Şahin Aybek

Soner Yıldırım: “Okulların sahip olduğu en önemli teknoloji öğretmendir.”

01 Kasım 2021 Pazartesi

Milli Eğitim Bakanlığı Aralık ayı başında eğitim şurasını toplayacağını açıkladı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitimimiz adına çözümler ürettiği en yüksek danışma organı olması açısından şuralar, eğitim tarihimiz içinde önemli bir yere sahiptirler ve eğitim tarihimiz boyunca da bu şuralarda alınan kararlar, eğitim politikalarımızın oluşturulmasına ciddi etkilerde bulunmuştur. Eğitim şuraları tarihimiz bize şunu göstermiştir. Çok büyük emekler verilerek yapılan şuralar, birer rapor olarak raporlar çöplüğündeki yerini almaktadır. Çünkü şuralar sadece danışma organı olarak görülmektedirler. Yine, şuraları yapan bürokratlar, dönemin siyasilerince getirildiğinden; bilim ve akıl yerine şuralara siyaset etkisi hakim olmuştur. Ve son olarak da; eğitimin şuralarının demokratik bir yapıda yapılmamış olduğunu söyleyebiliriz. Şura üyelerinin büyük çoğunluğunun seçimle değil atamayla gelmesinden; veli, öğretmen ve öğrencilerin şuralarda sadece sembolik olarak temsil edilmesi, şuraların anti demokratik yönleridir.

Milli Eğitim Şurası’nın göstermelik olmaması, popülizmden ve kolaycılıktan öteye geçebilmesi için eğitimin etkin isimleriyle şuraya doğru şura konularını konuşacağız. Bu haftaki konuğumuz ODTÜ öğretim üyesi Prof. Dr. Soner Yıldırım…

Şahin Aybek ve Soner Yıldırım

Soner Hocam Sizce  Şura Zamanında mı Toplanıyor? Toplanması Önemli mi?

Eğitim Şurasının "Eğitimde Fırsat Eşitliği" teması ile toplanıyor olmasını önemli buluyorum.  Aslında geçen sene Mart ayında okulları salgından dolayı kapadığımızda bu Şura’nın en azından geçen sene yazın toplanması gerekirdi.  Bu kadar büyük ve küresel bir krizin yönetiminde, muhtemel bütün paydaşlardan görüş alınması, farklı sorunlara farklı çözümlerin üretilmesi bu krizin daha iyi yönetilmesi için önemli bir adımdı. Çünkü dünyayı etkisi altına alan bu salgın bir anda yaklaşık 2 milyar öğrencinin eğitime olan erişimini kesti. Okullar kapandı ve öğrenciler evde kendi başlarına ve farklı koşullarda eğitimlerine devam etmeye başladılar.  Ancak bu koşullar her çocuk için o kadar farklıydı ki bir anda ciddi sayıda çocuğun eğitime olan erişimi nerdeyse sıfırlandı.  Eğitimin belki de en önemli fonksiyonlarından biri olan “sınıfsal ayrımların ve farklılıkların eğitim yoluyla giderilmesi” ilkesi neredeyse tersine işlemeye başladı.  Uzaktan eğitime erişim için gerekli teknolojik altyapı ve erişilen öğrenme ortamının niteliği bir anda sosyoekonomik düzeyi nispeten daha iyi olan çocukların lehine fark yaratmaya başladı.  Son 1,5 yılda oluşan bu farkın ne gerçek büyüklüğünden ne de telafisinin mümkün olup olmadığından haberimiz olduğunu sanmıyorum.  Yaşanan krizin odağında başta öğrenciler ve öğretmenler vardı.  Yani insana dair önemli bir kriz yaşıyoruz.  Bu nedenle Aralık ayında toplanacak Şura’nın öncelikli gündeminin “insan” olması gerektiğine inanıyorum.

Şura’da Kurulan İhtisas Komisyonları Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?

MEB tarafından yapılan açıklamada, ‘Temel Eğitimde Fırsat Eşitliği', ‘Mesleki Eğitimin İyileştirilmesi' ve ‘Öğretmenlerin Mesleki Gelişimi' temaları ile 3 ayrı ihtisas komisyonun kurulacağı duyuruldu.  Bu üç temanın da önemli olduğunu düşünüyorum.  Bunlar farklı şekilde kurgulanabilir miydi? Evet mümkün. Ama şu belirlenen 3 temada dahi elde edilecek çıktıların sisteme olumlu girdi sağlayacağı kanaatindeyim.  Özellikle öğretmenlerin mesleki eğitimlerinin geliştirilmesi teması, öğretmenlerin gelecekte önemli ölçüde farklılaşacak olan öğretmenlik mesleğine ışık tutan nitelikte olmalıdır diye düşünüyorum.

O Zaman Öğretmen Konusuyla Başlayalım. Öğretmenlik Mesleği Değişti mi? Ya da Nasıl Bir Gelecek Bu Mesleği Bekliyor?

Bu salgının eğitim sistemimiz ile ilgili yüzümüze vurduğu en önemli gerçeklerden biri de “okulların sahip olduğu en önemli teknolojinin öğretmen olduğu” gerçeğidir.  Hem okullar hem aileler hem de kamuoyu yakından gördü ki öğretmen öğrenme ortamının en önemli aktörlerinden biri.  Öğretmen motive ise, öğretmen moralli ise, öğretmen kendini değerli hissediyor ise çocuk da motive, moralli ve kendini değerli hissediyor.  Bence bu salgının en önemli kazanımlarından biri de bu.

Şimdi gelelim öğretmenlik mesleği ile ilgili yaşadığımız değişime.  Aslında bu değişim “Öğrenme” olgusunun değişimi ile çok ilişkilidir.  Bildiğiniz gibi şimdiki eğitim sisteminin kökenleri sanayi devriminin sonunda üretim araçlarının artması ile birlikte kadınların fabrikalara alınarak üretimde işçi olarak kullanılmasıyla şekillenmeye başladı.  Kadının da ev dışında çalışıyor olması çocukların bakılması için belli kurumların oluşmasını zorunlu kıldı. Ayrıca üretimde git gide karmaşıklaşan makinaların kullanılması, bu makinaları kullanacak bireylerin belli bilgi ve becerilerle donatılmasını gerektirdi.  Bu tür ihtiyaçlara cevap verebilecek kurumlar, gün boyu devam eden, her dersin belli bilgi ve becerilere bölündüğü hatta fiziksel ortam olarak da fabrikaları andıran okullardı.  Bu dönemin önemli özelliklerinden biri de bilginin erişilebilir olduğu istisnai kurumların başında okulların gelmesiydi.  Öğretmenin anlattığı her şey ya da ders kitabında okuduğunuz her metin belki de hayatınızda ilk defa gördüğünüz bilgilerdi. Bu yüzden bilginin kendisi bile birçok öğrencinin şaşırması, heyecanlanması, hatta motive olması için yeterliydi.

Bu Hep Böyle mi Sürdü Hocam?

Ancak 1990’lı yıllardan itibaren kullanımı yaygınlaşan Internet ile birlikte yaşamınızda ki birçok alışkanlık değişmeye başladı.  Özellikle 2000’li yılların başında eğitimde ciddi kullanım alanı bulan bilgisayarlar ve İnternet ile birlikte öğrencilerin bilgiye erişim alışkanlıkları temelden değişmeye başladı.  Artık öğrenci sınıfa gelmeden de birçok konu hakkında bir fikir edinebiliyor hatta bazı durumlarda öğretmeninden daha fazla şey bilebiliyordu. Bu değişim son 20 yıldır eğitim kurumlarının yeniden tasarlanması ve yapılandırılması için ciddi bir baskı oluşturmaya başladı.  Eğitim kurumları değişimin ayak seslerini duymamazdan geldi, hatta kulaklarının üzerine yattılar.  Ancak salgın artık bu gerçeği bütün çıplaklığı ile eğitim kurumlarının önüne koydu.  Sınıf dışında daha nitelikli daha etkileşimli içeriklere erişebilen öğrencilerin öğretmen algısı ve öğretmenden beklentileri de değişti.  Artık bilginin kendisi değil de bilgelik yani bu bilginin hayatta ne işe yaradığı çocukları etkilemeye başladı.  Çocuklar sınıflara bilen birini dinlemek için değil de bildiklerini gerçek ortamlarda gözlemlemek ve denemek güdüsü ile okula gelmeye başladılar.  Okulların öğretim etkinlikleri büyük oranda sosyalleşme, gözlem ve deney üzerine kurgulanmak zorunda kaldı. İşte bu değişim öğretmen niteliklerinin de baştan kurgulanması ve tasarlanmasını gerektiriyor.

O Zaman Bu Değişen Nitelikler İle Öğretmenlik Mesleği Nedir?

Bence öğretmenin öncelikli gereklerinden biri bilmektir.  Yani öğretmen öğretmenliğini yaptığı konuyu bilmek zorunda.  Matematik bilmeden matematik, Türkçe bilmeden de Türkçe öğretemezsiniz.  Diğer taraftan bilmek ön koşul olsa da öğretmek için yeterli koşul değil.  Öğretmen olarak sınıfa girdiğinizde öğrencileri motive edecek, onları öğrenmeye ikna edecek iyi bir senaryoya yani etkili bir hikâyeye ihtiyacınız var.  Çocuklar artık iyi bir hikayesi olan, bu hikâyeyi heyecanla ve hayatın içinden anlatan öğretmenlerden etkileniyor.  Onları dinliyor, onların tasarladığı öğrenme etkinliklerine katılıyor hatta sınıf dışında eriştikleri içerikleri sınıfa taşıyıp içeriği şekillendiriyorlar.  Öğretmen ise öğrencilerin bireysel farklılıklarını ve ihtiyaçlarını gözlemleyip bu farklılıklara ve ihtiyaçlara uygun öğrenme ortamı kurgulayan profesyoneller halini alıyorlar.  Öğrenciler kendi nesillerinin alışık olduğu bilgiye erişme, bilgiyi kullanma ve sosyalleşme alışkanlıklarını öğretmende de görmek istiyorlar.  Böylece öğretmenle daha kolay iletişim kuruyorlar.  Ders içeriklerinin çoğu internet üzerinde erişilebilir nitelikli içeriklere dönüştü bile.  Artık çocuklar bu görsel kaynakları kullanarak öğrenmeye alıştılar.  Çünkü bu kaynaklar çoğu zaman daha etkili ve eğlenceli.  Sınıfa geldiğinde öğretmenle birlikle bu seyrettiklerini ya da dinlediklerini anlamlandırmak istiyor.  Yani sadece bilen bir öğretmen değil ama bilge bir öğretmene ihtiyaç duyuyor.  Öğretmen çocukların öğrenmesi için iyi bir gerekçe yaratan, onları ikna eden, kısacası bilgeliği ve görgüsü ile çocuklara örnek olan bireylere dönüşüyorlar.

Peki Eğitim Fakülteleri Bu Değişime Cevap Verebilecek Nitelikte Öğretmenleri Yetiştirmek için Hazır mı?

Buna hemen net bir cevap vereyim, HAYIR. 1.5 yıl önce salgınla birlikte dünyadaki bütün eğitim sistemleri kökten sarsıldı.  Her şey tepetaklak oldu.  Bu dönemde en fazla dertlenmesi gereken kurumların başında eğitim fakülteleri gelmeliydi.  Çünkü zorunlu uzaktan öğretime geçtikten sonra gördük ki öğretmenlerimizin büyük çoğunluğu online dersleri planlamayı, bu dersler için etkileşim ve geri bildirim tasarlamayı, online derslerde sınıf yönetimini ve belki de online öğretimde en çok zorlandığımız ölçme ve değerlendirmeyi bilmiyorlar.  Şimdi Eylül ayında Üniversiteleri yüz yüze eğitime açtık.  Eğitim fakülteleri bu son 1.5 yılda yaşananlardan kendisi için ne dersler çıkardı ve kendi öğretmen yetiştirme programlarında ne tür değişikliklere gittiler?  Korkarım cevap çok iç açıcı değil.  Bu süreçte öğretmenlerin bazılarının temel teknoloji kullanma becerilerinden bile yoksun olduğunu gördük.  Çünkü eğitim fakülteleri temel bilgisayar kullanım becerileri ve materyal geliştirme dersi dışında öğretmen adaylarına bir şey sunmuyor.  Tabii ki bu 2 temel ders ile, değişen öğrenme ortamları için bu öğretmen adaylarını hazırlamak mümkün değil.  Öğretmenlere teknoloji ile ilgili derslerin ötesinde Eğitim Fakültelerinin halihazırdaki yapısı zaten ihtiyaca cevap vermenin çok gerisinde.  Artık şunu hepimiz gördük: Öğretim Teknolojileri alanı her öğretmen adayına yan dal ya da 2. ana dal olmak zorundadır. Yani öğretmen adayı kendi bölümüne devam ederken Öğretim Teknolojileri bölümünde de yan dal ya da 2. ana dal yapabilmelidir.  Bu kadar karmaşıklaşan ve çeşitlenen öğrenme ortamları ile baş etmesi beklenen öğretmenler 2 teknoloji dersi alarak mezun edilemez.  Eğitim Fakültelerinin bir an önce bu ihtiyaca cevap verecek yapılanmaya gitmesi gerekir.

Hocam bu bağlamda öğrencinin beklentisi nedir?

Biraz önce değişen öğrenme ortamlarını ve öğrencilerin beklentilerini konuştuk.  Öğrenciler bilge ve görgülü öğretmenlerle birlikte gözlem ve deneye dayalı öğrenme ortamları ve sosyalleşmeye olanak sağlayacak fiziki ortamlar istiyorlar.  Bu taleplerin tamamı eğitim Fakültelerine gelen öğretmen adayları için de geçerlidir.  Onlarda gözlem ve deneyle öğrenmek istiyor, onlar da karşılarında bilgili, bilge ve görgülü öğretim elemanları görmek istiyorlar, onlar da akranları ile birlikte sosyalleşebildikleri ve geliştikleri mekanlar istiyorlar.  Eğitim Fakültelerinin mevcut yapısı bu talebi karşılamadan uzak.  Keşke bu şuranın temalarından biri de hizmet öncesi ve hizmet içi öğretmen yetiştirme politikaları olsaydı.  Eğitim Fakülteleri hemen ama hemen gerekli öğretmen yetiştirme programları, altyapı ve insan kaynağı üzerinde çalışmalıdır.  Öğretim Teknolojileri alanının her öğretmen için yan dal yapılması ötelenemeyecek kadar öncelikli bir konudur.  Bu gerçeği görüp yapılanan fakülteler ileride ayakta kalabilecek fakültelerdir.

Hocam Yukarda Söylediklerinizle İlgili Olarak Öğretmen Yetiştirme Politikalarımızı Biraz Değerlendirir misiniz?

Öğretmen yetiştirme politikalarımız ve uygulamalarımız ile ilgili diğer bir problem alnı ise formasyondur.  Çok yakın bir tarihte YÖK formasyon eğitimlerine tekrar yeşil ışık yaktı.  Yani hangi bölümden ya da fakülteden mezun olduğunuza bakılmadan Eğitim Fakültesine gelip 2 dönemde 10 ders alıp öğretmenlik formasyonunu alabilirsiniz.  Eğer bunun tersi de geçerli olsa, yani eğitim fakültesi mezunu bir öğretmen adayı Fen Edebiyat Fakültesine ya da diğer fakültelere gidip 10 ders alıp o alanın diplomasını alabilse belki bu kadar tepki oluşmayacak.  Ya da Türkiye’de öğretmen sayısı talebe cevap veremeyecek kadar az olsa, bu tür hızlı ara çözümler gayet anlaşılabilir olur.  Ancak bunların ikisi de geçerli değil.  Bu durumda eğitim fakültesini kazanmış, öncelikli hedefi öğretmen olmak olan bu gençleri mesleğe ve okudukları bölüme karşı motive edemezsiniz. O zaman da öğretmenlik mesleğinin değeri ve önemi tartışmaya açık hale gelir.

1921 yılı Kurtuluş Savaşımızın en kritik yılıdır, belki de kaderimizin belirlendiği yıldır.  Anadolu’daki Yunan işgali bütün acımasızlığı ile devam etmektedir.  Buna rağmen 15 Temmuz 1921’de Maarif Kongresi Ankara’da Mustafa Kemal’in liderliğinde toplanmıştır. Mustafa Kemal “geleceğimizin kurtuluşunu” öğretmenlerde görmekte ve bu mesleğin milletin kaderinin belirlenmesindeki önemini büyük bir heyecanla bu kongrede anlatmaktadır.  TBMM’den çıkarılan bir yasa ile öğretmen ve öğrenciler askerlikten muaf tutulmuştur.  Maarif Kongresinden yaklaşık 1 ay sonra 22 Ağustos’ta Sakarya Meydan Savaşı başlamış ve 22 gün süren bu savaş Kurtuluş Savaşımızın dönüm noktası olmuştur. Cephede en zorlu günlerin yaşandığı bu dönemde bile öğretmenleri toplamak, onlara kendilerini değerli hissettirmek ve onlara ülkenin geleceğini emanet etmek eğitimde başarının gereklerini gözler önüne sermektedir.  Sadece 1921’de toplanan Maarif Kongresi değil, bununla birlikte 1940-1946 yılları arasında en verimli dönemini yaşayan ve 1954’de tamamen kapatılan Köy Enstitülerinin köylere ilkokul öğretmeni yetiştirme konusundaki başarısı ve Yüksek Öğretmen Okullarının eğitimin her düzeyine yetiştirdiği kaliteli öğretmenler unutulmamalıdır.  Aslında ülkemiz öğretmen yetiştirme konusunda birçok başarılı uygulamaya imza atmıştır.  Ancak “kalitede” maalesef ısrar etmemiş, bu başarılı uygulamaları ucuz politik gündemlere kurban etmiştir.  Aslında kendi başarılı uygulamalarımıza dönüp bakmamız bile var olan bazı sorunlarımızın çözümü için yeterli olacaktır.  Popüler diye taklit söylemleri eğitim sistemine taşımanın hiçbir faydasını görmüyorum.  Zaten sistemde yıllardır bu popüler söylemlerden bir fayda elde etmedi.

Hocam Son Olarak Eğitim Sisteminde Acil Yapılması Gerekenleri Listelemek İsteseniz Bu Listeye Neleri Yazardınız.

Türk Eğitim sistemi büyük bir sistem, 18 milyondan fazla öğrenci (Yükseköğretim ile bu sayı 25 milyonu geçiyor) ve 1 milyondan fazla öğretmen.  Bu kadar devasa bir sistemin sorunlarının da çok olması doğaldır.  Ancak bu sorunların hiçbiri çözümsüz değildir.  Sanırım benim listem şu önerilerden oluşurdu:

1. Okulöncesi ve ilköğretim çocuğun sağlıklı gelişimini hedefleyen dönemdir. Bu dönemde akademik konuların öğrenilmesi öncelikli olamaz.  Ancak çocukların bedensel, ruhsal, sosyal ve bilişsel olarak gelişmeleri önemlidir.  Bu dönemde çocuklarda mantık, öz-güven, saygı, toplumsal değerlerin ve kuralların anlaşılması, öz-düzenleme becerileri ve kendini tanıma ve keşfetme becerilerinin gelişmeli önemlidir.  Yoksa daha 3. sınıfta çocukların önüne kesirlerin konması onun gelişimine herhangi bir katkı yapmamaktadır.  Bu arada sadece okul öncesi öğretmenliği eğitimi almış kişileri okul öncesinde sınıfa sokmalıyız. Bu işin eğitimini almış uzmanlar onlar.  Maalesef Bakanlık bu sınıflara bile farklı bölümlerden ve eğitim fakültesi dışından öğretmen atıyor.  İlk düğmeyi yanlış ilikleyince bütün düğmeler yanlış oluyor maalesef.

2. Öğretim programları bu hali ile etkili ve işlevsel değil.  Benim bu salgın boyunca en büyük beklentim öğretim programlarında bir sadeleştirmeye gidilmesi idi. Ancak neredeyse 2 yıldır Öğretim Programları Bakanlığın gündemine bile giremedi.  Bırakın uzaktan öğretimi, yüz yüze eğitimde bile bu programlar işlevsiz ve sıkıcı.  Ayrıca çoğu programın içeriği çocuğun bilişsel gelişimi ile uyumlu değil.  Örneğin sizin önünüze 9. sınıf biyoloji dersinin içeriğini koysam Tıp Fakültesinde Anatomi dersinin içeriğini okuyorum sanırsınız.  Gereksiz bir konu fazlalığı var.  Bu çocukların temel bilimlere ilgi duymamasını normal karşılıyorum.  Bu öğretim programlarını hemen ama hemen masaya yatırmamız lazım.  Çok konu anlatmanın hiçbir mantığı yok.  Önemli olan o konulara karşı çocuklarda merak ve ilgi oluşturmak.  Meraklanan ve güdülenen çocuk zaten öğrenir.  Diğer bir değişle bu yemek hem çok lezzetsiz hem de yenebilecek miktarda değil çünkü çok fazla.  Ama nedense biz kusuru yemeğin tadında ya da miktarında değil de yemeği sunduğumuz tabakta arıyoruz.  Sonrada o kadar online ders geliştirdik, TV yayınları yapıyoruz, yani yemeği en pahalı porselen tabakta sunuyoruz ama çocuklar neden öğrenmiyor diye soruyoruz.  Keşke derdimiz tabak olsa.

3. Eğitim Fakülteleri bu hali ile devam edemez.  Güncel ihtiyaçların gerisine düştüler.  Ayrıca eğitim fakültesi öğretim elemanlarının atama ve yükseltme kriterleri diğer fakültelerde de olduğu gibi sadece yayınlara endekslendiği için bu kişilerin uygulama ile olan bağları da zaman içinde zayıfladı.  Sınıftan ve uygulamadan bu kadar uzaklaşmış öğretim elemanları ile geleceğin öğretmenini yetiştirmek çok zor.  Artık öğretimin her boyutunun teknoloji ile yeniden şekillendiği bu dönemde öğretmen adaylarının yan dallarının Öğretim Teknolojisi olması gerekir.  Aksi taktirde hem fakültelerdeki öğretim teknolojileri bölümleri piyasanın 1-2 popüler söylemine (robotik ya da kodlama gibi) eklemlenmiş âtıl bölümler olmaya devam edecek hem de mezun olan öğretmenler kendisinden bekleneni vermekten çok uzak kalacaklardır.

4. Son olarak değil ama belki de ilk sırada şu gerçeğin altını çizmek isterim: Öğretmenlere kendilerini çok değerli hissettirmemiz gerekiyor.  Hem onları bu mesleği seçerken hem onları bu meslek için yetiştirirken hem de bu mesleği uygularken öğretmenlere kendini değerli hissettirmek zorundayız.  Öğretmen sınıfta kendini coşkulu, motive olmuş ve kendine değer verilen kişi olarak hissederse öğrencide aynı hisseder.  Çünkü iyi duygular bulaşıcıdır.  Bunu başarabilmek için de eğitimin toplumda gördüğü değeri artırmamız lazım.  Eğitimi gereksiz ve zaman kaybı gibi algılatıp, aslında okula gidip diploma almaktansa 1-2 sertifika ile hayatta başarılı olunabileceği algısını yayarsak bu dediklerimizin hiçbirini yapamayız.  Sanayi Devrimi ile okullarımızı fabrikalar gibi tasarlamıştık ve bu tasarımının en doğru tasarım olduğundan da çok emindik.  Şimdi ise okullarımızı IT firmaları gibi tasarlamak konusunda çok kararlıyız.  Sanayi devrimi ürünü okullarla geldiğimiz nokta bu iken, yeni söylem ama aynı yöntemle nereye varmayı umuyoruz ki?  Unutmayalım ki eğitim insan içindir, insana dairdir. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları