Üstün Dökmen

Ailelerde muğlak kayıplar

16 Ekim 2022 Pazar

“Muğlak kayıp” kavramı, Pauline Boss tarafından ortaya atılmıştır. Büyük bir ihtimalle birisi ölmüştür ancak ortada cesedi yoktur, bir gün döneceği umuduyla yakınları belirsiz bir bekleyiş için girerler. Boss buna başlangıçta “Muğlak kayıp” dedi, zaman içinde ise kayıp tanımının kapsamını genişletti.

Aşağıda, Boss’un Muğlak Kayıp* adını taşıyan kitabındaki görüşlerini kendi yorumlarımı da katarak özetlemeye çalışacağım. Ben muğlak kayba, “ailede muğlak kayıp” demekten yanayım. Çünkü orduların, küçük grupların da muğlak kayıpları olabilir ancak hiçbir kurum muğlak kaybının acısını bir aile kadar derinden yaşayamaz.

MUĞLAK KAYIP TÜRLERİ

Boss’un kitabına göre muğlak kayıpları dört gruba ayırmak mümkün.

1. Cesedi olmayan ölü: Gençliğimde kaybolan çocuklarını ağlaya ağlaya arayan bazı annelerin, “Ya ölüsünü ya dirisini bulayım” dediklerini duymuş, bu isteğe çok anlam verememiştim. Şimdi bu yakarışı daha iyi anlıyorum. O anneler için çocuklarının ölülerini bulma ihtimali çok korkunçtu şüphesiz, ancak daha korkunç bir şey vardı, bu da çocuklarının akıbeti hakkında hiçbir bilgi edinememe ihtimaliydi.

Yüzyıllarca savaşlarda bazıları döndüler, bazıları öldüler, bazı askerler ise savaş sonunda geri dönmediler, ancak öldükleri ailelerine resmen bildirilmedi, öldüklerini gören arkadaşları da yoktu. İşte bunlar aileleri için muğlak birer kayıptı. Az sayıda kayıp kişi yıllar sonra çıkıp gelir, esir düşmüştür, bir kıtayı yürüyerek aşıp gelmiştir; annesi, eşi onu tanımazlar ama sonunda sağ salim dönmüştür.

Tek tük ortaya çıkan bu olaylar muğlak kayıpları olan aileleri hayat boyu beklenti içinde bırakır, “Niçin bizimki de bir gün çıkıp gelmesin?” derler. İki Dünya Savaşı’nda, Avrupalılar, Amerikalılar, Japonlar, Nazi Almanyası’nda Yahudiler, daha eskilerde Kızılderililer, ülkelerinden kaçırılıp köleleştirilen siyahiler, yakın zamanlarda Kamboçyalılar, Vietnamlılar, Tibetliler, Ruandalılar, Stalin döneminde Kırım Türkleri, Ahıska Türkleri, son yüz yılda Osmanlı ve az önce Bosnalılar muğlak kayıplar verdiler. Bitmedi, günümüzdeki Cumartesi Annelerinin çocukları da muğlak kayıp sayılıyor şimdi.

Altmışlı yıllarda Küçük Ayla kaybolmuştu, bulanamadı. Bütün Türkiye onu merak etti, annem babam bile yıllar sonrasında Ayla’nın bir gün yetişkin halde ortaya çıkmasını ummuşlardı.

Muğlak kayıp, başı, sonu belli olmayan farklı bir yas sürecini başlatır. Ortada bir kayıp olup olmadığı net değildir; bir ölü, ne vardır ne yoktur. İnsanların yakınlarını kaybetmeleri acıdır, ancak muğlak kayıpta farklı bir acı yaşanır. Farklı kültürlerde somut kayıplarla baş edebilmek için belirli rutinler vardır, örneğin bizim kültürümüzde yedisi, kırkı vardır, mevlut vardır. Muğlak kayıplarda mevlut okutamazsınız, çünkü emin değilsinizdir.

Sabahattin Ali büyük ihtimalle öldürülmüştür ancak cesedi bulunamamıştır. Kızı, değerli kültür insanımız Filiz Ali, yıllar süren muğlak yasını sonunda şöyle halleder: Büyük bir kayanın üzerine yerleştirdiği mermere babasının “Başım dağ, saçlarım kardır, benim meskenim dağlardır” şiirini yazdırır ve artık babasının fiziksel anlamda değilse bile dağlarda özgür olarak dolaştığına inanır.

2. Fiziksel olarak evde ancak psikolojik olarak hiçbir yerde: Bu tür muğlak kayıplar demans, alzheimer ve benzeri akıl sağlığı sorunlarında ortaya çıkar. Bu tür hastaların yakınları farklı bir acı içine girerler, sevdikleri yanlarındadır ancak onlarla iletişim kuramazlar, en kötüsü hasta olan yakınları artık onları tanımamaktadır.

3. Boşanma ne ölçüde bir ayrılmadır: Boss, birçok boşanmanın bir tür muğlak kayıp sayılabileceği görüşündedir. Uzun süre birlikte yaşadıktan sonra ayrılan çiftler ne yazık ki resmi evraklarda ayrılmış gözükseler de psikolojik anlamda her zaman ayrılmış olmuyorlar. Bazı boşanmış kişiler, eski eşleri için “Artık benim için var mı yok mu? Varsa ne kadar var” sorusunu soruyor galiba. Bu türden sorular ayrılığı muğlak hale getiriyor. Bence ayrılığın muğlak olması boşanan kişinin ille de eski eşini sevdiği anlamını taşımıyor. Gözlemlendiği kadarıyla insanlar ayrıldıkları partnerlerini çoğunlukla kötü anılarını tazeleyerek yaşamlarında tutuyorlar. Yani bitirilmemiş işler, farklı bir söyleyişle “kapanmamış hesaplar” psikolojik ayrılmayı muğlak hale getiriyor.

4. Uzaklara gitmek: Bazı aile üyeleri çeşitli nedenlerle yakınlarını terk edip uzaklara, bazen okyanus aşırı ülkelere giderler. Boss’a göre bu durum hem kalanlar hem de gidenler için genellikle muğlak bir ayrılık sayılır. Bir zamanlar İrlandalı gençler kitleler halinde Amerika’ya göç ettiler, bu durum onları bir daha göremeyeceklerini düşünen geri kalanlar için muğlak bir ayrılıktı. Gitmişlerdi, hayattaydılar ancak fiziksel anlamda yoktular. Bence aileden ayrılma bir zamanlar çok dramatik bir sorunken günümüzde, yolculukların kolaylaşmasından ve görüntülü konuşmalardan ötürü daha az zedeleyici olmaktadır.

AYRILIK KAVGALARI

Yazarın değindiği benim de gözlediğim ilginç bir olay var. Yurt dışına uzun süreliğine giden, aylarca dönmeyecek gençler ile aileleri, ayrılma öncesindeki hafta içinde çok sert kavga ediyorlar. Bazen de ölümcül hastalar ile yakınları benzer şekilde kavgalar yaşıyorlar. Bu kitabı okuyana kadar bu kavgalara anlam veremiyordum. Boss’un kitabını okuduktan sonra, ayrılık öncesinde tarafların duydukları kaygıları hafifletmek için çatıştıklarını düşünmeye başladım.

Belki de birinci durumda muğlak bir kayıp öncesinde, ikinci durumda ise gerçek bir kayıp öncesinde, insanlar ayrılacakları kişiyi aslında o kadar da çok sevmedikleri konusunda kendi kendilerini aldatmaya, ikna etmeye çalışıyorlar veya kendilerini terk ettikleri için onlara kızıyorlar. Bu ihtimali fark etmek ayrılık öncesi çatışmaları azaltabilir.

GELİBOLU’NUN YASI

Bugün muğlak kayıpları olanlara psikolojik destek konusunda çalışan uzmanlar var. İlginçtir, ruh sağlığı uzmanı olmayan bir büyük devlet adamı, sahip olduğu hümanizmasıyla binlerce annenin muğlak kayıp acısını azaltabilmişti. Gelibolu zaferinden sonra Anzaklı anneler, akıbetleri hakkında bilgi sahibi olamadıkları çocuklarına ilişkin muğlak kaybın acısını yaşıyorlardı, onların kemiklerine saygı gösterilip gösterilmediğini merak ediyorlardı.

Atatürk onlara özetle, “Anzaklı analar göz yaşlarınızı dindiriniz, artık evlatlarınız bizim de evlatlarımız olmuşlardır” diyerek mektup gönderdi. Anzaklı anneler ise yazdıkları cevabi mektupta Atatürk’e, “Artık siz bizim de Atamızsınız” dediler. Hiçbir psikoterapi seansı, muğlak kayıp acısını azaltmada kıtalar arasında düzenlenmiş böylesine bir törenden daha başarılı olamaz.

* Boss, P. (2021) Muğlak Kayıp. Çev. editörü B. Kırlangıç Şimşek. Ankara: Bilim ve Sanat.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Ütopya ve maarifimiz - I 12 Mayıs 2024
Aşil topuklarımız 5 Mayıs 2024

Günün Köşe Yazıları