Çiğdem Toker

Can... Erdem...

28 Kasım 2015 Cumartesi

Can Dündar ile Erdem Gül, benim sadece yıllara uzanan, ortak bir mesleki tarihi paylaştığım arkadaşlarım değil. Onlar, iki “iyi” gazeteci. Can ve Erdem ile dostluğumuzun temeli de başka bir şeye dayanmıyor zaten: İyi gazetecilik.
Çünkü bilen bilir ya, evrensel ölçülerde hakkı verilerek yapılan gazeteciliğin, “iyi insan” olmaktan başka bir sonuç üretmesine, ne imkân vardır, ne de ihtimal.
Ve ister muhabir olsun, ister genel yayın yönetmeni, ister yazar...
İyi gazeteciliğin ilk yapı taşında, iradesini hiçbir güç odağına rehin bırakmamak vardır.
İyi gazeteci, ne mahçup edici suskunluğunu, “ekmek parası” diye maskeleyip esnaflaşmayı kabul eder, ne de “taksit” kabusuyla, iktidarla arayı bozmamak adına kötü bir devlet memuru kopyasına dönüşmeyi.
İradesini güç odaklarına rehin bırakmayan gazetecinin kutsalı tektir:
Bizden topladığı vergilerden oluşan katrilyonluk bütçeleri, orduları yöneten iktidarların sebep olduğu haksızlıkları, adaletsizlikleri, haber yazarak sorgulamak.
Can ile Erdem’e bugün reva görülen muamele; iradelerini, siyasi, dini ekonomik hiç bir iktidar odağına rehin bırakmamış, gücü kullananlarla ittifakı reddeden gazeteciliğin bedelidir.
Ve Can ile Erdem’e ödetilmek istenen bedel için kullanılan hukuk, baştan sakattır.
Herşeyden önce bir Cumhurbaşkanı, sadece şahsını ilgilendiren konularda şikayetçi olabilir. Aksi, “tarafsızlık” ilkesinin ihlalidir.
Can ile Erdem’i şikayet eden dilekçede “gerçeği yansıtmayan haber”den bahsediliyor.
Bu şikayet, bir haberi aynı anda hem “devlet sırrı”, hem de “gerçeği yansıtmıyor” diye tarif ederek baştan ölü kurulmuştur.

***

Can ile Erdem, gerçeği yansıtmayan devlet sırrı (!) niteliğinde olan haber aracılığıyla, “terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım” suçlamasıyla tutuklandılar.
Kastedilen de yeni adliye literatüründeki adıyla “FETÖ” olan Cemaat...
Hani o Cemaat’in, Cumhurbaşkanı’nın “Ne istediler de vermedik” dediği, yıllarca kol-kola mutlu-mesut yaşadıkları eski gayrı resmi koalisyon olduğunu bilmesek neyse...
“Bugün bütün hukuk dışılıkların faturasının kesildiği Cemaat, 17-25 Aralık’tan önce bir melekler ordusu muydu acaba” diye sormayacağız.
Ergenekon ve Balyoz davalarında onca hayatı çürüten sahte deliller, “ortaklık olmaksızın kendine yol bulabilir miydi” demeyeceğiz.

*** 

Bir insanı kuvvetli suç şüphesiyle özgürlüğünden ediyorsa iki koşuldan biri mutlaka olmalı: Delil karatma, firar etme.
Tutuklanmadan üç gün önce Fransa’dan gazetecilik ödülü alıp dönen Can mı kaçacaktı; yoksa haberi yazdığı Haziran ayından bu yana her gün 8’de işe gelip haftada üç gün televizyon programlarına katılan Erdem mi?
Ve hangi delili karartacaktı Can ile Erdem?
Ulaşır ulaşmaz haberini yazıp, manşetten yayımladıkları haber miydi acaba karartılacak delil?
Kaçma ve delil karartma ihtimalleri sıfırın altında olan Can ile Erdem’i tutuklanması kuvvetli suç şüphesinden dolayıymış.
Peki, tek kişilik Sulh Ceza Hâkimliği, bir suçun esasına girip karar verecekse, heyet halindeki Ağır Ceza Mahkemeleri neden var?
“Yargıya tekrar güven ve itibar kazandırmaktan sorumluyuz” görüşünü açıklamış HSYK başkanları bu tabloya ne diyor acaba?
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları