Olaylar Ve Görüşler

‘İki devletli çözüm’e güle güle...

06 Mayıs 2019 Pazartesi

İsrail ve Suudi Arabistan’la birlikte Körfez ülkelerinin İran’a karşı birleştiği günümüz Ortadoğu konjonktüründe, Trump’ın aşamalı olarak şu ana kadar aldığı Kudüs ve Golan Tepeleri kararları incelendiğinde, tüm bu sürecin nereye varacağını öngörmemek mümkün değildir.

İsrail’de 9 Nisan’da gerçekleştirilen seçimleri 4. kez, Likud partisi lideri Binyamin Netanyahu kazandı. 120 sandalyeli İsrail Meclisi Knesset’in 35’ine sahip olan Netanyahu’nun partisi, bu sonuçlarıyla çok da şaşırtmadı. Seçim öncesinde ABD Başkanı Donald Trump’ın, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak, gördüğüne dair kararı ve Golan Tepelerini, İsrail’in egemenliği altında tanıması, Netanyahu’nun dış politikadaki kazanımları olarak görülürken; Likud partisinin genel seçimlerdeki seçim kampanyasında elini iyice güçlendirdi ve İsrail tarihinde ilk kez bir siyasi lider “aralıksız 4. kez” başbakan olarak seçildi. Şunu belirtmek gerekir ki Avrupa’daki sağ eğilimli seçmen tercihleri, İsrail’de de 2009 seçimlerinden bu yana sağcı Likud yönünde tercih yapılarak kendini gösterdi; ancak 9 Nisan seçimlerinin bir öncekilerden farkı bulunuyor.
Başbakan Netanyahu’nun seçim öncesinde tekrarladığı iki söylem vardı: “Yahudi Ulus-Devleti güçlendirilecek” ve “Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim yerleri ilhak edilecek.” Bu iki söylem, sağ kanadı cesaretlendirip sağ seçmeni, Netanyahu çevresinde toplarken; sol kanat (İşçi ve Meretz) ve merkez partiler (Mavi-Beyaz bloğu), İsrail’in demokratik değerler etrafında Filistinli İsrail yurttaşlarını da gözeten siyasalar ortaya koymasını ve toplumsal sorunlara (ekonomi gibi) odaklanmasını söylemekteydiler.

Elveda Oslo...
Şunu açıkça belirtmek gerekir ki Netanyahu’nun seçim öncesi politikaları ve söylemleri, Ortadoğu’nun içerisinde bulunduğu durum ve İsrail-Filistin sorunu algısının farklı boyutlardaki dönüşümü, 90 yılların Oslo Barış Süreci gibi ılımlı atmosferine yeniden dönmenin mümkün olamayacağını göstermektedir. Doktora tezi araştırmalarım sırasında birkaç ay bulunduğum İsrail’de, özellikle 2015’ten bugüne İsrailliler, İsrail’in yanı başında yer almalarını istedikleri bir “Filistin Devleti”nden eskisi gibi -çokça- bahsetmemektedirler. İsrail kamuoyunun ve özellikle sağ seçmenin dile getirdikleri söylem şu şekildedir: “İsrail 1982’de Sina’dan çekildi ve bu alanı Mısır’a bıraktı. 2005’te Gazze’den çekildi ve burayı da Gazzelilere bıraktı. ‘Barışa karşı toprak’ zaten verildi ve uygulandı. Tüm bunların karşılığında çatışmalar durmadı.” Likud ve diğer sağ partilerin genel fikirleri bu şekildeyken artık, İsrail’de hem de Netanyahu’nun geçen ay seçildiği seçim sonuçlarından sonra, iki devletli çözüm isteği ve çabalarının her zamankinden daha güçsüz olduğunu söyleyebiliriz. Tel Aviv Üniversitesi’nden Prof. Camil Fuchs’ın, 9 Nisan seçimlerine birkaç hafta kala gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre; ‘İsraillilerin yüzde 42’si İsrail- Filistin çatışmasının çözümü için iki devletli bir formülü tercih etmediklerini ve Batı Şeria’nın ilhakını desteklerini belirtmektedirler. Sağcı Likud seçmeninin iki devletli çözüme desteği ise sadece yüzde 20’dir. Ülkenin en saygın gazetelerinden Haaretz’te (Vatan/Bu Ülke) yer alan ve söz konusu araştırmaya dayanan makalede bu durum açıkça analiz edilmiştir. Yine, aynı üniversiteden Dr. Hay Eytan Cohen Yanarocak’ın Türkiye’den bir televizyon programına verdiği demeçte; sorunun çözümünde geçmişte işe yaramayan aynı metotları kullanıp tekrar etmenin, “ahmaklık” olarak nitelendirileceği ve Trump’ın “100 Yılın Anlaşması” olarak tanımladığı farklı bir barış sürecini denemeye çalıştığı belirtilmektedir.

Trump sonrası
Gerçekten de Trump’ın göreve geldiği günden bugüne, İsrail-Filistin sorununa ilişkin farklı ve ağırlıklı olarak İsrail yanlısı tutum ve politikaları; Trump yönetiminin iki devletli çözüm ve 1948’den günümüze süre gelen çatışmanın çözümünde nasıl bir proje üreteceği de aşikârdır.
Bir de buna Netanyahu yönetiminin vizyonu eklendiğinde, iki devletli çözümden ziyade, ordusu ve güçlü kolluk kuvveti olmayan, İsrail denetiminde bir Filistin yönetiminin devamı ya da İsrail’de barış içerisinde yaşayan “tek devletli çözüm” ilkesi akla gelmektedir; ancak Netanyahu, her ne kadar başkan Trump tarafından yoğun destek alsa da seçim sonrası baş etmesi gereken yolsuzluk suçlamalarıyla da meşgul olacağı gözükmektedir.
Geçtiğimiz haftalarda İsrail Yüksek Mahkemesi Başsavcısı’nın başbakan Netanyahu’yu ifadeye çağırması bunun en somut göstergesidir. 4. kez işbaşında olan Netanyahu’nun öngörülen 4 yıllık iktidar döneminin, Amerikan destekli dış politikasının ve iki devletli çözümün daha az dillendirildiği bu ortamda, bir önceki iktidar dönemlerinden daha zorlu geçeceği ortadadır. 2019 yılını takiben ve 2020’ye geçiş evresinde iki devletli çözümün rafa kaldırıldığına dair planın, bizzat Trump tarafından da açıklanacağını öngörmekteyiz. İsrail ve Suudi Arabistan’la Körfez ülkelerinin İran’a karşı birleştiği günümüz Ortadoğu konjonktüründe, Trump’ın aşamalı olarak şu ana kadar aldığı Kudüs ve Golan Tepeleri kararları incelendiğinde, tüm bu sürecin nereye varacağını öngörmemek mümkün değildir. Türkiye’nin, bu politikalar çerçevesinde, köklü bir şekilde değişime uğrayan günümüz Ortadoğusu’nu nasıl algıladığı sorusu ise başka bir yazının konusudur.

Remzi Çetin
Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları