Mutfağın kapısı kapalı

07 Haziran 2020 Pazar

Mutfağın kapısı kapalı. İçeride yalnızım. Düşünüyorum.

Tezgâhın üstünde, tam ortada kocaman bir leke var, gözüm ona takılıp kalıyor.

Oturduğum bu sandalyeden kalkıp elime bir sünger almalı, musluğu açıp deterjanı süngerin üstüne döküp bu tezgâhı uzun uzun ovmalıyım.

Ovmaya başlamadan önce lekenin üstüne biraz su döküp ıslatmalıyım ki daha kolay çözülsün. Sonra deterjanı lekenin tam üstüne ne az, ne çok damlatmalıyım.

Dikkatimi lekeden bir an bile başka bir yere çevirmeden lekenin içinde kaybolacak kadar odaklanmalıyım yaptığım işe.

Ovmalı, ovmalı, ovmalıyım o küçücük lekeyi. Zihnimde o lekenin içine girmeli, oradan derin bir kuyuya inmeli, kaybolmalıyım o derinlikte.

Uzun uzun düşünecek çok şey olduğunda indiğim o kuyuya tekrar inmeliyim.

Oğlumdan önceki hayatımda çok cesur olduğumu, bu yüzden de hayatın beni bunun için ödüllendirmesi gerektiğini düşünüyormuşum. Bunu şimdi anlıyorum.

Oysa tam da bunun için cezalandırıldım belki de. Gerçek cesaret nedir, bunu öğrenme okuluna kaydım yapıldı. Sınıf tekrarı bile değil, ta en baştan başladım her şeyi öğrenmeye.

Ondan önceki kırık yıllık hayatta öğrenemediklerimi geri kalan belirsiz zamana nasıl sığdırabileceğimi bilemeden bazen hızlı, bazen boş vermişçesine ağır ağır ilerliyorum.

Taha’nın haberini alınca belki de içten içe beklenen bir sonu duymak beni o an için hissizleştirdi. Tam tersi bir haber gelir diye umutla bekleyen yanıma bu ihtimali sezdirmemeye çalıştığımdan ilk anda tepki bile veremedim.

Sonra bu büyük haksızlığa öfkelendim. Ölüm herkes için kaçınılmaz son ama yaşadı mı ki ölsün dedim kendi kendime.

Huzur vermedik ona, insan olduğunu ve sırf bu yüzden hak ettiği çok şey olduğunu hissettiremedik. Çünkü otizmliler bu toplumda bu kadarcık bir hakka bile sahip değiller maalesef. 

Eşitlik, adalet diye konuşurken büyük büyük cümlelerin içinden geçirdiğimiz kelimelerle muhtemelen hiç tanışmadı bile. Çünkü bu ülkede otizmliler eşit insanlar gibi yaşayamıyor. 

Kıymetini bilemedik, bir “insan” gibi davranamadık ona, kaybolduğunda onu sokakta görenler eline bir kraker tutuşturdu, kenara çekip bir polis çağırıp sahip çıkalım diye düşünmedi, düşünemedi bile.

Şimdi sadece son günlerinde, kaybolduğunda herkes onu ararken bir hayalet gibi gelip geçerken kameralara yakalandığı kısa birkaç an kaldı geriye.

Sessizleştim.

Söyleyecek çok şey olunca insan konuşamıyor. Boğazımda isyan etmek isteyen bir çığlık, kalbimde o isyanı sessiz bir şefkatle okşayarak dizginleyen bir el.

Mutfağın kapısı kapalı. İçinde yalnızım. Düşünüyorum.  

Hayyam’ın dizeleri geliyor aklıma.

“hiçbir şey bilmiyorlar

bilmek istemiyorlar!

şu cahillere bak,

dünyanın sahibi onlar!”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları