Bir Cumhuriyet bilgesi: Ali Sirmen

25 Nisan 2021 Pazar

Yıllar önce bir ekim günü karşılaştığımızda, başını eğip koca gözlerini gözlerime dikti. Saydam tenli, beyaz bir kızdım; inatçıydım, gururluydum, pervasızdım. Kaçırmadım gözlerimi, ben de meydan okudum ona. Ama içimin ıvıl ıvıl olduğunu duyumsayınca, kızardım, korktum. 

Artık hep çevremdeydi. Beni elde etmek istedikçe direniyordum. Bir gün bana sarılmak isteyip de oracıktaki çerçeveli fotoğrafı kafasına indirdiğimde, şaşkın kalakalışını hiç unutmuyorum. 

Keşke hep öyle kalsaydı. 

Sonra bir bahar günü kırıldı direncim. 

Evlendik, kocam oldu. 

Onu seviyordum, o da beni. Sevgimizi geliştirecek, yaşamı acı ve tatlı yanlarıyla paylaşıp dayanışacak bir bütünün parçası olacaktık. 

Olamadık. 

Yaşamın güçlüğünü paylaşıyorduk paylaşmasına da başarı, onur hep onun olmalıydı. Benim tek önemli başarım, onun karısı olmaktı. 

Tek başına kocamın geliriyle geçinemezdik. Ben de sabahtan akşama işte çalışıyor, akşam yorgun argın eve dönünce yemek yapıyor, sofra hazırlıyor, bulaşıkları yıkıyor, sonra da üzerimden uyku akarken, ertesi gün onun giyeceklerini ütülüyordum. O ise yemekten sonra bir köşede otururdu. Benim ne kendime ait bir köşem oldu, ne de zamanım. 

Sonra bir çocuğumuz oldu. Nasıl yetiştirileceğini o buyurur, ben uygulardım. Evde kuralları o koyardı. Dışarıda kuralları da onlar koyarlardı. 

Doğrusunu söylemek gerek, yaşam onun yüzüne de her zaman gülmüyor, kurallar onu da baskı altında tutuyor, eziyordu.

Sonra bir gün hapse girdi.

Yıllarca hapishane kapılarında koşturdum. 

Onun dış dünya ile bağlantısı, eli ayağı, gözü kulağı oldum. Onun için davalara giriyor, açıklamalar yapıyor ve başta görüş günleri olmak üzere hep güler yüzlü oluyordum. O yakınmakta, sinirlenmekte özgürdü. Oysa her zaman sakin, kendine hâkim ve güler yüzlü olmalıydı bir mahkûmun karısı.*

Kör hızarın çarkında dimdik

Ali Sirmen, yüz yaşına iki kala kör bir hızarın dişlilerine takılmış Türkiye’nin çıkışlardan çok inişlerle süren yolculuğuna 1965 yılından beri eşlik eden sıra dışı bir yazar ve gazetecidir. 

Sıra dışıdır, çünkü kör hızarın ekonomiden politikaya derken sosyolojiye yansıyan mezbahasına uyum gösteren çoğu meslektaşımız bin kez taraf ve fikir değiştirirken, Ali Sirmen ne dedi, ne yazdıysa o kalan, amasız ve çünküsüz dimdik duranlardandır. 

Üstadın 1974’te buluştuğu Cumhuriyet gazetesindeki duayenliği, bir zaman ölçüsü değil. Bazen umutsuz görünen bir aydınlanma savaşındaki silah arkadaşlığı, inatçılık ve yılmazlık. Çünkü her şeyin çürüdüğü, her mesleği hırsızların ve onursuzların sardığı bu ülkede bir erdem anıtıdır Ali Sirmen. Ne mutlu bize ki onun gibi erdemli insanlar hâlâ var, hâlâ çoklar. Ali Sirmen’in anıt farkı, kimsenin kalbini kırmadan, düşman edinmeden erdem örneği olabilmesidir. Yollu yolsuz, hırlı hırsız, dost düşman, herkesin saygısını kazanmak hiç kolay değil. Ali Sirmen, işte bunu başarmıştır.

Dağ gibi kadın

Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır derler, doğrudur. Ali Sirmen’in arkasındaki onur yönderi, vicdan muhasebecisi, karısı, öğretmeni, komiseri Mine Sirmen’dir.

Türkiye’de eşinin makamı ve zenginliğiyle değil dürüstlüğüyle övünen kadınlar hâlâ var mıdır, kalmış mıdır, bilmiyorum. Ben tek bir kadın biliyorum. Mine Sirmen, Ali’ye bir telefonla çözebileceği sorunları çözmediği, uğradığı haksızlığı bile sineye çektiği, kimseden bir talepte bulunmadığı için saydırır, saydırır; sonunda “Benim kocam çok namusludur!” derken gururla dolardı sesi.

Zaten yukarıda çok kısa bir alıntı okuduğunuz mektup, Ali Sirmen’in büyük aşkı Mine’yi yitirdikten bir yıl sonra onun ağzından kendini eleştirdiği, olağanüstü bir ağıttır. 

Yatılı okuduğu Galatasaray Lisesi’nden sonra İ.Ü.Hukuk Fakültesi’ni Mine Sirmen’le birlikte bitiren Ali Sirmen, Paris Üniversitesi’nde anayasa hukuku ve siyasal bilimler dalında doktora yaparken gazeteciliğe başladı. 1980 darbesini izleyen üç buçuk yıl, gazetecilik yaptığı için hapsedilen hukukçulardan biriydi. Mine Sirmen de avukatı.

Duvara tos öğretisi

Ali Sirmen’in elli beş yıldır biri ötekiyle çelişmeyen, en güzel ve çarpıcı yazıları, Cüppeli Vesayet başlığı altında Kırmızı Kedi Yayınevi’nin Cumhuriyet Bilgeleri koleksiyonunda yayımlandı. 

Türkiye’nin bugüne bir günde gelmediğinin, Atatürk’ün ölümünden beri geminin su aldığını, kaptanların çapsız ve tayfaların liyakatsiz olduğunu belgeleyen kitap, Ali Sirmen’in tüm öngörülerinin de bire bir doğrulaması.

İnsanlar ya okuyarak öğrenirler ya da kafalarını yaşamın duvarlarına çarpa çarpa.   

Türk toplumu, geniş genelinde ikinci yolu yeğlediği için bugün kan revan içindeyiz. Geç ya da değil, bir yerden okuyarak öğrenmeye ikna etmeliyiz, genç kuşakları.   

Bir gün, kitap okuyan ve aynı duvara tekrar tekrar toslamadan öğrenmeyi başaran bir Türkiye düşlüyorum. 

Umarım gerçekleşir.  

* Cüppeli Vesayet/Kırmızı Kedi Yayınevi,

2021



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kıyamete hazırlık 14 Nisan 2024
Kibir ve kir 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları