Rus edebiyatının ölümsüz yazarı; Gonçarov!
Gonçarov’un başyapıtı Oblomov’da (Çevirenler: Sabahattin Eyüboğlu, Erol Güney / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları) asıl amacı, kahramanı aracılığıyla kölelik hukukunun, akıllı sevecen ve dürüst bir kişiyi bile uyuşuk, yaşama varlığıyla artı bir değer katmayan, en önemlisi de sistemle barışık bir insan haline getirdiği gerçeğine vurgu yapmaktır.
Lev Tolstoy 1859 Nisanı’nda Oblomov hakkında Aleksandr Druzhinin’e şöyle yazmıştır: “Oblomov, uzun süredir karşılaşmadığımız bir başyapıttır. Gonçarov’a yapıtından coşku duyduğumu iletiniz. Oblomov günümüz yazınında rastlantısal bir başarı değil, doğru dürüst, devasa ve kalıcı bir yapıttır.”
Savaşların tükettiği yaşamlar!
Andrew Jolly’i Seni İçime Gömdüm (Çeviren: Tomris Uyar / Ayrıntı Yayınları) yapıtıyla tanıdım. Yazar yapıtında akılcı dünyaya karşı isyanını Kabero aracılığıyla dışa vuruyordu. Gerçek aşkın / sevginin o tüyden ince köprüsünden geçmek için nasıl bir yürek gerektiğini gösteriyordu.
Jolly, Askerin Günü (Çeviren: Süha Sertabiboğlu / Ayrıntı Yayınları) adlı yapıtında ise savaşların tükettiği yaşamları üç kuşak (baba / oğul / torun) üzerinden yola çıkarak anlatıyor. Askerin Günü, ilişkilerde saflığı / masumiyeti / inancı / sadakati yitirmenin ölümün diğer adı olduğunu anımsatan; tüm savaşların, çıkarların barışı adına çıktığını, savaşlarda ölenlerin yazgılarının hiçbir yüzyılda değişmeyeceği gerçeğini haykıran bağrı yaralı, kimliği bilinmeyen hayalet yazar Andrew Jolly’nin farkındalığını her satırda hissettirdiği bir yapıt.
Sevgili Baudelaire!
Servetini harcar gibi ömrünü harcadın. Yaşamındaki tüm yollar annene çıktı. Şiirde ve sanatta bir dahi olmanla ilgilenmemişti annen. Oysa naif, kırılgan ve sevgiye muhtaç yanını görebilseydi belki senin de gözünde çiçekler kötülükler açmazdı. Kim bilir sen de bunca ölümsüz şiirleri yazamazdın.
Beni en üzen özünde yaşamı, en önemlisi de yaşamayı bu kadar severken acıya bu kadar kolay teslim olman. Sen ki öldükten sonra huzura erdin. Yine de çiçeklerin sana ihanet etmiyor, kötülük açmaya devam ediyor!
Henrik Ibsen... Özgürlükler için yaşadı, yazdı! Bedriye Korkankorkmaz’ın yazısı...
Eleştirel rasyonalizm edebiyat anlayışının tiyatrodaki öncüsü, çağdaş tiyatronun kurucularından, 300’e yakın şiiri de bulunan Norveçli oyun yazarı ve şair Henrik Ibsen (1828-1906) kapağımızda.
Ömrünce Norveç’in ikiz devlet anlayışıyla bağlı olduğu İsveç’ten ayrılıp tam bağımsızlığını ilan etmesi için mücadele eden ve ülkesi tam bağımsızlığına kavuştuktan bir yıl sonra yaşamını yitiren Ibsen; modern dünyaya ve burjuva sınıfına eleştiriler getirdiği, her bireyin yaşamının bir noktasında topluma başkaldırması gerektiğini vurguladığı yapıtları nedeniyle hem ilgi hem tepki gördü. Kadınların toplum içindeki yerlerini ve sosyal hayattaki dışlanmışlıklarını sanat eserlerinde ilk kullanan öncülerden de biriydi.
Jack London’dan yarı otobiyografik bir başyapıt!
Usta Amerikalı yazar Jack London’ın, Büyük Dünya Savaşı öncesinde ve sanayi devrimi sonrasında gelişen, klasikleşmiş yarı otobiyografik yapıtı Martin Eden (Can Yayınları); genç ve eğitimsiz bir gemicinin kendisini eğitirken verdiği mücadeleyi, çektiği yoksulluğu ve düş kırıklıklarını anlatır.
Platonov üzerine dağınık satırlar!
Andrey Platonov, Stalin tarafından İkinci Dünya Savaşı’nda yazdığı eserleri eleştirildiği için 1980’lerin sonuna kadar yasaklılar listesinde kalıyor ülkesinde. Eserleri de bu yüzden ülkesinin edebiyat arşivinden değil de KGB’nin “edebiyat arşivi”nden ortaya çıkıyor.
1951’de çalışma kampından dönen oğlundan kaptığı tüberkülozdan ölen yazarın trajik ölümü insan yanının gayri resmi açık belgesi gibi duruyor ortada.
Nietzsche yakın dostu Wagner’e karşı!
Friedrich Nietzsche ilk yapıtı sayılan Tragedya’nın Doğuşu’nda da (Çev. Mustafa Tüzel / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları), Wagner Olayı - Nietzsche Wagner’e Karşı’da da (Çev. M. Osman Toklu / Say Yayınları) yaşamında / yapıtlarında büyük izi olan dostu Richard Wagner’e yüklenir.
Bunun asıl nedeni ise hayranlık duyduğu Wagner’in Almanlara özgü bir müzik yaptığına inanması, merhamet dilemek için Hıristiyanlığın haçı önünde umarsız ve yıkık bir durumda diz çökmesi, Batılı aydınların cesaretini yitirten çöküş çağının temsilcileri olmasına öncülük ettiğini düşünmesidir.
Stendhal... Yaşadı, sevdi, yazdı!
Stendhal kendini / yazın gerçeğini yaşamın maskeli balosunda maskeli insanların insafına bırakmadı. Yeteneğini onaylatmak için de ünlülerin kapısını çalmadı. Balzac’ın, döneminin en önemli romanı olarak gördüğünü ifade ettiği Parma Manastırı (Çev. Bertan Onaran / Türkiye İş Bankası Yay.) adlı yapıtına ilişkin haklı övgüsü bile ayaklarını yerden kesmedi.
Yazmak, kendini doğru ifade etmek için başvurduğu bir eylemdi onun için. Aşkın soylulaştırdığı ruhunun bir gün huzura ereceğini bilerek 23 Mart 1842’de aramızdan ayrılacak olan yazar şu notla açıklamıştı vasiyetini: “Mezar taşıma ‘yaşadı, sevdi, yazdı’ yazın gerçek adımla.”
Şiirleri kadar ölümsüz... Hölderlin!
Yaşadığı çağda değeri anlaşılmamış, klasik çağın ve Romantizm’in en önemli temsilcilerinden biriydi şair Johann Christian Friedrich Hölderlin (20 Mart 1770 - 7 Haziran 1843).
Lirik şiirlerin yanı sıra Menon’un Diotimaya’ya Ağıtı ile Ekmek ve Şarap, Hyperion ile Empedokles’in Ölümü gibi usta eserlerin yaratıcısıydı!
İçindeki insanla insanlığını yitirmeden vedalaşmıştı. Mezara değil, kendi gerçeğine gömüldü.
Annesinin baskısına, dostlarının ihanetine, hırslarına, sinikliğine, sevgisizliğine, karamsarlığına, umutsuzluğuna, başarısızlığına inat ne inancına ne de şiire ihanet etmeyerek kendini yalan dünyada gerçekleştirmiş olmanın huzuruyla sonsuzluğa ulaştı. Artık şiirleri gibi yaşamı da ölümsüzdü.
Okumanın, yazmanın, üretmenin şairi!
Hasan Akarsu, deneme, günlük, mektup, şiir, eleştiri, söyleşi, gezi, an, anlatı gibi alanlardaki verimiyle çok yönlü, ‘2020 BUDEP (Bursa Dergiler Platformu) Bursa’dan Edebiyata Katkı Ödülü’ sahibi ozan, yazar, dergici ve eğitimci.
Akarsu’nun Barış Kitap tarafından yayımlanan iki yeni kitabı; bireysellikten çok toplumsal acıları işlediği şiirlerinden oluşan Önümüz Kış ve kimi hayatta olmayan şair ve yazarların kendisine yazdığı mektuplardan oluşan Mektuplarda Yaşamak adını taşıyor.
Acıların ve şiirin tanrısı; Baudelaire!
Servetini harcar gibi ömrünü harcadın. Yaşamındaki tüm yollar annene çıktı. Şiirde ve sanatta bir dahi olmanla ilgilenmemişti annen. Oysa naif, kırılgan ve sevgiye muhtaç yanını görebilseydi belki senin de gözünde çiçekler kötülükler açmazdı. Kim bilir sen de bunca ölümsüz şiirleri yazamazdın.
Beni en üzen özünde yaşamı, en önemlisi de yaşamayı bu kadar severken acıya bu kadar kolay teslim olman. Sen ki öldükten sonra huzura erdin. Yine de çiçeklerin sana ihanet etmiyor, kötülük açmaya devam ediyor!
Alman romanının ve hicvin dâhisi; Jean Paul!
Leipzig’de öğrenciliği sırasında en çok Fransız Aydınlanmacılarını ve İngiliz hicivlerini okuyan Jean Paul (21 Mart 1763 - 14 Kasım 1825), her zaman en çok okunan yazarlardan biri olmasını ve popülerliğini kültürün evrenselliğine borçluydu.
Piyano başındaki ustalığı, yüksek zekâsı, dil inceliklerine hakim oluşuyla sıklıkla salonların, sarayların konuğu oldu. Kendisini sık sık Beethoven’le karşılaştırıyordu. 19. yüzyıldan itibaren unutuldu. Hiçbir ekole dahil edilemeyen, özgün bir yazardı.
Rimbaud, yaşamıyla da insanlığın kütüphanesinde!
Henry Miller’in, Rimbaud Ya da Büyük İsyan¹ (Kabalcı Yayınevi) ile Stefan Zweig’ın Yarının Tarihi² (Can Yayınları) kitaplarında yer alan “Arthur Rimbaud” denemesini okudum. Yazına ve insanlığın kütüphanesine birbirinden değerli eserler bırakan bu iki sanat dehası, Rimbaud’nun kişiliği ile yaşam anlayışını ifade ediş biçimlerini karşılaştırma ve üzerinde düşünce üretme olanağını verdi bana.
Benim için Henry Miller’in, Rimbaud Ya da Büyük İsyan¹ ile Stefan Zweig’ın Yarının Tarihi’ne de değer katan, bu birbirinden değerli üç dahinin içgüdülerine, duygularına, düşüncelerine, yaşamı ve sanatı algılayış biçimlerine ayrı ayrı tanıklık etme olanağını bulmam.
Baudelaire; acıların ve şiirin tanrısı!
Servetini harcar gibi ömrünü harcadın. Yaşamındaki tüm yollar annene çıktı. Şiirde ve sanatta bir dahi olmanla ilgilenmemişti annen. Oysa naif, kırılgan ve sevgiye muhtaç yanını görebilseydi belki senin de gözünde çiçekler kötülükler açmazdı. Kim bilir sen de bunca ölümsüz şiirleri yazamazdın.
Beni en üzen özünde yaşamı, en önemlisi de yaşamayı bu kadar severken acıya bu kadar kolay teslim olman. Sen ki öldükten sonra huzura erdin. Yine de çiçeklerin sana ihanet etmiyor, kötülük açmaya devam ediyor!
Acı, yalnızlık ve şiirin çıplak çınarı; Hölderlin!
Yaşadığı çağda değeri anlaşılmamış, klasik çağın ve Romantizm’in en önemli temsilcilerinden biriydi şair Johann Christian Friedrich Hölderlin (20 Mart 1770 - 7 Haziran 1843).
Lirik şiirlerin yanı sıra Menon’un Diotimaya’ya Ağıtı ile Ekmek ve Şarap, Hyperion ile Empedokles’in Ölümü gibi usta eserlerin yaratıcısıydı! İçindeki insanla insanlığını yitirmeden vedalaşmıştı. Mezara değil, kendi gerçeğine gömüldü.
Annesinin baskısına, dostlarının ihanetine, hırslarına, sinikliğine, sevgisizliğine, karamsarlığına, umutsuzluğuna, başarısızlığına inat ne inancına ne de şiire ihanet etmeyerek kendini yalan dünyada gerçekleştirmiş olmanın huzuruyla sonsuzluğa ulaştı. Artık şiirleri gibi yaşamı da ölümsüzdü.
Acı, yalnızlık ve şiirin çınarı; Hölderlin!
Yaşadığı çağda değeri anlaşılmamış, klasik çağın ve Romantizm’in en önemli temsilcilerinden biriydi şair Johann Christian Friedrich Hölderlin (20 Mart 1770 - 7 Haziran 1843).
Lirik şiirlerin yanı sıra Menon’un Diotimaya’ya Ağıtı ile Ekmek ve Şarap, Hyperion ile Empedokles’in Ölümü gibi usta eserlerin yaratıcısıydı! İçindeki insanla insanlığını yitirmeden vedalaşmıştı. Mezara değil, kendi gerçeğine gömüldü.
Annesinin baskısına, dostlarının ihanetine, hırslarına, sinikliğine, sevgisizliğine, karamsarlığına, umutsuzluğuna, başarısızlığına inat ne inancına ne de şiire ihanet etmeyerek kendini yalan dünyada gerçekleştirmiş olmanın huzuruyla sonsuzluğa ulaştı. Artık şiirleri gibi yaşamı da ölümsüzdü.
Arthur Rimbaud… Yaşamıyla da insanlığın kütüphanesinde!
Henry Miller’in, Rimbaud Ya da Büyük İsyan¹ (Kabalcı Yayınevi) ile Stefan Zweig’ın Yarının Tarihi² (Can Yayınları) kitaplarında yer alan “Arthur Rimbaud” denemesini okudum. Yazına ve insanlığın kütüphanesine birbirinden değerli eserler bırakan bu iki sanat dehası, Rimbaud’nun kişiliği ile yaşam anlayışını ifade ediş biçimlerini karşılaştırma ve üzerinde düşünce üretme olanağını verdi bana.
Benim için Henry Miller’in, Rimbaud Ya da Büyük İsyan¹ ile Stefan Zweig’ın Yarının Tarihi’ne de değer katan, bu birbirinden değerli üç dahinin içgüdülerine, duygularına, düşüncelerine, yaşamı ve sanatı algılayış biçimlerine ayrı ayrı tanıklık etme olanağını bulmam.
Jack London’dan bir tutunamayan!
Usta Amerikalı yazar Jack London’ın, Büyük Dünya Savaşı öncesinde ve sanayi devrimi sonrasında gelişen, klasikleşmiş yarı otobiyografik yapıtı Martin Eden (Can Yayınları); genç ve eğitimsiz bir gemicinin kendisini eğitirken verdiği mücadeleyi, çektiği yoksulluğu ve düş kırıklıklarını anlatır.
London’dan bir tutunamayan!
Usta Amerikalı yazar Jack London’ın, Büyük Dünya Savaşı öncesinde ve sanayi devrimi sonrasında gelişen, klasikleşmiş yarı otobiyografik yapıtı Martin Eden (Can Yayınları); genç ve eğitimsiz bir gemicinin kendisini eğitirken verdiği mücadeleyi, çektiği yoksulluğu ve düş kırıklıklarını anlatır.