Ekonomik sorunlar, “siyasileştirilerek” iktidarı teğet mi geçiyor?
Döviz hareketleriyle ortaya çıkan ama daha fazla sorunu görünür hale getiren ekonomik tablo, bilenlerin zaten söylediği meseleleri, herkesin konuştuğu bir düzleme taşıdı. Ancak, iktidar ve özel olarak ekonomi yönetimi, hem fazla seçeneği, hem de temel tercihlerini değiştirmeye niyeti olmadığı için “yapısal sorunlar” konusunda hareketsiz kalmaya devam ediyor. Hereketsizliğin şimdilik “özgüven” gibi gösterilmesi de mümkün olabiliyor.
İktidarın, ülkenin ağır bir bedel ödemesi yerine kendisinin siyasi faturayı üstlenmesi konusunda bir irade göstermeyeceği anlaşıldı. Yani 2001’de krizi çıkartmakla sorumlu tutulan Ecevit’in ağır bir siyasi bedel ödeyerek yaptığına benzer bir hamle Erdoğan’dan gelmeyecek. Ne neoliberal model iflasını kabul, ne de bu modelin güç merkezlerine teslim anlamında bir siyasi sorumluluk almaya niyeti var, siyasi-ideolojik idare yöntemlerini kullanmayı sürdürecek.
Sistemin ve yönetimin ürettiği fatura herkese nasıl yüklenecek?
AKP iktidarı, “iyi günlerinde” şimdiye kadar bulunan kolay paranın kime kullandırılacağı konusunda yeterli kalabalığı ikna edebildi. Az kaynakla büyük memnuniyet sağlayabildiği en alttakiler ile risklerden azade kârlarını büyütebilen en üsttekilerin desteğini sağlayabildi. Şimdi ise borçla ayakta kalmışların, borçlarla büyümüşlerin yüklerini herkese bindirme, taşıtma talebinin siyasi yöntemlerle kabul ettirilebilmesi göreviyle karşı karşıya.
Emek güçlerinin ve örgütlenmesinin en gerilemiş, en zayıf olduğu, siyasi muhalefetin ciddi özgüven sorunlarıyla boğuşarak çok kolay baskı altına alınabildiği bir zeminde, iktidar ekonomik fedakârlık konusunda rıza üretmekte çok zorlanmayacağına inanıyor. Ancak riski azaltmanın yolu, siyasi-ideolojik araçların canlı, kullanışlı ve yüksek kullanım kapasitesinde tutulmasından geçiyor. İşte bu yüzden bazılarına şaşırtıcı gelen sertleşmeler yaşanıyor.
Siyasi sertleşme ataklarıyla ekonomik konjonktürün ilgisi var mı?
Galatasaray Meydanı’nda sessiz oturma eylemi yapan, Türkiye’nin en uzun, en disiplinli sivil eylemini yasaklamak, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü kutlatmamak hiçbir meşru gerekçe ile açıklanamayacak siyasi kararlar. Zaten Galatasaray’da eylem yaptırılmayacağı kararının, AKP sözcüsü Ömer Çelik tarafından açıklanması da, meselenin siyasi tercih ve ihtiyaçlarla ilgisini çok açık biçimde gösteren, şeklen bile asla anlaşılamayacak bir tuhaflık.
24 Haziran seçimleri sonrasında çıkan tablo ve gelmekte olan ekonomik sorunlar demeti, iktidarı dışarıya yumuşak, içeriye sert bir sürece zorladı. Dışarıya yumuşaklık meselesi, ABD gerilimi dolayısıyla tam yaşanmasa da, AB ile belirli ölçüde gerçekleşme yolunda. AB kamuoyunu rahatsız edebilecek sertliklerin de, en az AKP iktidarı kadar ilkesiz olan Avrupa iktidarınca fazla önemseneceğini düşünmek için fazla yeni bir neden yok.
Af ve idam tartışmasının, bu siyasi önlemlerdeki yeri ne?
MHP’nin sürükleyicisi olduğu af tartışması ve bağlantılandırılan idam meselesi, içerideki sertleşmeyi, dışarıyla da bir gerilim haline getirmeye aday. AKP tarafından “gündemimizde değil” diyerek şimdilik geçiştirilen afla bağlantılı olarak yeniden ısıtılan idam, AB ile yumuşama havasına pek uymuyor. Ancak, pek çok konuda ama Türkiye konusunda özellikle ikiyüzlü olan Avrupa, idamın iç politika için kullanılmasıyla fazla ilgili değil.
İdam tartışması, bir zamanlar kürsüden attığı iple de gündem olan Bahçeli için bile sahici bir mesele değil. Hatta idam tartışmasının en kullanışlı hali, Erdoğan’ın söylediği gibi “getirin ben onaylarım” seviyesinden çok, herkesin gerçekleşmeyeceğini bildiği bir vaat olarak kalması. Türkiye’nin imajına zarar veriyor denilen, irrasyonel gibi görünen baskı ve yasaklamalar gibi, idam da siyasi-ideolojik enstrümanları kullanıma hazır tutmanın önemli bir parçası.
Ekonomik sorunları “siyasileştirmeye” karşı nasıl muhalefet edilebilir?
Ekonomik sorunların otomatik siyasi sonuçlar üretmesi, siyasi süreçleri oluşturan aktörlerin tümünün tam rasyonel olması ve yegâne davranış motivasyonunun sınıfsal olmasıyla mümkün. Ancak biliyoruz ki, seçmen kalabalıkları da, onu yönlendiren kanaat odakları da, örgütlenme seviyesi de böyle değil. Dolayısıyla bütün ekonomik süreçler, hatta sınıfsallığın kendisi bile özel olarak siyasileştirilmesi gereken karmaşık meseleler.
Yıllardır yürürlükte olan hegemonik bir modelin yarattığı yapısal tahribat bir anda tamir edilemeyeceğine, çok güçlü bir sınıfsal direnç örgütlenmesinin araçları olmadığına göre, iktidarın “siyasileştirme” savunmasına, siyasi cevap üretmek gerekir. Bu da en küçük siyasi direnç alanını bile feda etme lüksünün olmaması demek. Aksi takdirde, “zamanı gelmedi” diye yeterince güçlü savunulmayan her alandaki kayıp, “olabilir mi böyle bir şey” şaşkınlığı ile sonuçlanacak neticelerin de habercisi olacaktır.
Ekonomiyi siyasetle, siyaseti sertlikle idare
Yazarın Son Yazıları
Eyvallah
Ödenmemiş fatura yığını
Ekonomiyi siyasetle, siyaseti sertlikle idare
Türkiye kaybedilenlerin açık seçik göründüğü, kazanılması gerekenlerin berraklaştığı günlerden geçiyor. Dünkü Cumhuriyet’in 1. sayfası, özellikle de Vedat Arık, Hayri Tunç ve Ahmet Şık fotoğrafları bunun özeti gibiydi: “Bitmeyen zulüm” ve bitmemesi gereken direniş.
Partilerin yerel seçim ufku
Lütuf düzeni
Kayıp bölüştürmek
Neyin mücadelesi kimin savaşı?
Krizi karşılama stratejisi
Her şey algıdan
Göstermeye ihtiyaç yok, her şey zaten ortada
Kim kimi idare ediyor?
Diklenerek eğilmek
Akşener gerçekten dönmezse?
İyi Parti’de ne olacak?
Ne yaptınız da yoruldunuz?
Sarsıntı kaçınılmazdı
‘Dağılma’ hevesi
Kötü siyaset iyisini kovar
Başkanın adamları
Yeni dönem başlarken
Muhalefet niçin dağıldı?
Soruları bitmeyen seçim
Değişim bir tercih değil
MHP oylarının anlamı
24 Haziran’ın iktidar tablosu
Tek adamlık artık zor
Bozgun görüntüsü
Son düzlük notları
İttifaklar tablosu
Metal paslanması
Rehavete yetmeyen ama cesaret veren bir umut
Münafık dinamiği
Başkasının oyu Dimyat’taki pirinç
Görev erteleme beyannamesi
Seçimin arka plan senaryoları
Görev, ihtiyat, sürpriz
İyimserlik ve kötümserlik
AKP artık ‘eski Türkiye’
Muhalefete hediye