tasarruf tedbirleri” genelgelerinin bir benzeri daha geçtiğimiz günlerde cumhurbaşkanı imzasıyla yayımlandı. Amaç hep aynı: “Kamu kurum ve kuruluşlarının harcamalarında tasarruf sağlanması, bürokratik işlemlerin azaltılması ve kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanımına ilişkin tedbirlerin alınması.”

Bunca yıldır birbiri ardına benzer genelgeler yayımlanıyor, kararlaştırılan önlemlere uyulup uyulmadığının sıkı sıkıya takip edileceği ilgililere bildiriliyor, ancak alınan bunca önleme karşın belirtilen amaca bir türlü ulaşılamıyor! Kararlaştırılan önlemlere bakıldığında bunların çoğunun zaten herhangi bir genelgeye gerek kalmaksızın kamu hizmetlerinde savurganlığın önlenmesi için alınması gereken olağan önlemler olduğu görülür.

Alışılageldiği üzere bu tür tasarruf önlemleri genelgelerinde benzer ifadeler hep yer alır ama uygulanması neredeyse olanaksızdır. Şöyle denilmiş genelgede: “Kamu hizmetleri ve yatırım projeleri, bütçe sınırları içinde kalınarak ayrılan kaynakların üzerinde harcama yapılmasına yol açılmadan azami tasarruf anlayışı içinde yürütülecek. Yılı ve takip eden yılların bütçelerinde ilave yük oluşturacak şekilde faaliyet genişlemesine ve iş artışına gidilmeyecek.”

KIRILGAN ORTAMDA GÜVENCESİZ YAŞAMA

2021 yılında yine aynı cumhurbaşkanı tarafından yayımlanan “tasarruf tedbirleri” genelgesinde de (2012/14 nolu genelge) benzer ifadeler yer almaktaydı. Üretimin, yatırımın, istihdamın ciddi ölçüde gerilediği yüksek enflasyonist iktisadi ortamda; “bütçe sınırları içinde kalınarak” ve “bu yılın ve takip eden yılların bütçelerinde ilave yük oluşturmayacak” şekilde kamu hizmetleri ve yatırım projelerinin yürütülmesi olası mı? Eğer bu olası olsaydı en yakını 2021 yılında yayımlanan “tasarruf tedbirleri” genelgesi ve daha öncekiler bir işe yarar, bütçe açıklarına ve ek bütçe uygulamalarına başvurmadan belirtilen amaca ulaşılabilirdi.

Tasarruf ekonomide iki anlama gelir: Birisi tutumluluk. Tasarruf genelgesinin konusu bu; kamuda tutumluluk, yani savurganlıktan kaçınma. İkinci anlamı ise daha çok bankacılık sektöründe kullanıldığı biçimiyle para vb. biriktirme. Türkiye, kelimenin her iki anlamıyla da gelişmiş ekonomilerin bir hayli gerisinde. Hem oldukça savurgan bir ülkeyiz hem de ulusça milli gelir içerisinde tasarruf (birikim) oranımız oldukça düşük. Bir anlamda son derece kırılgan, güvencesiz bir yaşam sürüyoruz, geleceğimiz şimdiden ipotek altında!

Elbette ki kamuda savurganlık olmasın, tutumlu olunsun; çünkü kamu hizmetleri için harcanan para hepimizin parası. Ancak, savurganlığı önlemek amacıyla yayımlanan bu “tasarruf genelgeleri”, artık iyice gün yüzüne çıkmış savurganlıkların asıl nedenlerini gizleme aracına da dönüşmemeli.

UYGULANABİLİR STRATEJİLER

Bütçemiz bu yılın ilk dört ayında 700 milyar liraya yakın açık verdi. Yine ilk dört ayda dış ticaret açığımız 30.2 milyar dolara ulaştı. Bunları “normal” bulan, “başka ülkelerde gayri safi milli hasılaya oranla bu açıklar bizden daha yüksek” diyen bir Saray idaresiyle kamuda savurganlık önlenemez!

Öte yandan kamuda savurganlığın önlenmesi için yalnızca harcamaların kısılması yetmez. Bununla birlikte verimlilik artışına da gidilmesi gerekir. Bunun için yapılacak ilk iş; güncel veriler ışığında kamuda verimlilik analizi yapıp verimlilik artışıyla ilgili somut, uygulanabilir stratejiler geliştirmektir. Ülkemizde verimlilik ile ilgili bilimsel çalışmalar 1940’lı yıllara kadar gider. 1954’te “Vekâletlerarası Prodüktivite Komitesi” kurulur. Bu komite, 1965 yılında özel bir kanunla kurulan Milli Prodüktivite Merkezi’ne (MPM) dönüşür. Sonra ne olur? 2011’de yayımlanan bir kanun hükmünde kararnameyle (KHK) Milli Prodüktivite Merkezi kapatılarak “yerine” Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bünyesinde Verimlilik Genel Müdürlüğü kurulur. 2011 yılında MPM’yi kapatan bir “anlayış”tan verimlilik ile ilgili bilimsel çalışmalar yapmasını, verimliliğin artırılması yönünde etkin ve uygulanabilir stratejiler geliştirmesini beklemek saflık olur.

Öyle bir iktisadi ve siyasi bunalım döneminden geçiyoruz ki bu ağır bunalım döneminin halk üzerindeki etkisini “dört yıllık seçimsiz dönem” diyerek, “yeni anayasa” diyerek, “siyasette yumuşama” diyerek, “hem müzakere hem mücadele” diyerek “hafife almak” hem doğru değildir, hem de artık olası değildir.




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları