Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Araştırma Dairesi ve IPSOS Sosyal Araştırmalar Enstitüsü birlikte Türkiye İşçi Sınıfı Gerçeği başlıklı bir rapor yayımladı. Son derece titiz ve kapsamlı bir çalışmanın ürünü olan araştırma, “... işçi sınıfının çalışma ve yaşama koşulları ile çalışma hayatı ve toplumsal konulardaki algı, tutum ve beklentilerini ortaya çıkarmayı hedefliyor.”
Araştırma raporu, Türkiye işçi sınıfının manzarasını bir çırpıda özetliyor: Çalışma süreleri uzun; sendikalaşma zayıf; işyerlerinde ayrımcılık yaygın; sağlık ve güvenlik önlemleri yetersiz...
Satır başlarıyla özetlendiğinde:
• İşçilerin aylık ortalama giydirilmiş net geliri 1894 TL; işçilerin yüzde 66’sı ayda 2000 TL’den daha az gelir elde etmekte.
• İşçilerin yüzde 54’u¨ ay sonunu zorlukla getirdiğini ifade etmektedir.
• Lise altı eğitime sahip işçilerin yüzde 59’u ve sigortasız işçilerin yüzde 71’i ay sonunu zorlukla getirdiklerini beyan etmiştir.
• 15-24 yaş arası genç işçiler içinde sigortasızların oranı yüzde 34 ile 43 arasında değişmektedir.
• İşçilerin sadece yüzde 44’u¨ konut sahibi, yüzde 54’u¨ kirada oturuyor. Türkiye genelinde kiracı ortalaması ise yüzde 23’tu¨r.
• İşçilerin dörtte biri hiç yıllık izin kullanmıyor. Yıllık izin kullanmayanların oranı sigortasız işçilerde yüzde 48’e yükselmektedir.
• OECD ülkelerinde haftalık ortalama çalışma su¨resi 40.4 saat iken Türkiye’de 49.3 saattir. İşçilerin yüzde 55’i haftada en az bir gün ve daha fazla olmak üzere fazla mesai yapmaktadır.
• İşçilerin yüzde 44’u¨ne göre işyerlerinde işçi sağlığı ve iş gu¨venliği önlemleri yetersizdir.
• İşçilerin yüzde 87’si sendikasız olduğunu söylemektedir. İşçilerin yüzde 44’u¨ sendikalara olumlu bakıyor, olumsuz bakanların oranı yüzde 16’dır.
• İşçilere göre çalışma hayatının en önemli sorununu düşük ücret ve işsizlik oluşturmaktadır.
• İşçilerin ortalama yüzde 82’si çalıştığı işyerinde sigortalı çalıştığını beyan ederken yüzde 18’i çalıştığı işyerinde sigortası olmadığını bildirmiştir. Sigortasızlık kadınlarda yüzde 21’e çıkarken 15-19 yaş arasında yüzde 43, 20-24 yaş arasında yüzde 34 olarak görülmektedir. Genç işçilerin kayıt dışı çalıştırılmasının çok yüksek olduğu dikkat çekmektedir. Yükseköğrenimli işçiler arasında ise kayıt dışılığın yüzde 9 düzeyinde olduğu görülmektedir. Araştırma sonuçları işçiler arasında kayıt dışılığın TÜİK verilerine göre daha yüksek olduğunu göstermektedir. Bunun nedeni DİSK araştırmasının memurları kapsamamasıdır.
• İşçilerin ortalama ücretli çalışma su¨resinin (kıdeminin) 10 yıl olduğu görülmektedir. 16 yıl ve üzeri kıdeme sahip işçilerin oranı yüzde 20.5’tir. Ortalama kıdem erkeklerde 11 yıla çıkarken kadınlarda ise 7.8 yıla kadar gerilemektedir. Bu sonuç kadınların işgücü piyasalarında erkeklere göre daha dezavantajlı olduklarına ilişkin bir diğer gösterge niteliğindedir.
İşçi sınıfını daha yakından tanımak ve Türkiye kapitalizmi içindeki yerini daha somutlaştırmak için bulunmaz bir fırsat DİSK’in Türkiye İşçi Sınıfı Gerçeği Araştırması... Emeği geçen tüm DİSK emekçilerine teşekkürlerimizle.
Türkiye işçi sınıfı gerçeği
Yazarın Son Yazıları
Amerika’da enflasyon yeniden
Kârların aşısından halkların aşısına...
Girişimci fabrikası üniversiteden enflasyona...
Halkın ekonomisi, ‘Özgür İktisat’
Rakamların anlattığı: 128 milyar dolar ve 60 milyar TL
Mundell ve açık makroekonomi
2018 Ağustos sonrasında enflasyon ve ücretler
Üniversiteler küresel tehdit altında
Paranın ve merkez bankacılığının serüveni, insanlık tarihinde görece yeni bir olgu.
Bitmeyen masal: Yapısal reform
Türkiye’de kadın olmak
Büyüme, istihdam, bölüşüm üstüne
Aşı emperyalizmi
24 Haziran 2018 ve sonrası
Türkiye İşçi Partisi 60, DİSK 54 yaşında
Biden’ın üçlemi
Kapitalizmin 1980 dönemeci ve 24 Ocak’lar
Üniversite nedir, ne değildir?
‘Yeni’ Türkiye’de mutfağın enflasyonu
Ücretli emek, küresel ekonomide ve Türkiye’de
Leo Panitch ve ütopyalarımız
Paris Sözleşmesi’nin beşinci yılı
Salgın günlerinde asgari ücret gerçekleri
Krize karşı paketler ve büyüme
19 Kasım öncesi ve sonrasıyla sanayi
19 Kasım’ı beklerken
Sınırsız sömürü, dibe doğru yarış
ABD seçimleri
“Son dönemin en kritik yapısal reformu hayata geçti. Cumhurbaşkanımızın başkanlığında Sanayileşme İcra Komitesi’ni kuruyoruz. Ekonomi tarihimizde böyle bir vizyon ilk defa hayata geçmiş olacak. Bu komitede, sanayimize seviye atlatacak ve ülkemizi geleceğe hazırlayacak kararlar, ilgili bakanlıklarla birlikte alınacak. (...) Uzun vadeli kamu alımlarını destekleyebileceğiz, böylece sanayide ölçek oluşumunu teşvik edeceğiz. Finansman, gümrük, çevre, altyapı, lojistik ve enerji gibi alanlarda kurumlar arası koordinasyonu hızlandırıp yatırımcının önünü çok net görmesini sağlayacağız. Tedarik zincirlerindeki kritik ürünlerin yerlileşmesini teşvik edip yurtiçi üretim çeşitliliğini zenginleştireceğiz.”
IMF’nin yılda iki kez yayımladığı “Dünya Ekonomisi Görünümü” (WEO) raporunun ardından Dünya Bankası ile birlikte düzenlediği yıllık toplantılarının ardından gözler bir kez daha dünya ekonomisinin Covid-19 krizi ve sonrasındaki olası seyrine çevrildi.
Amerika Başkanı Trump’ın Covid-19 virüsüne yakalanması ve neredeyse mucizevi bir biçimde kısa sürede sağlığına kavuşarak görevine geri dönmesi, geçen haftanın önemli başlıklarından birisiydi.
Ülkemizin yoğun ve yıpratıcı gündemi arasında, geçen hafta sessiz sedasız bir yıldönümü kutlandı: Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) bundan 60 yıl önce 30 Eylül 1960’ta 91 sayılı kanun ile kurulmuştu. Böylece Türkiye, kalkınmasını artık “iktisadi ve toplumsal hayatın bütününü göz önünde bulunduran ve en son tekniklere dayanan yeni ve ileri bir planlama anlayışı içinde gerçekleştirilecekti”.
2020-2023 yıllarını kapsayan Yeni Ekonomi Programı Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak tarafından dün açıklandı.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu’na dayanarak 23 Ocak 1953’te kuruldu. Altmış beş ile yayılmış tabipler odalarına kayıtlı yüz bini aşkın hekimi bünyesinde barındırmakta. Üyelerinin yarısı kamuda çalışan, üyeliği zorunlu olmayan hekimlerden oluşuyor.
Ulusal ekonominin seyrindeki inişli çıkışlı dalgalanmaların alfabenin harflerine benzetilerek açıklanmaya çalışılması ekonomi gündemimizin renkli ve popüler uğraşları arasında. Özellikle ilgi çeken harf, V ! Bununla daralan bir ekonominin, aynı hız ve kararlılıkla çıkışa geçeceği vurgulanıyor. Örneğin, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak geçen hafta içerisinde yaptığı açıklamada, “tüm öncü göstergeler Türkiye açısından en kötünün geride kaldığını gösteriyor. 2. yarıda ‘V’ şeklinde toparlanma bekliyoruz” sözleriyle bu beklentiyi dile getirmekteydi.
Bu satırların yazıldığı sırada dünyada toplam olgu sayısı 27 milyon 436 bin kişiyi aşmış; virüs nedeniyle yaşamını kaybedenlerin sayısı 896 bin kişiye ulaşmış idi. 7 Eylül itibarıyla, Sağlık Bakanlığı’nca yayımlanan resmi verilere göre, ülkemizdeki aktif olgu sayısı 281 bin 509 kişi; yaşamını kaybedenlerin sayısı ise 6 bin 730 idi.
Türkiye’nin milli geliri 2020’nin ikinci çeyreğinde bir yıl öncesine oranla yüzde 9.9 azaldı.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, geçen hafta “Türkiye, tarihinin en büyük doğalgaz keşfini Karadeniz’de gerçekleştirdi” sözleriyle kamuoyunda bir süredir beklenmekte olan müjdeyi açıkladı. Erdoğan, 320 milyar metreküp doğalgaz rezervi bulunduğunu belirterek “Hedefimiz 2023’te Karadeniz gazını milletimizin kullanımına sunmaktır” dedi. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak da söz konusu müjdeyi “Artık cari fazlayı ve döviz fazlasını konuşacağımız yeni bir dönem başladı” sözleriyle karşıladı.
Türk Lirası’nın uluslararası paralar karşısında hızla değer yitirdiği günlerin ardından konuşan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, dövizdeki pahalılığın vatandaşlar açısından önemli olmadığının altını çizerek “Önemli olan kurun seviyesi değil rekabetçi olup olmamasıdır” dedi ve “Turizmin gelmesi için ihracatçı için benim para birimim daha cazip, daha rekabetçi olsun” görüşünü savundu.
Başlığımızdan yola çıkalım: “Türk Lirası’nın seyrini ve TC Merkez Bankası’nın ne yapmak istediğini anlamak” hiç de zor değil aslında… Bu sorulara yanıt verebilmek için çok derin iktisat bilgisine de ihtiyaç gerekmiyor. Biraz sağduyu, en temel birkaç veriyi izlemek ve önyargılı, bağnaz inançlardan uzak, akılcı düşünmek yeterli. Ama bu saydıklarımız içinde de en zor olanı sonuncusu: Bağnazlık ve kör inançlara değil, bilimsel şüpheye ve aklın üstünlüğüne dayanmak.