Neyin mücadelesi kimin savaşı?

14 Ağustos 2018 Salı

Kriz koşullarının ağırlığı ve yarattığı duyarlılık verilen tepkileri de etkiliyor. Bazen 24 Haziran sonrasında iktidarın tacizkâr imalarının rövanşını alma isteğini tetikliyor, bazen duyulan endişenin büyüklüğü yapay ortaklıklar yaratıyor. Aynı gemideyiz çağrıları, vatan haini nidalarına karışıyor. Eleştiri sevinç, çaresizlik, küstahlık olarak anlaşılıyor. Açıkcası insanlara yön verecek veya onları rahatlatacak liderlikler de rasyonel bir sağduyu yerine hamasete yaslanıyor.

Kriz zemini zaten fazla sarih olmayan kavram dünyasını da iyice karmaşıklaştırıyor. Biraz körün fili tarifi gibi, yaşanan durumun nedenleri, sonuçları, tarifi ve isimlendirilmesi konusunda kavramlar uçuşuyor, gelişi güzel kullanılıyor. En yaygın kullanılan ve galiba en çok kafa karıştıranların başında da “emperyalist saldırı” ve “anti-emperyalizm” meselesi geliyor. En temel soru hep ortada kalıyor: Saldıranın kimliği ve niyeti saldırıya uğrayanı ve çatışmanın niteliğini tanımlamaya yeter mi?

Sağın anti-emperyalist geçmişi

Türk sağını besleyen ve kökleri Osmanlı’nın çözülme dönemine uzanan ideolojik çizgilerde kuvvetli bir anti-emperyalist geri plandan bahsedilebilir. Çok kolay harekete geçirilebilen beka kaygıları da gerçek bir çöküş deneyiminin ürünüdür. Ancak Türk sağı içindeki anti-emperyalizm, sol kavramsallaştırmanın hayli uzağında bir “düşman” tanımı üzerinde biçimlenir. Bu dış düşman tarifi, sömürü ilişkisinden çok kültürel (dini-etnik) olarak kendisinden farklı olanı işaret eder.

Özellikle soğuk savaş döneminin iki kutuplu dünyasında, Türk sağı kapitalist Batı’dan yana saf tuttu. Dönem dönem gerilimler ortaya çıkmış olsa da bu tercih sağ siyaset reflekslerini biçimlendirdi. 6. Filo’yu protesto edenlere saldırıdan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılmasına, 70’li yıllardaki çatışma döneminden 80’lerin neoliberal saldırısına kadar çok meselede bu tavır belirleyici oldu. NATO gibi Batı ile en kritik  anlaşmalar, sağ iktidarlarca zafer havasında yapıldı.

Türkiye sağının “işler yolundayken” değil de işler sarpa sardığında anti-emperyalizmi hatırladığı ve genellikle kendi savunmasını genişletmek için başvurduğu bir argüman olduğu söylenebilir. Hatta anti-emperyalizm şeklinde telaffuzundan da pek hoşlanılmaz. Genellikle sağ hareketlerin anti-emperyalist tutumları olduğuna ilişkin değerlendirmeler ya sol kavramları kullanarak iktidarları desteklemeye çalışan kalemlerden ya da anti-emperyalist damarı abartma eğilimindeki soldan gelir.

AKP’nin emperyalistlerle hikâyesi

Anti-emperyalist reflekslere söyleminde verdiği yer açısından AKP, sağ partiler yelpazesinde hayli gerilere düşer. AKP içinden çıktığı Milli Görüş hareketinden çok, farklı dönemlerde AP ve ANAP’ın temsil ettiği Batı kapitalizmiyle entegrasyon politikalarının heveslisi çizgiye daha yakındır. Zaten, sağ popülizm içindeki AB’ye ayak direyen Batı karşıtı direnci kırıp, küreselleşme için geniş bir rıza üretme iddiasıyla ortaya çıkmış ve dış muhataplarından destek görmüştü.  


Ekonomik programını dünyaya açılmak kadar, -belki daha çok- küresel sermayeye ülkeyi açmak olarak kurgulayan AKP, neoliberal model teklemeye başlayıp trend tersine dönene kadar emperyalizmi hiç mesele etmedi. Bu yoldaki uyarıları köhnemiş ideolojik takıntılar olarak aşağıladı, şimdikine benzer ablukalar geçirmiş iktidarları “ülkeyi bir tüpe muhtaç etmiş olmakla” daha 24 Haziran’da bile suçladı. Irak’ın işgalinde, Suriye ve Libya hamlelerinde de kampı belliydi.
Bugün de Erdoğan’dan, anti-emperyalizm kavramını duymak pek mümkün değil. Onurdan, kıskançlıktan, saldırıdan veya dik durmaktan söz eder ama emperyalist sömürüden asla. Son olarak NYT makalesinde de vefa görmemiş kadim dost havasını bırakmadığı görüldü. Çünkü, Türkiye’ye diz çöktürmek isteyen ABD’yi Suriye’ye, şimdi kendisini köşeye kıstıran finans hükümranlığını Türkiye’ye davet eden Erdoğan, bu tercihinden değil, sonuç alamamaktan pişman.

Anti-emperyalist olmak

Belirli bir tarihsel kesitte, belirli bir coğrafyada ve belirli bir durumda, söz konusu aktörlerin niyet ve sicillerinin uygun olup olmadığına bakılmaksızın onların pozisyonlarına ilişkin saptamalar yapılabilir. Yani bazen aktörlerinin tercihlerinden bağımsız ve bazen onların tercihleri hilafına bazı roller ortaya çıkabilir. Dolayısıyla, AKP ve Erdoğan da şimdiye kadar gösterdikleri performansa rağmen, ondan bağımsız ve zorunlu olarak bir emperyalist saldırı altında kalmış olabilir.

Peki bu durum Erdoğan’ı anti-emperyalist bir lider yapmaya ve herkesin etrafında kalkan oluşturması mecburiyetine yeter mi? Emperyalistlerle papaz olmak anti-emperyalist etiketini sağlar mı? Çeşitli gerekçelerle iktidarı desteklemeyi gerekli görenlerin bu kavramı istedikleri gibi kullanma hakkı var mı? Bir de ekonomik gerekçelerle açıklanamayacak sonuçlar saldırının kanıtıysa, savaşı ekonominin gerekleriyle açıklanamayacak kişi ve yöntemle yapma ısrarı neyin kanıtı sayılmalı? 

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eyvallah 10 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları