Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nin kararını da tanımayarak, Can Dündar ve Erdem Gül hakkında açılan davaya müdahil olmak suretiyle bu meseleyi ne kadar kişiselleştirdiğini açığa vurmuş oldu. Bir devlet başkanının bu noktaya gelmesinin ülkesi açısından ne kadar sağlıklı bir şey olduğu ayrı bir tartışma.
Erdoğan’ın Dündar ve Gül’ün duruşmasını izleyen İstanbul’daki Batılı başkonsoloslara duyduğu öfkenin nedenini anlamak da zor değil. Bu dava Türkiye’nin sınırlarını çoktan aştı ve kalkınmış dünyanın Türkiye ile ilişkilerindeki gündemine giderek daha fazla oturuyor.
ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Türkiye’ye yaptığı ziyareti sırasında Dündar’ın ailesi ile görüşmesi, son olarak da Brüksel’deki Türkiye-AB zirvesi sırasında misyon şefleri dahil olmak üzere Batılı diplomatların topluca Dündar’ı ziyaret etmeleri de bunu gösteriyor.
Mülteci meselesi nedeniyle bu konuda sessiz kalıyor gibi görünen Avrupa suskunluğunu ancak bir yere kadar sürdürebilecek. Özetle konu Batı’nın gündemine oturdukça, Erdoğan’ı ve son dönemde ne hikmetse sık sık “Türkiye’nin Avrupalı olduğunu” vurgulayan Başbakan Davutoğlu’nu zorda bırakıyor.
Mahkeme, “yukarıdan gelen baskılarla” 1 Nisan’da Dündar ve Gül hakkında olumsuz bir karar verecek olursa, bunun Türkiye’nin gelişmiş ülkeler nezdindeki itibarına bir darbe daha indireceği kesin. Hal böyle olunca bu meseleyi kişiselleştirmiş olan Erdoğan başkonsoloslara kızmayacak da ne yapacak?
Konsolosların Erdoğan’ın “Siz kimsiniz! Yetkiniz konsolosluğun sınırlarında bitiyor, gerisi izne tabi” çıkışına verecekleri yanıt elbette ki hazır. Görev yaptıkları ülkenin devlet başkanına diplomatik olmayacağı gerekçesiyle doğrudan yanıt vermezler tabii.
Bu yanıt büyük olasılıkla başkentlerinden gelecek. Yanıtın ne olacağı da konuya vâkıf olanlar açısından malum. “Diplomatımız Türkiye’nin de imzasını taşıyan 1961 tarihli Viyana Sözleşmesi ve bunun temelinde yatan mütekabiliyet esası çerçevesinde davranmıştır.”
Başka bir ifadeyle Erdoğan’ın sözleri doğru değil. Türk diplomatları bulundukları ülkelerde hangi haklardan yararlanabiliyorlarsa yabancı diplomatlar da Türkiye’de çizilen sınırlar içinde aynı haklardan yararlanıyorlar.
Erdoğan 1998 yılında okuduğu bir şiir yüzünden 10 ay hapse mahkûm edildiğinde kendisine destek için gelen diplomatlar da bu çerçevede davranmışlardı. Erdoğan’ın o sırada “Sen kimsin!” diye çıkıştığını hatırlayan pek yok.
Tabii önde gelen dış politika uzmanlarımızdan Soli Özel’in önceki gün Habertürk’te işaret ettiği gibi, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit de, Erdoğan’ı ziyaret eden ABD Başkonsolosu Carolyn Huggins’i benzeri bir şekilde eleştirmişti. Günümüzün konusu olmasa bile bir parantez açıp nesnellik adına bunu da hatırlatmak gerekiyor.
Erdoğan’ın, iktidara gelmesinden sonra diplomatlar ve diplomasi ile çok barışık olmadığını biliyoruz. Bırakın Ankara’ya yeni atanan ve Türkiye’yi çok iyi bilen ABD Büyükelçisi’ni “acemi büyükelçi” diye aşağılamasını, sonuçta kendi diplomatlarımızı bile “monşerler” diye aşağılamış ve yabancı ülkelerde kalabalıklar önünde azarlamıştır.
Kuşkusuz diplomasi ve sevmediği kuralları olmasa Erdoğan ve destekçileri çok daha memnun ve mesut olacaklar. Fakat ne yazık ki böyle bir şey asırlardır var ve onlar sevmiyor diye değişecek veya ortadan kalkacak değil.
Öte yandan, Erdoğan ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ açısında ortada bir çelişki var. Davayı sadece izleyen başkonsolosları “mahkemeyi etkilemeye çalışmakla” suçluyorlar. Güzel de, bugüne kadar kendilerinin bu dava daha sürerken yaptıkları açıklamalara ne demeliyiz?
Ülkenin en yüksek mahkemesinin bu konudaki tarihi nitelikli kararını bile gayet açık ve sert ifadelerle “tanınmadıklarını” dile getirdikleri herkesçe biliniyor. O zaman kimlerin aslında Dündar ve Gül’ün davasını gören mahkemeyi etkilemeye çalıştığı aleni bir şekilde ortada değil mi?
Erdoğan sevmese de diplomasi kuralları değişmez
Yazarın Son Yazıları
Kahraman’ın sözleri yararlı oldu
Gül’ün adı niçin yok?
Dış politikada demagojiye devam...
Çağdaşlık treni kaçıyor
Erdoğan’ın istediği sonucu alması zor görünüyor
Batı'nın tonu giderek sertleşiyor
Türkler Preet Bharara’yı niçin bu kadar çok seviyor?
Akılcı perspektiflerin kaçınılmaz zorunluluğu
Erdoğan’ın ABD ziyareti
Erdoğan’a diplomatik ‘mukabele-i bilmisil’
Erdoğan sevmese de diplomasi kuralları değişmez
Belçika’yı topa tutarken kendi zafiyetlerimizi unutmayalım
Ülkenin gidişatı hiç de parlak değil
Anlaşmayı ciddi zorluklar bekliyor
Liderler ‘yıkım senaryolarından’ medet ummamalı
Gün elbirliği ile çözüm arama günüdür
Mülteci anlaşmasının ‘getirisi’ ve ‘götürüsü’
Davutoğlu’nun İran ziyareti...
PYD’nin durumu sanıldığı kadar sağlam görünmüyor
Gerçek gazetecilere karşı yürütülen algı operasyonu
Yoksa AKP Sünni Araplara güvenmiyor mu?
Etrafımızdaki çember daralıyor
Ortadoğu bataklığına sürüklenmemeliyiz
Umarız ‘büyüklerimiz’ ne yaptıklarını biliyorlar
AKP’nin Türkiye için yarattığı Suriye hezimeti
Suriye gerçeğini ‘Eyli meyli’ çıkışlarla anlamak mümkün değil
Erdoğan'a sitemden başka seçenek kalmadı
Rusya ile çatışma olasılığı yabana atılamaz
Türkiye’nin PYD baş ağrısı bitmiş değil
Türkiye’nin PYD sınavı
Biden ziyareti anlaşmazlıkların altını çizdi
Davutoğlu’nu dinleyen var mı?
Davutoğlu’nun çıktığı Avrupa turunun arka planı
‘Akıllı dış politikanın’ kaçınılmaz önemi
AKP ‘coğrafyanın intikamı’ ile tanışıyor
Türkiye adına kim konuşuyor?
Türkiye Cumhuriyeti’nin içine düşürüldüğü vahim durum
Dış politikada zor bir yıl bekliyor bizi
Bölge yeniden şekillenirken Türkiye’nin rolü ne olacak?
Amerika’daki Donald Trump vakıası