Büyük çöküş...

03 Ağustos 2018 Cuma

2008 yılında Wall Street mali krizi sırasında yaşananlar önce kitaplaştırılmış, ardından da filmi çekilmişti: Büyük Çöküş.
Yıl 2018... Ve Türkiye’yi en iyi özetleyen iki sözcük: Büyük çöküş...
Adalet dibe vurmuştu çoktan... Üzerine çöken bir ekonomi eklendi. Dış politika tamamen iflas... Eğitim rezalet... Medya bitik... Geçen hafta “tehlikenin farkında mısınız” diye sorup iklim değişikliğinin nasıl Türkiye’yi vurmaya başladığını yazmıştım. Betonlaşmanın, hesapsız inşaatların, dere kenarlarında yapılanmaların, kesilen ağaçların, denetimsiz yapıların, kısacası insan eliyle yapılan her türlü yanlışlığın bedelini doğa fazlasıyla ödetiyor bize.

Sağlık da dibe vurdu
Büyük çöküşün içinde sağlık sistemi de var. Geçen haftayı hastanelerde, kan verme kuyruklarında geçirince çöküşün boyutları hakkında daha iyi gözlem yapma fırsatı buluyor insan. Kan tahlili yaptırabilmek için en az 2 saat sıra beklemeyi, muayene için uzun kuyrukları bir kenara bırakıyorum. Devlet ve üniversite hastanelerinin yoğunluğundan ciddi hastalara bile aylar sonrasına randevu veriliyor olmasını da... Bunların hepsi sonuç.
Her masada büyük harflerle Beyaz Kod yazılı olması da... Doktorlara uygulanan şiddet de, hastalara kötü muamele de...
OECD ülkeleri arasında kişi başına düşen hekim, hemşire ve ebe sayısında son sıradayız ama buna karşın en çok MR kullanımı ve çekimi Türkiye’de. Sağlıkta dönüşümün beraberinde getirdiği performans sistemi, gereksiz muayene ve tetkik sayısını çok fazla artırmış durumda.
Doktorlar 8 saatlik mesai süreleri içinde 130’a yakın hastaya bakmak zorunda kalıyorlar. Doktorluk yapmak istemiyor artık doktorlar, zorlu ve aşırı çalışma saatleri, kölelik düzeninin bir parçası haline getirilmenin, mesleklerini tam anlamıyla yapamamanın sıkıntısını yaşıyorlar.
Ayrıca bu ülkenin nüfusunun yarısı, halen diğer yarısına şu ya da bu oranda sunulan sağlık hizmetlerine ya hiç ya da çok az, o da yalnız “acil” durumlarda ulaşabiliyor.
6 milyon 400 bin kişi ayda 60 liralık GSS primini ödeyemediği için sağlık hizmeti alamıyor.
Küçük bir örnek: Eczaneye bir adam girdi. Bir mantar ilacı sordu. Kalfa 17.5 lira deyince “Ödeyemem, kalsın şimdilik” dedi. O anda küçük bir sorun olduğu için ertelense de mantar tedavi edilmedikçe çok daha büyük sorunların, çok daha büyük maliyetli tedavilerin başlangıcı olacak...
Herkesin o ya da bu şekilde bir sağlık sorunu var. Şeker, obezite, kalp hastalıkları nüfusun büyük kesiminin hayatının bir parçası haline gelmiş durumda. Kanser vakaları sürekli artıyor. İnsanlar sürekli birtakım şikâyetlerle hastane kapılarında bekleşiyorlar.
Sağlık sistemimizin en önemli sorunu koruyucu, önleyici tıp üzerinde kurulmamış olması. Koruyucu sağlık hizmeti ile önemli oranda önlenebilecek birçok hastalık bulunuyor. Ama sağlığın piyasalaştırıldığı, küresel şirketlerin (ilaç, tıbbi cihaz, makine ve malzeme) devasa müşterisi hale getirildiği bu düzenin içinde kolay değil.
Büyük çöküşün içinde sağlığı da zincirin parçalarına ekleyince aslında hepsinin birbirinin içine geçmiş olduğu görülüyor: Yoksulluk ve cahillik, tüketilen gıdaların kalitesizliği, hava kirliliği, yanlış beslenme, çevre kirliliği yaratan atık sular, sağlıksız bir çöp toplama sistemi, çocuklarını doğru beslemeyi bilmeyen eğitimsiz ana babalar, dini gerekçelerle reddedilen aşılama sistemi...
Sonuç olarak bir toplumun değerlerinden, ekonomisinden, eğitim ve kültür düzeyinden bağımsız bir sağlık sistemi de olamaz. Olamadığını görüyoruz. Büyük çöküş zincirin halkalarına yenilerini ekliyor ve ne yazık ki daha da artacak...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Biz modern insanlar... 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları