Aziz Sancar Türk mü, Kürt mü?

09 Ekim 2015 Cuma

Aziz Sancar adını, yeni bir dizi oyuncusu kadar bile duymamıştı Türkiye… Duyunca da hemen, “Türk mü, Kürt mü, Arap mı”yı tartışmaya başladı. Hastalık işte…
Oysa Nobel açıklanırken Sancar’ın isminin altında “North Caroline-USA” yazıyordu.
Bu, onun ödül getiren araştırmasını gerçekleştirdiği üniversitenin adı…
Ne Türk, ne Kürt, ne Arap; insanların kabiliyetine, aidiyetinden daha fazla değer veren bir eğitim merkezi…
“Nerelisin, kimlerdensin”den ziyade, “Ne keşfettin”, “Kaç makalen yayımlandı” diye sorulan bir zihniyetin karargâhı…

***

Kimlik siyaseti, bizi evrenselle buluşturacak kanalları tıkadı Türkiye’de…
“Vatanını en çok seven, işini en iyi yapandır” diye bilirdik.
Sonra işini en kötü yapanların, melanetini vatan sevgisi kılıfıyla örttüğü dönem başladı.
Akademisyenlerin, siyasetçilerin, sanatçıların yetenekleri değil, kimlikleri, ideolojileri tartışıldı. Birçoğu bu nedenle dışlandı, ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Zekâlarını mezheplerinden daha çok önemseyen, farklılıklarını zenginlik sayan diyarlarda soluk aldılar; ödüle boğuldular.
Amerika ırk ayrımcılığına son vermese, üniversiteleri bu ödülleri alabilir miydi?

***

Siyasette de aynı hastalık var:
Yetkin”
ve “namuslu” olmak değil, “yerli ve milli” olmak moda şimdi…

Geçen ay Erdoğan, kendisini dinleyenlere Ray-Ban gözlüklerinin ardından bakıp, “Meclis’e yerli ve milli vekiller göndermelerini” istedi.
“Herhalde ne demek istediğimi anladınız” diye ekledi.
Herhalde, “Göndereceğiniz vekiller, dövizle aldıkları rüşveti, baskında ayakkabı kutularına doldurarak yurtdışına kaçırmaya çalışanlardan olmasın” demek istiyordu.
Ya da:
“Suudi ortağı için şehrin göbeğindeki araziyi ucuza kapatma baskısı yapmayacak devlet adamları gönderin.”
Veya:
“İranlı işadamınca maaşa bağlanmamış, Google’dan ayet bulup sallamamış bakanlar yollayın.”
“Yerli ve milli” lafı, bize bunları çağrıştırıyor artık…
Savunmasını NATO’ya bağlamış, mevzuatını AB’ye göre ayarlamış, yaptığı hukuksuzlukların hesabını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde veren, “Yabancı sermaye kaçarsa ekonomiyi nasıl toparlarım” diye düşünen Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, niye bizden “yerli ve milli vekiller” ister ki?

***

Bu tablonun sonucunu Sancar’dan dinleyelim:
“Türkiye haberlerine bakmıyorum. Çünkü üzülüyorum. Bu da, beni araştırmalarımdan alıkoyuyor.”
Edebiyatta ilk Nobel’i getiren Orhan Pamuk da bir söyleşimizde şöyle demişti:
“Sabah gazete okumam. Çünkü gazete, roman yazarının moralini bozar; güne kötü başlamasına neden olur.”
Özeti şu:
Türkiye, aldığı iki Nobel’i, biraz da ülkesinin kahredici gündeminden uzaklaşmış, “milli ol” dayatmasını aşmış yeteneklerine borçlu… Bu, ülke gündemiyle çok meşgul “yerli” zihinlerin, dünyaya açılamamasını da izah ediyor.
Ülkeyi sevmek güzel şey…
Ama ülken seni seviyor mu; o da önemli…
Kaç bilim insanının adını caddelere verdin, heykelini diktin ya da Saray’a buyur ettin ki şimdi onun aldığı Nobel’in itibarından nemalanacaksın?

                          
Not: Yazı bitince, “Acaba Saray’da akademisyenleri ağırladı mı” diye baktım. “Rektörlere yemek” ve “Cumhurbaşkanı’ndan ilim adamlarına iftar” haberlerine rastladım. Ramazanda ilahiyat dekanları ve Diyanetçilerle oruç açmış. Allah kabul etsin!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları