Zeynep Miraç

Heykeli 'yıkılacak' adam

10 Ocak 2016 Pazar

“Heykeli dikilecek adam” diye bir tabir vardır, Mehmet Aksoy için “heykeli yıkılacak adam” demişler sanki.

1970’lerden bu yana hep fırtınalarla boğuşuyor, heykelin bayrağını dik tutmak için durmadan mücadele ediyor. Tıpkı birkaç gün önce bir heykelini güç bela yıkımdan kurtardığı gibi...

Acaba şanssız mı Mehmet Aksoy? Türk Dil Kurumu sözlüğünden “şans”ın karşılığına bakıyorum, “Mantıkla açıklanamayan birtakım rastlantısal olayların nedeni olan güç” yazıyor. Mantıkla açıklanacak gibi değil amenna, ama rastlantı da denemez. Taammüden çıkarılmış engeller onun önündekiler.

Hayata konfor içinde başlamadı. Ama sızlanmadan zorlukların üstesinden gelmeyi bildi. 1939’da, Hatay’ın Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katıldığı yıl Yayladağı’nda doğdu. İlk resmini yaptığında ilkokul birinci sınıftaydı; bir tarla kuşu... Acaba öğretmeni o resmi sınıf sınıf gezdirip herkese göstermese başka bir gelecek mi çizerdi kendine?

11 yaşını doldurduğunda yol göründü, kasabada ortaokul ve lise yoktu. Liseyi arkadaşlarının resim ödevlerini yapıp harçlığını çıkararak bitirdi. Tek bir hayali, tek bir hedefi vardı: Ressam olmak. Akademi’nin sınavlarına girdiğinde o kadar heyecanlıydı ki Zeus’un başını çizmeyi bitiremedi, ama tek gözlü Zeus ona geleceğin kapısını araladı.

Ressam olmaktı hayali ama Şadi Çalık’ın bir sözüyle dünyası değişti: “Boşver resmi, sen heykeltıraş olmalısın”. Seyyar satıcılıktan tutun da tabelacılığa kadar türlü iş yaparak bitirdi okulu. 1970’te devlet bursuyla Londra’ya gitti ve dünyası şaştı. 30 yıldır üzerinde yaşadığı toprakların kültürünü İngiliz müzelerinde öğrendi. Londra’dan Berlin’e gitti, zihnini hazırladı. 1970’lerin ortasında Türkiye’ye döndüğünde belki de tek mücadelesinin ilham perisiyle olacağını sanıyordu. Onu daha fazlası bekliyordu.

 

‘Atatürk değilse kim bu?’

1976 Haziran’ında, yirmi sanatçı Antalya Festivali’ne katıldı. Şehrin dört bir yanında resimler, heykeller yapacaklardı. Başladılar çalışmaya; Antalyalılar geliyor, gidiyor, bakıyor, soruyor, konuşuyordu. Mehmet Aksoy, belediyenin önündeki meydanı seçmişti. Bir işçi ile kucağında tuttuğu çocuğunun heykeliydi yaptığı. Model olarak yandaki inşaatta çalışan bir işçiyle lokantada çalışan bir garson çocuğu almıştı. Çalışırken yanına gelenler hep aynı soruyu soruyordu:

- Kim bu? Atatürk mü?

- Hayır, işçi.

- Ne yapmış bu adam da heykelini dikiyorlar?

 

Yarışma kaybettiren kalpak

Çalışarak geçen haftaların ardından bir sabah uyandılar ki, duvar resimlerinin üstüne boya atılmış, Mehmet Aksoy’un heykeli ise yıkılmış. 22 Haziran 1976 tarihli Milliyet, eserleri “sol yönden işlendikleri gerekçesiyle sağcı bir grubun sabote ettiğini” yazıyordu. Yalnızca anonim bir sağcı grup değildi fail, dönemin Antalya Valisi Nihat Oğuz Bor, Atatürk Spor Salonu’nun duvarına ressam Cihat Varol tarafından yapılan İşçi Analar ve Çocukları başlıklı resmi fazla sol bulup brandayla kapattırmıştı.

Mehmet Aksoy çevreden gelen destekle heykeli bir kez daha yaptı, belediyenin önünde ancak dört yıl geçirebilen İşçi ve Çocuğu, 12 Eylül darbesinin ardından kaldırıldı. Aynı dönemde Orhan Taylan’ın Belediye İşhanı’nın duvarına resmettiği Prometheus’un İnsanlara Ateşi Getirmesi de Kenan Evren’in emri üzerine boyayla kapatıldı, yerine Atatürk rölyefi kondu.

Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi zaten. Darbeden kısa süre önce,TBMM bir heykel yarışması düzenlemişti. Doğumunun 100. yılına, 1981’e yetişecek bir Atatürk heykeli yapılacaktı. Mehmet Aksoy yarışmada ilk 10’a kaldı, sonuçların açıklanmasını beklediği günlerden birinde Arnavutköy’de balık tutarken yanına bir polis yaklaştı. Öpmek için Aksoy’un eline davrandı ve müjdeyi verdi: “Yarışmada birinci olmuşsun. Seni yarın Ankara’dan bekliyorlar”. Uçarak eve döndü. Sevinci akşam haberlerine dek sürdü, çünkü orada açıklanan ad kendisininki değildi. İkinci olmuştu.

Hikâyeyi yıllar sonra öğrendi. Mehmet Aksoy’u birinci seçen jüri, sonuçları göstermek için Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Meclis Başkanı Cahit Karakaş’ı davet etmişti. Kenan Evren, Mehmet Aksoy’un kalpaklı Atatürk’ünü Nâzım Hikmet’in Kuvayi Milliye Destanı’nda çıkmış bir figür olarak görünce duruma el koymuştu. ‘Komünistliği’ her yanından belli olan böyle bir heykeli Meclis bahçesine dikmek olacak iş miydi?

 

‘Böyle sanatın içine...’

Askeri yönetimden darbe yiyen Mehmet Aksoy, askeri vesayete savaş açan bir anlayışın hedefi olmaktan da kurtulamadı. Yıl 1994, yer Ankara. Aksoy’un Altınpark’ta bir heykeli vardı, adı Periler Ülkesinde. Peri padişahının kızıyla âşık olduğu çocuğun periler ülkesine uçmalarını anlatıyordu heykel. Ne var ki dönemin Refah Partili Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek bu çifti “muzır” buldu ve “böyle sanatın içine tüküreceğini” beyan edip heykeli parktan kaldırdı.

Gerçi bu insanlık için şaşırtıcı ancak Türkiye için sıradan bir hareketti. Zira 1973 yılında, Cumhuriyet’in 50. yaşı için yapılan heykellerden biri olan Gürdal Duyar’ın Güzel İstanbul’u, dönemin İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk tarafından “Türk anasına hakaret” olarak tanımlanmış ve derhal Karaköy Meydanı’ndan alınıp Kumkapı sahiline bırakılmıştı. Şimdi Yıldız Parkı’nda, ücra bir köşede yer alıyor.

1982 yılında açılan, Hakkı Atamalı’ya ait İlk Adım ve Atatürk anıtındaki genç figürler de Samsun’u ziyaret eden dönemin Devlet Başkanı Kenan Evren’in talimatıyla, çıplak oldukları gerekçesiyle kaldırılmıştı. Heykeller 2000 yılında yeniden yerleştirildi, bu kez de İlkadım ilçesinin ANAP’lı Belediye Başkanı Necmi Akkoyunlu durumdan rahatsız olup “Heykeller zaman içinde muzırlıktan mı kurtuldu yoksa toplumsal ahlaka uygun hale mi geldi?” sorusuyla itiraz etti.

 

‘Vura vura heykel olur’

Mehmet Aksoy, Periler Ülkesinde’nin hakkını savunmak için Melih Gökçek’e dava açtı ve üç yıl süren yargılamanın ardından mahkeme “Eserin yerine konmasına ve Gökçek’in manevi tazminat ödemesine” hükmetti. Heykel ancak 2011’de yerine döndü, hasar görmüştü. Aksoy tamir etmeyi reddetti. Çünkü uğraşacak başka dertleri vardı.

Tam da o yıl bir başka eseri daha parçalandı: Can Yücel’in mezarı. Aksoy, 2000 yılında Datça’ya kilolarca mermer taşıyarak inşa etmişti mezarı. Üzerinde Can Yücel’in şu cümlesi vardı: “Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi”... Anne karnında bir bebek duruyordu taşın orta yerinde, daha yalansız kim olabilirdi ki? Ve heykelden mezara kıvrıla kıvrıla bir su akıyordu. Saldırı Can Yücel’in ölüm yıldönümünde mezara şarap dökülmesi ve AKP Datça İlçe Başkanı Ahmet Sedat Deniz’in “Biz kimsenin içkisiyle uğraşacak değiliz. İstedikleri kadar içip istedikleri kadar sarhoş olabilirler. Ama bunu yaparken milletimizin inançlarına, geleneklerine, manevi duygularına küfretmeye, hakaret etmeye kalkışmalarına da sessiz kalacak değiliz” açıklamasından sonra gerçekleşti. “Damlaya damlaya taş, vura vura heykel olur” diyordu ya Aksoy, oturdu bir daha vurdu mermere, yeni baştan yaptı Can taşını.

 

‘Haram parayı heykele yatırmam’

2011 Mehmet Aksoy için pek uğurlu gelmedi. Kars’ta tarihi bir heykel yapıyordu. İnsanlık Anıtı; ikiye bölünmüş bir insanı simgeliyordu: Türkler ile Ermenileri.

Kars’a yaptığı bir ziyarette anıtı gören dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, “Bu ucube yıkılacak” talimatını verdi ve heykel 2011 Nisan’ında “Allahuekber” nidaları arasında yıkılmaya başlandı.

Aksoy, Erdoğan’a dava açtı ve 10 bin liralık tazminat kazandı. Bu tazminatla yeni heykeller yapıp yapmayacağı sorusuna “Haram parayı heykele yatırmam” diye cevap verince bu kez Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle 4 yıl 8 aya kadar hapsi istendi.

İnsanlık Anıtı’nın yıkımının üzerinden hepi topu beş yıl geçti. Bu kez İstanbul’da, Ümraniye Soyak Kibele Evleri içerisindeki İki Çocuklu Toprak Ana heykeli yıkım tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Aksoy’un 12 yıl önce yaptığı heykelin bulunduğu alanın Milli Emlak’a ait olduğu gerekçesiyle belediye yıkım kararı almıştı. Mehmet Aksoy, belediyeye heykeli kendisi kaldırmak için başvuruda bulundu.

Sanat haberleri veren web sitesi Hyperallergic, ArtReview dergisinin Sanatta En Güçlü 100 listesine nazire olarak 2015’in ‘Sanatta En Güçsüz 20 Kişisi’ni belirlemiş. Sitenin Erdoğan’a hakaretten yargılanması nedeniyle listeye aldığı Mehmet Aksoy 5. sırada. Onun önünde IŞİD saldırısına uğrayan arkeologlar, Suudi Arabistan’da idam cezasına çarptırılan küratör Ashraf Fayadh, Charlie Hebdo saldırısında öldürülen karikatüristler var. Onlara güçsüz demek ne kadar doğru bilmem, belli başlı suçların kurbanı hepsi. Ve ne yazık ki her birinin faili saldırı gerekçesini İslama yüklüyor!

50. yıl sergisi için kaleme aldığı metinde “Sanatçı, kendi zamanını kendi gibi yaşarsa, sanatı da zamanın şahidi olur” diyordu. Mehmet Aksoy’un çağımızın şahidi olduğundan şüphe duyulabilir mi?

 

Ülke dışında yine engel

Yalnız Türkiye’de değil, dünyanın başka coğrafyalarında da engellemelerle karşılaştı Mehmet Aksoy. Bunlardan birini Can Dündar, geçen eylül ayında yaptığı Küba gezisinden sonra Cumhuriyet’te anlatmıştı. Aksoy, 2010 yılında bir Nâzım Hikmet heykeli yapmış, heykel 35 sanatçının eşlik ettiği bir geziyle Havana’ya getirilmişti. Şehirdeki Şairler Parkı’na yerleştirilmesi düşünülüyordu. Küba hükümeti heykelin dikilmesine karar vermişti ancak bir yer gösteremiyordu. Beş yıl geçti, heykeli saklayan Guillen Vakfı, onu Havana’daki Türkiye Büyükelçiliği’ne verdi. 390 kiloluk Nâzım heykeli hâlâ büyükelçilikte, bir sandığın içinde bekliyor. Bundan 27 yıl önce de Almanya’da bariyerler çıktı Aksoy’un karşısına. 1989’un 1 Eylül Barış Günü’nde, Batı Almanya’nın başkenti Bonn’un merkezine konmak üzere bir heykel yarışması açılmıştı. Yarışmayı Mehmet Aksoy kazandı ama Hıristiyan Demokratlar heykelin şehir meydanına yerleşmesine itiraz ettiler. Çünkü bu, Hitler ordusundan kaçan askerlerin anıtıydı. Hıristiyan Demokratlar’ın Alman ordusuna hakaret olarak kabul edip Bonn’dan kovdukları bu heykel, bir yıl boyunca TIR üzerinde Almanya’yı dolaştı. Şimdi ise Potsdam’da, barış imzasının atıldığı bir şehirde yaşıyor.

*Bu yazıda kaynak olarak “50. Yıl Mehmet Aksoy” kitabı ile Aydın Engin imzalı nehir söyleşi “Heykel Oburu”ndan yararlanıldı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kendine müslüman 25 Haziran 2016

Günün Köşe Yazıları