Türkiye’nin sadece Ortadoğu bataklığında sonu belirsiz bir savaşa değil, aynı zamanda bir iç savaşa da sürüklendiği bu kriz günlerinde, CHP neler diyor?
Bildiğiniz gibi medyada, CHP ve Kılıç-daroğlu haberleri, CHP milletvekillerinin ve yöneticilerinin eylem, demeç ve soru önergeleri pek yer bulamıyor...
Oysa ana muhalefet partisi lideri Kılıçdaroğlu’nun son kriz karşısındaki görüşleri, Türkiye’ye farklı seçenekler sun-ması açısından çok önemli; bazı bölümleri aşağıya alıyorum.
***
“Kim yönetiyordu 12 yıldır bu ülkeyi ve bu ülke 12 yıl içinde nasıl bu hale geldi? Yeniden adeta sıkıyönetim ilan edildi.
Hükümete çağrım şu; dış politikanı yeniden gözden geçir.
Yanlış dış politikanın içeride huzursuzluk yaratacağını, kargaşa yaratacağını defa-larca ama defalarca dile getirdik. Ama her seferinde bunu duymazlıktan geldiler ve her seferinde Cumhuriyet Halk Partisi’ni suçla-dılar.
Oysa bizim her söylemimiz doğruydu ve doğru söylemeyi de sürdürdük...
Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına sürüklemeyin dedik. Ortadoğu bataklık değildir diye bize cevap verdiler...
Türkiye Ortadoğu bataklığını kendi ülkesinin içine çekti. Yani bir anlamda bataklığa saplandı Türkiye... (Benim ‘sa-vaş ithalatı’ dediğim olay. E.K.)
Bir toplumun ortak değerleri vardır...
Bayrak bizim ortak değerimizdir ve onu korumak zorundayız. Ona saygı duymak zorundayız.
Mustafa Kemal Atatürk, düşmanlarının bile saygı duyduğu bir liderdir, bir dünya lideridir. Bu toprakların yetiştirdiği bir lider-dir. Bizim insanımızdır. Ona saygı duymayan insanın bu topraklarda yeri yoktur...
Kargaşa çıkarmanın hiçbir şekilde mazeret gösterilecek bir yanı yoktur. Kargaşaya hepimiz karşı çıkmalıyız.
Hükümetin yanlış politikalarını biliyoruz, bu politikaların Türkiye’yi kaosa sürüklediğini biliyoruz ve bundan ciddi endişe duyuyoruz ama bütün bunlara rağmen ülkesini seven bir siyasal partinin genel başkanı olarak vatandaşlarımı sağduyuya, sükûnete davet ediyorum.
Türkiye’nin yönü çağdaş uygarlıktır, Batı uygarlığıdır. Biz yönümüzü yüzyıllar-dır 200 yıldır, 300 yıldır, 500 yıldır Batı’ya dönen bir toplumuz.
Neden bizi Ortadoğu bataklığının içine sürüklediniz? Hâlâ o kavgayı sürdürüyorlar küçük çocuklar gibi.
Devlet intikamla yönetilmez, hırsla yönetilmez, şiddetle yönetilmez. Devlet akılla yönetilir, mantıkla yönetilir. Devleti yönetecek kişide önce aklı egemen kılacak bir iradenin olması lazım.”
***
Bence bu bunalım günlerinde, tarihe geçecek doğru saptamalar...
Ama iktidara kilitlenmiş medya bunları görmüyor ya da çarpıtarak görüyor...
Bir yandan menfaat öte yandan baskı ile sağırlaşmış kulaklar bunları duymuyor ya da yanlış yorumluyor...
Bedelini de bütün Türkiye ödüyor!
Ortadoğu Bataklığı, Kriz ve CHP
Yazarın Son Yazıları
Dün Etnikçiliğin Demokratik Rejim karşıtlığını (düşmanlığını) yazmıştım.
Etnikçilik, insanların tarih boyunca sahip oldukları Aile, Aşiret, Din, Mezhep, kimlikleri üzerine, Endüstri Devrimi’nin getirdiği “Ulusal” ya da “Milliyetçi” kimliğin, Totaliter bir anlayışla istismar edilmesinden kaynaklanan Faşist bir ideolojidir.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel Kurultay konuşmasında, “Stockholm Sendromu” anımsatmasını yapmadan önce, İktidarın, “Terörsüz Türkiye” sloganı bağlamında başlattığı “Sürecin” bütün çelişkilerini vurgulayan bir konuşma yapmış.
25 Kasım 2025 tarihinde MHP lideri Devlet Bahçeli TBMM Meclis Grubu konuşmasında şöyle demiş...
Faşizm ve Faşistlik, gerek Rejim gerek Kişilik yapısı olarak Demokrasi ve Demokratlık karşıtlığıdır.
“Anayasa”, “Hukuk” ve “Yargı” bir devletin omurgasıdır..
“Okkam’ın Usturası” bir önermedir:
Emperyalizmle işbirliği yapan İktidar: “Barış” sloganı ile halkı aldatarak...
Emperyalizm ve İktidar ittifakı, hem dıştan hem içten son derece güçlü bir biçimde çeşitli baskılar uygulayarak, Türkiye’yi, “Ortadoğu Bataklığında” parçalanarak boğulacağı bir “Sürece” sürüklüyor!
Devlet Bahçeli aynı anda üç öneride bulundu...
Son zamanlarda, Atatürk’e, İstiklâl Savaşı’na ve Cumhuriyet Dönemi Tarihi’ne ilişkin saldırılar, saptırmalar ve iftiralar çok artınca, bu konulardaki gerçek tarih araştırmaları, kitapları da çoğaldı.
Cuma günkü yazımı şöyle bitirmiştim...
Lafı dolandırmaya gerek yok...
Bugünlerde, tam 10 Kasım Atatürk’ü anma törenlerinin ertesi günü açıklanan...
Dün Atatürk’ü andık; bu vesileyle, bugün, Atatürk konusundaki çok önemli iki yalana ve dört düşmana değinmek istiyorum.
“Birinci Silivri Trajedisi Dönemi”, Ahmet Necdet Sezer’in cumhurbaşkanlığından ayrılma zamanı olan Haziran 2007 tarihinde başladı.
İktidar, “Demokratik Laik ve Sosyal Hukuk Devleti”ni tanımlayan Anayasa’ya Cumhuriyet rejimine aykırı ve birbirlerine ters birkaç operasyonu aynı anda yapıyor ve böylece zaten düşmekte olan seçmen desteğini iyice kaybediyor.
Ekrem İmamoğlu, Necati Özkan ve Merdan Yanardağ’a yapılan “Casusluk suçlaması” akıllara derhal FETÖ’nün Türk Silahlı Kuvvetlerini ele geçirmek için “Birinci Silivri Trajedisi” bağlamında yaptığı “Casusluk” suçlamalarını ve yine FETÖ’nün “Kozmik Oda”ya girişini ve oradaki bilgilerin yurtdışına sızdırılışını anımsattı!
24 Ekim 2025 Cuma sabahı Merdan Yanardağ “Casusluk” suçlamasıyla göz altına alındı.
Önce kavramları tanımlayalım: Anomi: Kuralsızlık. Anarşi: Devlet otoritesinin yokluğu.
Dünkü yazıdan devam: Önce bir iktidarı intihara sürükleyen beş temel belirleyiciyi anımsayalım...
Bir iktidar ne zaman çöküşe yönelir, intihar eder?
Yarın CUMHURİYET Bayramı.
İktidar, medyayı ve yargıyı da etkisine alarak hem güncel hem de tarihsel gerçekleri saptırmaya, kendi ideolojisine uygun bir tarih ve var olmayan bir güncel dünya imgesi yaratmaya çalışıyor...
Dünkü yazımda, İngiltere tarafından, Abdülhamit’in yardım isteği üzerine kendisine verilen ültimatomdan söz etmiştim.
Emekli Büyükelçi Süha Umar, dün Cumhuriyet’teki köşesinde, Kıbrıs seçimleri konusunda, benim görüşlerimle de aynı çizgide olmalarından memnuniyet duyduğum çözümlemelerini şu sözlerle bitirmişti...
Türkiye’de de Kıbrıs’ta da seçmenin bu İktidardan bıktığı anlaşılıyor.
Otoriterlikten totaliterliğe giden İktidar, yaşam biçimlerimizi de tehdit eden ve yeni cezalar oluşturan 11. Yargı Paketi’ni hazırlarken...
1) Ana stratejinin “Millet İradesi”nin gerçekleştirilmesi için, eşit, adil ve şeffaf bir seçim hedefine yönelik olduğu asla unutulmamalıdır.
İnsanlık tarihi iki kavgadan oluşur: Birinci kavga ekmek kavgasıdır...
Bu yazı yazılırken Hamas ile İsrail arasında rehine takası yapılıyor ve hem Dünya’da hem Ortadoğu’da barış sesleri duyuluyordu.
Cuma günkü “Yedi Düvel’e Karşı...” başlıklı yazımda “Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti olan Cumhuriyet Rejimi’mizi iç ve dış saldırılara karşı nasıl koruyacağız?”
Önce yazımın başlığını açıklayayım: “Yedi düvel”, “bütün devletler, herkes, bütün dünya” anlamında kullanılan bir deyimdir.
Emperyalizmin araçları, dostları ve düşmanları nelerdir, kimlerdir?
Cumhuriyet’in dünkü manşeti, CHP’nin Abant toplantısından sonra, Gökhan Günaydın’ın “Merkez parti olma kimliğimiz giderek oturuyor” demesi üzerine “CHP merkez parti oluyor” biçimindeydi.
Bugüne kadar “Meşruiyet” kavramının iç kaynakları üzerinde durdum.
İsrail’in, Gazze’ye giden Sumud (Direniş) Filosuna karşı giriştiği “Gayri Meşru” müdahale sürerken Trump, bizim Cumhurbaşkanımıza “Meşruiyet” desteği vereceğini belirtti.
Önce “Meşruiyet” kaynağı olarak Gazze: Trump 25 Eylül’de Erdoğan ile görüştü.
Bir iktidarın meşruiyetinin iki kaynağı vardır: Anayasa ve seçim. Meşruiyet Üzerine (1) başlıklı yazımda, Anayasa üzerinde biraz durmuştum.
ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, 24 Eylül’de New York’ta bir panelde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve “Meşruiyet” ile ilgili olarak tartışmaya yol açan bir ifade kullanmıştı.