“At izinin it izine karıştığı” günlerden geçiyoruz yine. Türkiye’de bir yanda muhalif belediyelere baskınlar, kayyum tehdidi ve siyasi davalar sürerken diğer yanda yangından mal kaçırırcasına Meclis’e sunulan bir yasa: Zeytinlik alanların madencilik faaliyetlerine açılması. Bu rastlantı değil. AKP iktidarı, içeride siyasi muhalefeti bastırırken dışarıda enerji ve güvenlik politikalarını da kendi sermaye çevrelerine rant üretmek için kullanıyor. Bugün zeytinlikler, yarın ormanlar... Doğa bir “güvenlik sorunu” değil, bir “kazanç aracı” olarak görülüyor.
SİYASET, MADEN LOBİSİ EL ELE
Enerjiye ihtiyacımız olduğu doğru. Ama bu ihtiyacın her seferinde doğayı, köylüyü ve toplumsal geleceği ezerek karşılanması kabul edilemez. Güneş enerjisi, rüzgâr, enerji kooperatifleri, yerinde üretim gibi yöntemler yıllardır öneriliyor. Ancak bu alanlar, büyük sermaye için “rant üretmediği” için tercih edilmiyor. Çünkü bunlar halkın denetimine açık, çünkü merkeziyetçi değil, demokratik modeller gerektiriyor.
Bu yüzden enerji ihtiyacı denince ilk akla gelen, zeytinliklerin yok edilmesi, kömür ve altın madenciliğiyle doğanın parçalanması oluyor.
DİĞER ÜLKELER NE YAPIYOR?
İtalya, Yunanistan ve İspanya, Türkiye gibi zeytin tarımının güçlü olduğu ülkeler. Ancak bu ülkelerde zeytin ağaçları “maden ruhsatı verilecek alan” değil, korunacak kültürel varlık kabul ediliyor.
İtalya: Zeytinliklerin sökülmesi yasal olarak yasak. Enerji yatırımları tarım dışı alanlara yönlendiriliyor. Agrivoltaik (tarım+güneş) sistemler bile zeytinliklerde sınırlı.
Yunanistan: Zeytinlikler “ulusal tarım mirası” olarak tanımlı. Güneş enerjisi projeleri için bakanlık onayı şart, genellikle reddediliyor. 2022 yasasıyla zeytinlik alanlara enerji projesi başvurusu otomatik olarak reddediliyor.
İspanya: Yenilenebilir enerji üretimi yüzde 70’i aştı. Zeytin üretimi yoğun bölgelerde anayasal koruma var. Tarım alanlarında enerji yatırımı kesin kurallara bağlı. Çiftçiler tarım dışı alanlarda güneş enerjisi sistemleriyle destekleniyor.
PEKİ MADENCİLİKTE NE DURUMDALAR?
Bu üç ülkede de madencilik yapılmasına rağmen çevresel etkiler ciddi yasal çerçevelerle sınırlandırılıyor.
İtalya, çevreyi anayasal düzeyde koruyor. Ancak hızlı maden izinlerinde ÇED muafiyetleri tartışmalı.
İspanya, çevre felaketlerinden ders almış, Doñana felaketinden sonra izleme ve restorasyon zorunlu hale geldi.
Yunanistan, AB çevre politikalarına sıkı uyumlu. Deniz sondajları ve yerel katılım eksikliği eleştirilse de ÇED süreçleri işliyor.
GÜVENLİK Mİ, DOĞA MI? YOKSA İKİSİ BİRDEN Mİ?
Bu yasa tasarısı sadece bir çevre meselesi değil. Bugün dünyada güvenlik tanımı değişiyor. Savaşlar, yapay zekâ temelli askeri sistemler, insansız araçlar ve veri merkezleri... Hepsi muazzam enerji tüketiyor.
2025 itibarıyla dünya askeri harcamaları 2.4 trilyon doları geçti.
NATO ülkeleri savunma harcamalarında yüzde 2 hedefini geçti.
Yeni nesil savunma teknolojileri, küçük bir şehir kadar enerji tüketiyor.
Yapay zekâ sistemleri, veri merkezleri ve uydular için gereken elektrik, çoğu zaman fosil yakıtlarla ya da doğal alanları tahrip eden yatırımlarla karşılanıyor.
Oysa enerji ve doğa arasında seçim değil, denge gerek.
Güvenlik yalnızca roket savunma sistemleriyle sağlanmaz. Gıda güvenliği, su kaynaklarının korunması, iklim istikrarı, biyoçeşitlilik de güvenliğin temel bileşenleri.
Bu nedenle zeytinlikler, ormanlar ve kıyılar enerji yatırımı için feda edilmemeli. Enerji demokrasisi teşvik edilmeli, halkın katıldığı, kooperatif temelli sistemler desteklenmeli.
Askeri teknolojilerin ekolojik etkileri izlenmeli ve sınırlandırılmalı. Bugün Türkiye, zeytinliklerini madenlere açmakla yalnızca doğasını değil, gıda egemenliğini, kültürel mirasını ve güvenliğini de tehdit ediyor. Oysa doğayı koruyan, enerjiyi adil paylaşan bir sistem mümkün. Bunun için sadece teknoloji değil, vizyon ve cesaret gerekiyor.
Zeytin ağacı bin yıllık bir direnç sembolüdür. Bugün onu korumak, yalnızca bir ağaç için değil, gelecek nesiller için de bir savunma hattı kurmaktır.