Mehmet Ali Güller

AKP iktidarı paralel devletlere gebe

05 Eylül 2020 Cumartesi

12 yaşındaki çocuğa cinsel istismardan tutuklanan Uşşaki tarikatı lideri Fatih Nurullah, bir istisna değil. Türkiye’de özellikle son 10 yılda onlarca, yüzlerce Fatih Nurullah vakası ortaya çıktı.

Birkaç gündür konuşuyoruz bu vahim tabloyu…

Ama üzerinde bunun kadar durmadığımız ancak sonuçları bakımından bundan çok daha tehlikeli bir konu var: Nurullah’ın “Devletin kontrol mekanizmalarında olalım” sözleri!

Paralel devlet sorunu

Türkiye, FETÖ ve paralel devlet olgusundan ders çıkaramadı. Çıkaramaz da…

Zira AKP hükümeti paralel devlet olacak yapılara gebe bir organizmadır. Bu parti, tarikat ve cemaatlerin siyasal çatı örgütüdür ve AKP hükümetleri, “tarikatlar koalisyonu”dur.

Fethullah Gülen cemaati ilk koalisyonun en güçlü cemaatiydi. AKP hükümetinin siyasal desteği ile adım adım devleti ele geçirdi ve en sonunda Tayyip Erdoğan’ı da hedef alan bir paralel devlete dönüştü.

Devletten büyük ölçüde tasfiye edilen FETÖ’nün yeri kimlerle doluyor peki? Liyakatle kadrolaşmaya gidilmediği, başta Menzil olmak üzere başka tarikat ve cemaatlerin devlete yerleştirildiği biliniyor.

İşte Uşşaki tarikatı liderinin “Devletin kontrol mekanizmalarında olalım” sözleri, FETÖ’den boşalan yerleri doldurma yarışını özetlemektedir.

Dolayısıyla 2008’de Anayasa Mahkemesi tarafından “laiklik karşıtı odak” olduğu saptanan bir partinin iktidarı altında, “paralel devlet” konusu Türkiye’nin gündeminde olmaya devam edecektir maalesef!

Laikliğin dönüşümü

Tarikat şeyhlerinin çocuk istismarı sayısının artmasıyla, laikliğin budanması arasında bir orantı olduğu ortada. Ayrıca yukarıda özetlediğimiz “paralel devlet” tehdidinin en sağlam panzehri de laikliktir.

Demirel’le sağa eklemlenen, Özal’la kurumlara kadro yapılan, Çiller’le iktidara ortak edilen tarikat ve cemaatler, en sonunda Erdoğan’la “tam iktidar” olmuştur!

Bu süreç, aynı zamanda laikliğin nasıl budandığının da tarihidir:

Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Büyük Kongresi, 22 Ekim 1927’de tüzüğünün 3. maddesini şu şekilde kabul etmiştir: “… devlet ve millet işlerinde din ile dünyayı tamamen birbirinden ayırmayı en önemli esaslarından sayar.”

Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Büyük Kongresi, 13-14 Mayıs 1931’de kabul ettiği programında ise laikliği şöyle tanımlar: “… Din anlayışı vicdani olduğundan, fırka din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca başarı etkeni görür.”

Yani Kemalist Devrim döneminde özetle “din ile dünya işlerinin ayrı olması” şeklindeki laiklik, devrimin kireçlendiği ve “küçük Amerika” sürecine girildiği dönemde “din ile devlet işlerinin ayrılmasına” dönüşmüş, Amerikancı 12 Eylül döneminin Türk-İslam sentezi altında “din ve vicdan özgürlüğüne” başkalaşmış, en sonunda ABD’nin BOP eşbaşkanlığı döneminde de anayasada yazılı bir kelimeden ibaret hale düşürülmüştür!

Diyanet’in dönüşümü

Laikliği “din ile dünya işlerinin ayrılması” olmaktan çıkarıp “din ve devlet işlerinin ayrılmasına” indirgediğinizde, tarikat ve cemaatlere toplum ve ekonomi hayatında yer açmış olursunuz; “vicdan özgürlüğüne” indirgediğinizde de siyasete ve devlete sokmuş olursunuz.

Yaşadığımız son 70 yıl özetle budur.

Sonucu ise bir köşesi çocuk istismarı, bir köşesi paralel devlet olan bir felaket tablosudur!

İşte Mustafa Kemal bunu gördüğü için laikliği “din ve dünya işlerinin ayrılması” diye koymuş ve buna paralel olarak da tarikatları yasaklamıştır. Atatürk’e göre inanç, bir vicdan meselesidir ve “Allah ile kul arasındaki ilişki” alanının dışına çıkamaz. Hele hele tarikat şeyhleri olarak üçüncü kişiler, Allah ile kul arasına kesinlikle giremez.

İşte Atatürk’ün Diyanet’i de Allah ile kul arasına giren bu tarikatların yerini doldurmak içindi. 70 yılda laiklik budanırken, Atatürk’ün Diyanet’i de Erdoğan’ın Diyanet’ine dönüşerek tarikat ve cemaatlerin koordinatörü oldu!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Colani’nin arabası 14 Aralık 2024
Suriye'de 2. perde 9 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları