Zulüm zulmün mayasıdır!

Zulüm zulmün mayasıdır!

25.04.2025 04:01
Güncellenme: 25.04.2025 04:01
Takip Et:

Hani büyüklerimiz “Uyku uykunun mayasıdır” derler ya...

İşte o hesap:

“Zulüm zulmün mayasıdır!”

***

Bir ilişkide, bir kişinin, bir örgütün, bir kurumun, bir yöneticinin, bir politikacının, bir partinin, bir liderin, bir iktidarın zulüm yapmaya başlaması bir eşiktir:

Bu eşik aşıldığı andan itibaren, her zulüm adımı, bir sonraki zulüm basamağına tırmanışı tetikler, çünkü bir sonraki basamağı zorunlu kılar...

***

Zalim için, karşısındakine ya da karşısındakilere yaptığı zulüm hiçbir zaman yeterli değildir...

Çünkü hiçbir köle, hiçbir efendisine, hiçbir zaman yeterli olarak yaranamaz...

Çünkü zalim ile mazlum arasındaki sömürü ilişkisi, ancak sürekli olarak artan zulümle beslenir ve devam eder...

Ta ki zulüm ilişkisi bitene, mazlumun ya da zalimin hayatı sona erene kadar!

***

İnsanlık, zulmü, önce “Toplayıcı Avcı” döneminde sürüler halinde yaşarken daha güçlü, kuvvetli olanın, daha güçsüz kuvvetsiz olanı sömürmesi ile öğrendi.

Sonra “Tarım Devrimi” döneminde, tarikatların, kilisenin, şeyhlerin, şıhların, kralların, imparatorların, şahların, padişahların, kısacası monarkların, toprak ağalarının ve din adamlarının, köylüyü, çiftçiyi, tarım işçisini, yani toplumu sömürmesi bu zulmü sürdürdü.

Geniş emekçi kitlelerin sömürüsüne dayalı olan bu zulüm, din ve mezhep savaşları ile meşrulaştırıldı ve Endüstri Devrimi döneminde Faşizm tarafından da günümüze taşındı.

Emperyalizmin sömürdüğü ülkelerdeki politikacılar, bu toplumların teknolojik ve ekonomik/ toplumsal yapıları henüz işçi sınıfının yeterince gelişmesine izin vermediği için, iç sömürüyü Emperyalizmle birlikte sürdürmek için, Demokrasi yerine Demagoji uygulamalarına baş vurdular...

Ve Faşizmin, Emperyalizm aracılığıyla günümüz toplumlarında sürdürdüğü sömürü zulmü, Asya, Afrika, Güney Amerika ve Ortadoğu ülkelerinin yazgılarına egemen oldu.

***

Mustafa Kemal Atatürk’ün, Din-Tarım toplumu aşamasında kalmış olan Osmanlı’yı, Endüstri Devrimi’ne sıçratma çabası, sermaye ve işçi sınıfları henüz yeterince gelişmeden uygulanan Çok Partili Düzen döneminde, Demokrat Parti’nin demagojisine ve baskısına kurban edildi.

Bu baskıya tepki olarak oluşturulan çağdaş ve devrimci 1961 Anayasası’nın devam ettirdiği, Devrimci Demokratik Dönüşüm, 1971 ve 1980 askeri darbeleriyle bir kez daha, yeniden kesintiye uğratıldı.

1982 Anayasası ile Türkiye’ye egemen olan Karşı Devrimci yapı, ne yazık ki Evren-Özal döneminden sonra, Erdoğan/AKP-Bahçeli/ MHP-HÜDA PAR iktidarına yol açtı ve zulüm yeniden tırmanmaya başladı:

Artık ne Anayasa’ya ne Anayasa Mahkemesi’ne ne Meclis’e ne Meclis iç tüzüğüne saygı kaldı...

Baskı ve zulüm, medyadan siyasal partilere, siyasal partilerden gençlere, gençlerden çocuklara kaydırıldı.

Artan zulüm, kendi kendini beslemeye başladı...

Çünkü İktidar, yaptığı yanlışlardan dolayı kaybettiği gücünü, baskıyla, zulümle yeniden kazanmaya çalışmak gibi çıkmaz bir sokağa girdi.

Oysa bu sokağın sonu, Demokrasi, Laiklik, Sosyal Devlet, Hukuk Devleti tuğlalarıyla örülmüş ve sandık, seçim, seçmen karışımı bir çimentoyla güçlendirilmiş bir duvarla kapatılmış durumda!