Hikmet Çetinkaya

Özgürlüğün geldiği gün, o gün ölmek yasak...

14 Mart 2017 Salı

Hava birden soğudu, kış geri geldi. Yağmur bulutları gökyüzünü kuşattı...
Toplum olarak gerilimli günlerden geçiyoruz. Oysa hayatı çoğaltmak gerek.
Geçmiş zaman masallarından bir tutam yalnızlık, hüzün, sevda tümceleri toplamak istedim yağmurlu bir günün ilk saatlerinde...
Gri bulutlar uçuşuyor gibiydi göğün atlasında. Umutlar sular gibi dalgalıydı. Süt beyaz yalnızlığın diplerinde bir sızı vardı.
Gazeteye gelirken yine Suriyeli çocukları gördüm trafik ışıklarında. Kadınları bebeleriyle birlikte.
Hayatın anlamını düşündüm, o derin suları, dağların yamaçlarını.
Bonnefoy’un dizelerini mırıldandım sessizce:
“Yaralı şaşkın yapraklar içinde
Ama yiten izlerin kanına yakalanmış
Yine de yaşamın suç ortağı.”
Bir başka evrendeydim belki. Yaşamı kucaklamaktan yorulmuştum. Kayıp giden yılların ardında kendi masalımsı dünyamı kurmaktan bıkmıştım.
Douglas Dunn’un “Ben sende yaşıyorum, sen bende yaşıyorsun” dediği geceyi, kirpiklerimin ucunda yakalamaya çalışıyordum.
Nice ölümler, nice gözyaşları...
Bahçede yalnız bırakıp gittiğin salıncak ya da en sevdiğin kitabın, güneş saatinin yanı başında.
Gece kâbuslarla çınlıyor...

***

Kış gününde çadırlarda yaşayan anneleri, babaları, bebeleri düşünüyorum...
Günün ilk ışıkları çadırlara vuruyor...
Bir çocuk annesinin kucağında ağlıyor.
Sakat bir adam koltuk değnekleriyle zor yürüyor.
Bir sıkıntı büyüyor gözbebeklerinde...
Bir yorgunluk...
Ardından bir çığlık.
Koltuk değnekleriyle bile zor yürüyen adamın çığlığı:
Yaşamak istemiyorum...
Kuşku dalga dalga yayılıyor.
Acılı insanlara bakarak o anda bir düş kuruyorum...
Yıl kaç?
2016’nın mart ayı...
İnsanların gözlerinin büyüdüğünü, ellerinin titrediğini görebiliyorum.
Açlığı, yokluğu, felaketi, acıyı kendi düşlerimizde yok edebilir miyiz havayı ve güneşi çağırarak!
Belki oralarda bir kadın, yaşamın o acı gölgesinde sevdayı arıyor durmaksızın; belki bir adam kuşları salıveriyor kafeslerinden özgürlüğe kanat çırpsın diye; belki de bir çocuk kâğıttan kayık yapıp sulara salıveriyor mavinin derinliklerini görmek için....
Yaşam, bin bir rengi içinde belki de bizi sınıyor...
Zamanın sarkacı gidip geliyor...
Sessizce!

***

Pazar günü, hayatı anlatırken ne demiştim:
Hayat direnmektir...
Hayat, egemenlerin önünde eğilmemektir.
Hayat, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri savunmaktır...
Cesaretli olmaktır hayat...”
Sevgili Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Güray Öz, Turhan Günay, Musa Kart, Önder Çelik, Bülent Utku, Mustafa Kemal Güngör, Hakan Kara ve Ahmet Şık...
Günler, haftalar ve aylar geçiyor hızla...
Bizim için hızla, sizler için zor...
Mektup yazmak yasak, özgürlük yasak...
Mart 2017...
Cumhuriyet’in beşinci katında sizleri andık geçen hafta...
Dışarıda yağmur vardı ve hava soğumuştu...
Oradaydık eşlerinizle, çocuklarınızla, gazetedeki arkadaşlarımızla...
Akın ve Murat’ın odaları kapalıydı...
İçime bir hüzün düştü...
Orhan Erinç’in gazetecilikte 60. yılı, Akın’ın, Kadri’nin, Musa’nın kutlanmamış yaş günü.
Orhan, insanın içini acıtan olağanüstü bir konuşma yaptı.
Özetle dedi ki:
Arkadaşlarımız niye içeride?
Gerçekleri yazdıkları, çizdikleri için içeride...”
Siz gerçekleri yazdınız, bıkmadan usanmadan...
Nadir Nadi’nin, İlhan Selçuk’un yürüdüğü yoldan bir adım başka yöne sapmadınız...
Hep ama hep bedel ödedi bu gazete...
12 Mart’ta ödedi, 12 Eylül’de ödedi ve hep ödeyecek...
Zamanın sarkacındayız her zaman olduğu gibi...
Yüreğimizde insan sevgisi tıpkı Cemal Süreya gibi:
Özgürlüğün geldiği gün
O gün ölmek yasak!”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları