Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
'Türkiye yüzyılı'nda 'gerçek ötesi'ni yaşamak - NAMIK TAN
Bu yazıyı, günlük yaşamda artık sıradanlaşan, kanıksadığımız, anlamak için çaba harcamaktan vazgeçer olduğumuz, omuz silkip geçtiğimiz fakat hayatımızın her alanını ve geleceğimizi derinden etkileyen “gerçek ötesi” kavramı üzerine düşünmeye çağırma amacıyla kaleme alıyorum.
Batı ülkelerinde çok tartışılan bir kavram bu. Bazen dezenformasyon, bazen çarpıtma, gerçeğin bükülmesi ve bozulması şeklinde tanımlanıyor. Yaşıyor, fakat çok az tartışıyoruz. Anlamak ve önleyici tedbir almak konusunda kaygılı olduğumuz da söylenemez.
“Gerçek ötesi” (post-truth) ilk kez 1992’de toplumbilimci Steve Tesich tarafından önerilen bir kavram. Türkiye’ye ulaşması epeyce zaman aldı. Fransız felsefeci Foucault’nun önerdiği “gerçeklik rejimi”nin başlattığı tartışma zemininde gelişmişti. Foucault, “gerçeklik rejimi”nin modern dönemde devletlerin ürettiği baskın ideolojik anlatı üzerine inşa edilen bir toplumsal rıza üretim aracı olduğunu savunmuştu. Ona göre toplumun denetimi ve rejim meşruiyeti bu yolla sağlanıyordu.
TOPLUMUN ALGISI BULANIKLAŞIRSA...
“Gerçek ötesi” tam da bu aşamadan sonra başlıyor. Bu yeni söylem, devletlerin akla ve bilime dayalı geliştirdikleri, neden-sonuç ilişkilerini ortaya koyan açıklamaları sekteye uğratıyor; bilimsel dayanaktan yoksun uydurulmuş anlatılar yoluyla toplumları yönlendirmeye ve yönetmeye çalışıyor. Kimi kere siyasetçiler veya siyaset kurumu, çoğu halde basın ya da “saygın” kurumlar tarafından gerçek bükülerek, değiştirilerek anlatılıyor.
“Gerçek ötesi” bilinçli bir bozma eylemi. Amacı, rasyonel gerçeğe duyulan güveni sanılara dayanan görüşler yaratarak ortadan kaldırmak. Bunu yaparken Türkiye’deki örneğiyle “Anadolu irfanı”, “halkın şaşmaz akıl terazisi”, “kamu vicdanı” gibi soyut ve ölçülemez kaynaklara başvuruyor. Komplo teorileri, rivayetler, asılsız ve gerçekliği olmayan iddialarla pekiştiriliyor. Bu yönüyle, sürekli dezenformasyonla toplumun üzerine örtülüyor, algılar boğuluyor ve bulanıklaştırılıyor. Örneklerini Soğuk Savaş döneminde totaliter yönetimlerin propaganda araçlarından anımsadığımız bu yönteme, kitle iletişim araçlarının kullanımıyla popülist sağın yükseldiği tüm ülkelerde rastlıyoruz artık. Buna Türkiye’de dahil. “Gerçek ötesi” söyleminin amacı çok basit: İlk aşamada, toplumun ve toplumsal muhalefetin bilimsel ve akılcı gerçeklikle bağlantısını kesmek. İkinci aşamada, zihni bulanıklaşan, kafası karışan ve gerçeğe karşı kayıtsızlaşan toplumda, asıl gerçeğin ne olduğunu anlamaya yönelik araştırma ve tartışma güdülerini yok etmek. Böylece gerçeği görünür olmaktan çıkarmak ve gerçekler üzerinde kuşku tohumları ekmek.
“Gerçek ötesi” sistemli şekilde ve üç aşamalı bir patikada gelişiyor: Önce, liyakate ve donanıma dayalı doğru, gerçek, olgusal bilgi üreten akademi, basın, bürokrasi gibi yerleşik kurum ve kuruluşların meşruiyetini sorguluyor. Sonra, bilgiye dayalı tartışma ortamını sakatlamak için gerçeği bükecek alternatif basın ve “bilim” çevreleri yaratılıyor. Sonunda somut tabanı olmayan popüler söylencelere, kamuoyu görüşlerine, “toplumun irfanı”na dayalı sanal ve sadece sağduyuyla ölçülebileceği iddia edilen yeni bir “gerçek” yaratılıyor. Bu süreç saptırma, inkâr, suçlama psikolojisi eşliğinde ilerliyor. Sağ popülizmin ayrıştırma ve kutuplaştırmayla beslediği, “yankı odaları”yla güçlendirdiği, “biz ve onlar” ayrımıyla takviye ettiği, “milli iradenin düşmanlarıyla mücadele” iddiaları; “gerçek ötesi” söylemin basit sonuçları. Böylece kendi kendini yeniden üreten, belirsizlikle beslenen, somut ve asıl gerçekleri inkâr eden “gerçek ötesi” söylem yerleşiyor, adeta sorgulanamaz bir hal alıyor.
Dünyanın her yerinde görülen “düz dünyacılar”, Evrim Kuramı karşıtları, iklim değişikliğini inkâr edenler, COVID-19 döneminde yaşanan aşı karşıtlığı, “iç ve dış güçler” söylemleri “gerçek ötesi”nin somut örnekleri. Bir de Türkiye’nin yaşadıkları var: “yerlilik ve millilik” iddiası, “ilahi bir kararın yarattığı mukadderat”, kaçınılmaz “kader çizgisi” bunlar arasında. Sorgulamanın ve eleştirinin önünü daha rasyonel tartışma başlamadan kapayan, bidat, şirk ve nas gibi dogma ve dini referanslarla kesen “kanunlar” bu örneklere eklenebilir. Bu sistematik, asıl ve gerçek sorunların tartışılmasını ve toplumsal eleştiriyi önlemekle kalmıyor, zihinleri bulanıklaştırıyor, gündemi değiştiriyor ve bulanık suda balık avlamayı vaat ediyor. Toplumsal rıza ve meşruiyet üretimi sanal gerçekler ve sanılar üzerine inşa ediliyor.
‘NEOLİBERAL AÇIKGÖZLÜLÜK’
Karşılaştığımız ekonomik iflas, yüksek enflasyon, KKM rezaleti, gelir dağılımının servet transferiyle ve devlet eliyle bilinçli şekilde bozulması, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” gibi süslenmiş ifadelerle sunulan çağdışı ve gerici girişimler sadece birkaç güncel örnek. 22 yılda 15 defa “eğitim reformu” yaparak içinden çıkılmaz bir bulamaç yaratan siyasi iktidarın son “reform” girişimiyle aklı ve bilimi önceleyen matematik derslerini seçmeli, dogma ve biatı koşullayan din derslerini zorunlu hale getirmesi başka nasıl açıklanabilir? Ortaya çıkarılan bu koşullar ekonomiden savunmaya, dış politikadan sağlığa, tarımdan çevreye, göçten güvenliğe kadar her alanda bir “paralel siyaset” yaratmıyor mu? Böylece sadece gerçek değersizleştirilmiyor mu? Yalan siyasetinin yüceltildiği, siyasetin toplumsal beklentilerden koptuğu, toplumsal güvenin ve dayanışmanın güdükleştiği bir ortamda yaşamaya zorlanmıyor muyuz?
Bu manzaranın, hızlı toplumsal değişimlerin yaşandığı, akılcılığa inancın ve güvenin zayıfladığı, bireylerin aidiyet hislerinin kaybolduğu, kuşkunun alabildiğine arttığı, kısacası bir anormallik durumunun güçlendiği her toplumda ortaya çıktığını biliyoruz. Türkiye, kendi başına tekil bir örnek değil. Türkiye’nin ve dünyanın son yüzyıl içinde kısa öyküsü “modernleşme” iddiasıyla yola çıkan, aslında “kalkınmacılık” oyununu topluma yutturmaya çalışan, zenginleşirken iktidarlarına yanaşık, besleme kesimleri güçlendirmenin ötesine geçmeyen, eşitsizliği ve fırsatçılığı savunan tüm sağ siyasi yönetimlerin başarısız maceralarından ibaret. Son kuşak boyunca süregiden neoliberal açıkgözlülüğün adil dağılımı önceleyen sosyal refah devletini sakatlaması da aynı kaynaktan besleniyor. Öyleyse olan bitenden ders çıkarmak yerine bu sarsıcı macerayı her defasında yeniden yaşamaktan yorulmadıkça, görünen o ki “Türkiye Yüzyılı” kurgusunda “gerçek ötesi” söylemlerin büyüsü altında yaşamaya devam edeceğiz.
NAMIK TAN
CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ, EMEKLİ BÜYÜKELÇİ
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi
- 'Seküler müdür kalmadı'