Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Latin Amerika dönüşünde uçaktaki gazetecilere Ankara’nın Suriye politikası konusunda ilginç açıklamalarda bulunmuş. İlk etapta “1 Mart tezkeresinin geçmemesi hatalıydı, Suriye’de aynı hatayı yapmayalım” sözleri dikkat çekiyor.
Bu “hatayı” tekrarlamamak için Ankara’nın ne yapacağı konusu şimdi haklı olarak birçok kişi tarafından, üstelik endişeyle, merak ediliyor. Bu sözler “Suriye’ye girip gereken tedbirleri almalıyız” anlamında söylendiyse, bu kez “Peki, bu iş Rusya, Suriye ordusu, IŞİD ve YPG ile çatışmadan nasıl olacak” sorusunu akıllara getiriyor.
Erdoğan’ın ABD’ye dönük “Ben miyim senin ortağın, yoksa Kobani’deki teröristler mi?” şeklindeki çıkışı ise sanki bu konuda Washington’un desteğine güveniyormuş hissini veriyor. Ancak bu çıkışın karşılık bulması mümkün değil.
Washington PYD/YPG ile kurduğu askeri ortaklıktan vazgeçmeyeceğini açıkça göstermeye devam ediyor. Bu arada, Türkiye’nin Suriye’ye tek başına müdahalesine veya Suudi Arabistan, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri ile kuracağı bir koalisyonla müdahale etmesine karşı olduğunu da açıkça söyledi.
Bu gelişmeler Erdoğan’ı kızdırıyor olabilir ama Ankara’nın elinde hiçbir kart kalmadı. Çaresizce gelişmeleri izlemek ve yeni bir mülteci akını ile nasıl başa çıkabileceğini merak etmekten başka seçeneği yok.
Erdoğan’ın Suriye’de olup biteni henüz tam olarak kavrayamadığını gösteren asıl sözleri ise Rusya’ya dönük bildik ünlemi ile başlayan “Ey Rusya, senin burada sınırın mı var, soydaşların mı var? Neymiş, Esed çağırmış” şeklindeki çıkışıdır.
Rusya’nın elbette ki Suriye ile sınırı yok. Orada soydaşları da yok. Fakat geçmişi 1960’lara kadar uzanan stratejik siyasi ve askeri ilişkileri var. Baas rejiminin sözde sosyalist ideolojisi ise Soğuk Savaş boyunca bu ilişkinin temelini oluşturdu.
Başka bir deyişle Rusya, Erdoğan’ın yansıtmaya çalıştığı gibi Suriye’ye o ülkedeki iç savaş çerçevesinde yeni gelmiş değil.
Türkiye Mart 2011’de patlak veren Suriye krizinde ülke gerçeklerine uymayan politikalar izlerken ve bu yüzden sürekli kaybederken, Rusya daha ilk günden Esad rejiminin arkasında durduğunu ortaya koyarak, kendi stratejik çıkarları açısından son derece tutarlı ve tahmin edilir bir politika izledi.
Kısacası, “Esad rejiminden ve Suriye’de bulunan ve Doğu Akdeniz’deki askeri varlığımın ana direklerinden birini oluşturan bu ilişkiden vazgeçmem” dedi. Bu siyasetini BM Güvenlik Konseyi’nde önce siyasi olarak, daha sonra da doğrudan müdahale ederek askeri açıdan sürdürdü. Suriye’de bugün kimlerin kazandığı, kimlerin kaybettiği ise apaçık ortadadır.
Bu gidişle Ankara, istese de istemese de, yakında hem Esad rejimi, hem de ABD tarafından kurulan ve ağırlıklı olarak Kürtlerden oluşan Suriye Demokratik Meclisi adlı yapı ile sınır komşusu olacak.
ABD’nin Kuzey Suriye’de Rusya’yı durdurma gibi bir niyeti olmadığı da kesin. Hatta oradaki Türkiye’nin de desteklediği bazı İslamcı grupları görünce, bunu açıkça söylemese de, bölgenin “tanımadığı, değil, tanıdığı şeytanın” eline geçmesine razı görünüyor.
ABD’nin Rusya’nın kendisine saha kazandığı bir bölgede, Türkiye uğruna PYD’yi feda etmesi de mümkün değil. Nitekim Kobani’de ABD’li üst düzey yetkililerin kısa bir süre önce kimlerle görüşmeler yaptığını ve ortaya ne tür görüntülerin çıktığını konuyu takip eden herkes biliyor.
Özetle bu karmaşık meseleyi “eyli meyli” çıkışlarla ve hayalperest bekleyişlerle anlamak mümkün değil. Ankara’nın başından beri hatalı olan Suriye politikasının ülke olarak aleyhimize olan sonuçları çorap söküğü gibi geldi ve daha epey bir sürece devam edeceğe benziyor.
Suriye gerçeğini ‘Eyli meyli’ çıkışlarla anlamak mümkün değil
Yazarın Son Yazıları
Kahraman’ın sözleri yararlı oldu
Gül’ün adı niçin yok?
Dış politikada demagojiye devam...
Çağdaşlık treni kaçıyor
Erdoğan’ın istediği sonucu alması zor görünüyor
Batı'nın tonu giderek sertleşiyor
Türkler Preet Bharara’yı niçin bu kadar çok seviyor?
Akılcı perspektiflerin kaçınılmaz zorunluluğu
Erdoğan’ın ABD ziyareti
Erdoğan’a diplomatik ‘mukabele-i bilmisil’
Erdoğan sevmese de diplomasi kuralları değişmez
Belçika’yı topa tutarken kendi zafiyetlerimizi unutmayalım
Ülkenin gidişatı hiç de parlak değil
Anlaşmayı ciddi zorluklar bekliyor
Liderler ‘yıkım senaryolarından’ medet ummamalı
Gün elbirliği ile çözüm arama günüdür
Mülteci anlaşmasının ‘getirisi’ ve ‘götürüsü’
Davutoğlu’nun İran ziyareti...
PYD’nin durumu sanıldığı kadar sağlam görünmüyor
Gerçek gazetecilere karşı yürütülen algı operasyonu
Yoksa AKP Sünni Araplara güvenmiyor mu?
Etrafımızdaki çember daralıyor
Ortadoğu bataklığına sürüklenmemeliyiz
Umarız ‘büyüklerimiz’ ne yaptıklarını biliyorlar
AKP’nin Türkiye için yarattığı Suriye hezimeti
Suriye gerçeğini ‘Eyli meyli’ çıkışlarla anlamak mümkün değil
Erdoğan'a sitemden başka seçenek kalmadı
Rusya ile çatışma olasılığı yabana atılamaz
Türkiye’nin PYD baş ağrısı bitmiş değil
Türkiye’nin PYD sınavı
Biden ziyareti anlaşmazlıkların altını çizdi
Davutoğlu’nu dinleyen var mı?
Davutoğlu’nun çıktığı Avrupa turunun arka planı
‘Akıllı dış politikanın’ kaçınılmaz önemi
AKP ‘coğrafyanın intikamı’ ile tanışıyor
Türkiye adına kim konuşuyor?
Türkiye Cumhuriyeti’nin içine düşürüldüğü vahim durum
Dış politikada zor bir yıl bekliyor bizi
Bölge yeniden şekillenirken Türkiye’nin rolü ne olacak?
Amerika’daki Donald Trump vakıası