Yarın

28 Ekim 2014 Salı

Yarın, 91. yaşgününü kutlayacak Cumhuriyet…
Kutlama çağrılarının fonunda hep 10. Yıl Marşı var.
“Çıktık açık alınla/ 10 yılda her savaştan…”
Ne 50. yaşgününde ne de 75’inde bu kadar coşkulu bir marş bestelenemedi. O gençlik yıllarının heyecanına erişilemedi. Belki de o yüzden, hâlâ çocukluk anılarıyla, ergenlik marşıyla idare ediyor 90’lık ihtiyar…

***

Bir terapi için koltuğa uzansa ve zihninde geriye gidebildiği kadar gidip bize mazisini anlatsa, muhtemelen imparatorluğun dağılmasından, kaybettiği topraklardan ve doğduğunda bunun kendisinde yarattığı bölünme travmasından söz edecektir.
Aradan neredeyse bir asır geçti:
100. yaşgününe yaklaşırken hâlâ aynı travmayı yaşıyor olması trajik değil mi?
Şeriat ve bölücülük doğduğunda da, çocukluğu boyunca da en büyük korkularıydı.
Neredeyse yüz yaşına geldi; hâlâ öyle…
Niye ki?

***

İlk Meclis’teki bir arada yaşama azminin, milli egemenlik idealinin zaman içinde solmasından mı?
Rengârenk bir kültürel yapının, haki renk bir üniformaya sokulmasından mı?
Kamusal alanla özel alanın bir türlü ayrıştırılamamasından mı?
Devletin bize hizmet için elbirliğiyle oluşturduğumuz bir makine değil, kutsal bir varlık olarak algılanmasından mı?
Demokrasiyi 7’sinde denemiş, 23’ünde başarabilmiş delikanlının, 10 yılda bir bunalıma girip tökezlemesinden, Cumhuriyeti koruma kollama adına hep demokrasinin feda edilmesinden mi?
90’ına gelene kadar sorunlarının üstüne gitmek yerine, onları halının altına süpürmeyi tercih etmesinden mi?
O halının altındakilerin, korkunç hayaletler gibi ortaya dökülme sürecini mi yaşıyoruz bir süredir?

***

Kimse haksızlık etmesin:
Berbat bir coğrafyada ve bunca yokluk arasında, tarihi bir örnek ortaya koydu Cumhuriyet…
Demokrasiyle İslamı buluşturup barıştırmayı, laiklik içinde kalkınmayı, çatışmalı bir bölgede göz dolduran, modern bir yaşam alanı yaratmayı başardı.
20. yüzyılın liderleri birer ikişer itibarsızlaşırken Türkiye, kurucusuna saygısını hiç elden bırakmadı.
Ancak Cumhuriyet, payidar olabilmek adına çok hatalar da yaptı:
Işığını, başkentin ötesine yaymakta zorlandı; “kimsesizlerin kimsesi” olma vaadini tutamadı; evlatlarına adilane kucak açamadı; demokrasiyle buluşamadı.
Dış sınırları korumakla görevli ordu, içerde sosyolojik kökenli devasa sorunları asayiş meselesi sayarak müdahale ettikçe krizleri büyüttü.
Sonunda sahneden sessizce çekildiğinde geride, kendini korumaktan âciz bir organizma bıraktı.
“Nasılsa ordu korur” rehavetinde cılızlaşmış bir sivil toplum…
Devletin şemsiyesi ve sopası altında güneş görmediğinden gelişememiş özerk yapılar…
Sol kolu kesilerek sakatlanmış bir politik gövde…
Ve kalkınmayı, planlamayı, eğitimi, bilimi, sosyal adaleti, insan haklarını ıskaladığı için yaşıtlarından geri kalmış bir toplumun, acze düştüğü anda imparatorluk kalıntısı padişahlık özlemlerine sarılışı, eli sopalı lider ve baskıcı çare arayışı…

***

Yarın, sokaklarda 10. Yıl Marşı’yla yürürken neden aynı coşkuyla bir 90. yıl marşı yapılamadığını, neden 100. yılı hayal ederken içimizi umut kaplamadığını da düşünmeliyiz.
“Biz nerde yanlış yaptık” sorusunun cevabında, “Şimdi ne yapmalıyız”ın da sırrı saklıdır. Onu arayalım.
Kutlu olsun!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları