Amiraller Bildirisi ve Hukukun Dedikleri - Prof. Dr. Sami SELÇUK
Olaylar Ve Görüşler
Son Köşe Yazıları

Amiraller Bildirisi ve Hukukun Dedikleri - Prof. Dr. Sami SELÇUK

19.04.2021 07:00
Güncellenme:
Takip Et:

İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasının ardından hukuk tarihçisi TBMM Başkanı’nın Cumhurbaşkanının isterse Montrö gibi ülkenin geleceğiyle ilgili uluslararası temel antlaşmaları bile kaldırmasının teknik olarak olanaklı” ancak olası olmadığı”nı söylemesi, hemen ardından Ben herhangi bir sözleşme adı vermedim” gibi kaçamaklı sözlerle durumu düzeltmeye kalkışması üzerine, bu konuyu yakından bilen ülkenin uzman amiralleri, olası tehlikeleri Türk ulusunun ve siyasetçilerin bilgisine sunmuş, 4 Nisan 2021 tarihli bir bildiri” yayımlamışlardır.  Belli ki ülkenin çıkarları açısından kaygılıydılar.

Belli ki Türk toplumuna, Lozan ve Montrö gibi Türkiye Cumhuriyetinin temellerini atan iki önemli uluslararası antlaşmasından biri hakkında yurdun ve ulusun yararı, egemenlik hakkı konularında bildiklerini sunmayı ve bunların değerlendirilmesini bir görev bilmişler ve bu temel kaygıya iktidarı bile rahatsız eden bir görüntüyü de eklemişlerdi.

Peki, sonra ne oldu? Onlara teşekkür mü edildi?

Tam tersine. Kıyamet koptu.

Yine birbirine güvenmeyenler, birbirinden kuşkulananlar, bu kurnazlar”ın (!) arka düşüncelerini sözde teşhis” ederek ruhbilimciliğe özendiler.

EĞER DEMOKRASİ VARSA…

Doğuluca bir yaklaşımdı bu.  Çünkü Batı’da her hafta buna benzer bildiriler dağıtılır. Yemek içmek gibi insan doğasının ürünü günlük olaylardır, düşünce özgürlüğünün sıradan yansımalarıdır bunlar.

Evet işin öve özeti bu iken bizde olanlara bakar mısınız?

Bu bildiri, kendinden menkul bir yorumla kimilerince Yüce Türk milletine” diye başlaması, saat 22.42de yayımlanması dolayısıyla ihtilal/darbe bildirisi” olarak değerlendirildi.

Acaba bu bildiri, ülkenin Cumhurbaşkanına ya da siyasal partilerin başkanlarına hitaben yayımlansaydı başka türlü mü algılanacaktı? Ya da bu türden bildirilerin günün belli saatinde yayımlanacağına ilişkin bir kural mı vardı?

Yansızlığı ve nesnelliği yaşam biçimi olarak benimsemiş 61 yıllık hukukçu gözüyle herkesin bilgisine aşağıdaki görüş ve deneyimlerimi sunmak isterim.

Her şeyden önce bildiriye karşı çıkanların bildiriyi okuma biçimi Derridanın yapıbozumu”nu hiç mi hiç andırmıyor. Bu bir.

Bildiri, yorumu gerektirmeyecek denli, bilimsel ve hukuksal deyişle açık ve seçik”tir (clarus et distinctus, clair et distinct). Kurnazlık, ikiyüzlülük gibi ahlaksal saptırmalardan da hiçbir iz yoktur bildiride. Mertçe kaleme alınmıştır. Bu iki.

Buna karşılık, kendinden menkul çarpıtmalarla metnin anlamından ve bağlamından koparılması, hiç de masum bir duruş değildir. Tam tersine kınanası bir tutumdur. Bu üç.

İtalyan hukukçuları, sözleri ve özellikle yasa düzgülerini (norm) bu türden çarpıtarak yorumlamaya düzgüye işkence etmek” (torturare la norma) derler. Bu da dört.

Ben de bu tür yorum saptırmalarının örneklerini öğrencilerime her yıl anlatırım. Şimdi bunlara yeni bir örnek daha eklendi. Örneklerimi zenginleştirenlere teşekkür mü etmeliyim, yoksa üzüntülerimi mi iletmeliyim, doğrusu bilemiyorum.

Ama onları uyarmak gereğini duymaktayım.

tfen trajikomik” gerekçelerle ülkeyi yönetenlerin, yönetilenlerin ve yargının dikkatlerini başka yönlere çekmesinler; konuları ve sorunları özünden saptırmasınlar.

Sadede gelelim.

Her şeyden önce hukukta, bir yazının, bildirinin ardında yazılanların ötesinde kimi sonuçlar çıkarmaya kalkışılamaz; bilmecelerle uğraşılmaz. Yalnızca bildiride dile getirilen konulara odaklanılır.

Günümüz insanı, hukukun nesnesi değil, öznesidir. Hukukun üstünlüğüne yaslanan çağcıl devlet, bu niteliğiyle insana bu kişiliğini geliştirebileceği özgür bir ortamı sağlamak zorundadır.

İnsan, beyniyle, düşüncesiyle ve bunları dış dünyaya hukuk içinde aktaran özgür bir hukuk kişisidir ve bu kişinin dili, insanın ruhudur” (W. von Humbolt).

Bildiriyi lütfen yeniden okuyalım ve art düşüncelerden arınarak kendimize soralım: Bu bildirinin ruhu nedir?”

Yanıtı şudur: Ülkenin geleceği kaygısıyla yapılan öneriler.

Demokratik ülkelere bakalım. Oralarda her Allah’ın günü bu türden bildiriler sık sık dağıtılır. Kimse de sesini çıkarmaz. Çünkü her insan, beyniyle ve diliyle birlikte doğmaktadır. Yeni doğan çocuk bile annesinin sütünü emerken süt yetmezse tepki vermekte, çığlık atmakta, bir bakıma düşüncesini açıklamaktadır.

Bu tepkiye kızıp üzülse bile anne, düşüncesini yansıtan bu gücü çocuğunun elinden alma hakkına ve gücüne sahip değildir. Devlet de öyle. Eğer bir ülkede demokrasi varsa, devletin varlık nedeni, doğuştan sahip oldukları hakları ve özgürlükleriyle birlikte bireyleri bir hukuk kişisi ve öznesi olarak yaşatmaktır. Kural budur. Sövme, suça kışkırtma gibi istisnalar, esasen yasalarda gösterilmiştir.

DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA ÖZGÜRLÜĞÜ

Dolayısıyla insandan yana, insancı bir devletin var olma nedeni, görevi, insanın doğuştan sahip olduğu düşünme ve düşüncesini sergileme özgürlüğünü dış dünyaya çarpıtılmadan sağlıklı biçimde yansımasını sağlamaktır. Düşünce özgürlüğü kimilerini alkışlamak için değil, aslında rahatsız etmek için vardır; dünyanın her yerinde ve her dönemde, üzen, çileden çıkaran düşüncelerle birlikte gündeme gelmiştir. Hatır sormak için değil.

Esasen anayasalarda tanımlanan her özgürlük, bireye bir güç, iktidar sunar. Eğer birey, o gücü, iktidarı kullanamıyorsa o artık bir hukuk kişisi hatta insan değil, kişilik ve insanlıktan yoksun bir köledir.

Türkiye, hukuk kişiliğini kazanamamışların, köleleş(tiril)mişlerin ülkesi değildir. Olmamalıdır da.

Konuyu Neden gece yarısı ve Türk milletinediye yayımlandı?” gibi saçma sorularla dağıtmaya, sulandırmaya, bildiride kurnazlıklar, ikiyüzlülükler aramaya gerek yok.

Lütfen bildiriyi bir kez daha okuyunuz.

Yalnızca kaygıları ve bunların giderilmesi konusundaki düşünceleri sergiliyor. O kadar.

Şunları unutmayalım: 1926/765 sayılı Eski TCYnin 163’üncü maddesi, yapay ve saçma bir inanç suçuydu. Laikliğe aykırı olarak devletin düzenini dini temel ve inançlara uydurmak isteyen kişiler ve örgütlerle bunların propagandasını yapanları cezalandırmaktaydı.

Aynı yasa, İtalyan (Rocco) Ceza Yasası’ndan (m. 270, 272) alınan 141inci madde, işçi sınıfının öbür toplumsal sınıflar üzerine baskı kurmasını, 142nci madde ise bunun propagandasının yapılmasını yasaklıyordu. Bu üç suç da özünde birer inanç ve düşünce suçu olduğu ve çağcıl suç hukuku anlayışıyla bağdaşmadığı için Türkiye, bu maddeleri çok partili düzene geçildiği gün kaldırmalıydı.

Oysa bu maddeler, ancak 1991 yılında kaldırılabilmiştir.

Her gün özlemlerle sözünü ettiğiniz özgürlükçü demokrasi bu değildir, efendiler.

En alt düzeydeki eskide kalmış kökleşik (klasik) özgürlükçü demokrasi bile, her türden inancın, düşüncenin açıkça sergilendiği, yaşandığı, özgürce tartışıldığı bir düzenin adıdır.

Bir türlü ulaşamadığımız bu demokrasi anlayışı bile, günümüzde çoktan aşılmıştır. Batı, bugün hiper demokrasiye doğru yol almakta. Lütfen kendimize gelelim, biraz ciddi olalım.

Sözü hukukun ışığında hukuka, hukukçulara getirmek isterim. Bu bildirinin tartışıldığı günlerde Resmi Gazetede yayımlanan kararında Anayasa Mahkemesi, Demokratik toplum, çoğulculuk, hoşgöve açık fikirlilik temeline dayanmaktadır (…) Demokrasilerde devlete düşen görev, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmek, bunların etkili bir şekilde kullanılmasını sağlayacak önlemleri almaktır” dedikten sonra değiştirilemez nitelikteki ikinci maddeden söz ederek Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan, anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir” diyor ve özellikle düşünceyi açıklama özgürlüğüne değiniyordu (24.12.2020 tarih, E. 2017/21, K. 2020/77, RG. 8.4.2021, n. 31448).

YARGIÇ VE SAVCILARIN SORUMLULUĞU

Özetle bildiriyi yazanlar, kendilerine doğanın ve/veya Tanrı’nın armağanı olan düşünce özgürlüğünün tanıdığı anayasal hakkı, dolayısıyla anayasal erki kullanmışlardır. Bu bir.

İkinci nokta da şu: Yargıya güvenin resmi ağızlara göre %20lere düştüğü bir dönemden geçiyoruz. Lütfen özenli olalım ve bu güveni daha da sarsmayalım. Bu bildiri dahil, her olay karşısında toplum, sizleri sınavdan geçirmek üzere tetiktedir.

Unutmayalım ki Bütün hukuk, insan içindir” (hominum causa omne ius constitutum est) der, Digesta. Hak arama özgürlüğünün kapandığı değil, tartışıldığı toplumlarda bile insanlar, ilkin umutsuzluğa düşer, sonra kahraman hukukçular, savcılar ve yargıçlar aramaya başlarlar. Bu noktaya sürüklenmiş bir toplumda, çoğu kez ne hukuk vardır ne de adalet. Orada artık kırılganlıklar, umutsuzluklar yaşanmaya başlamıştır.

Bu yüzden hukukçular, özellikle yargıçlar ve savcılar, attıkları her adımda geleceğe iki bilinci özümseyerek içselleştirerek yürümek zorundadırlar.

Birincisi, mesleksel özgörev (misyon) bilinci”dir. Bir toplumda yasaları yasama erki yazıya dökerek yapar; hukuku ise bağımsız yargı erki içindeki savcılar, özellikle de yargıçlar, yazılı soyut düzgüleri uygulama tezgâhında dokuyarak, ete kemiğe büründürüp canlandırır; hukuku ve adaleti kotarırlar. Özellikle yargıçlar, bu özgörevin omuzlarına yüklediği ağır sorumluluk bilinciyle davranmak zorundadırlar.

İkincisi bilimsel ve ilkesel yaklaşım bilinci”dir. Yargıçlar ve savcılar, bilimsellik ve küresellik boyutlarına ulaşan yargıçlık ve savcılıkla ilgili küresel ilkelere uyma konusunda özenli, titiz ve duyarlı olmalıdırlar. Çünkü üstlendikleri, sıradan bir özgörev (misyon) değildir. Onlar, bu bilinçleri özümseyerek davranırlarsa toplum, kahraman yargıçlara ya da savcılara gereksinim duymaz, yarınına güvenle bakar, dinginliğe erişir.

DEDİKODULARA VİCDANI KAPATMALI

Bu konuda küresel metinlerin başında 2006da HSYK, 2007de Yargıtay Ceza Genel Kurulunca benimsenen Bangalor Yargı Etiği İlkeleri ve Savcılar İçin Etik ve Davranış Biçimlerine İlişkin Budapeşte İlkeleri gelmektedir. Bu ilkelerin öngördükleri sıradüzenine göre yargıçlar ve savcılar, hukukun soğukkanlı mantığı içinde kalarak, adil/dürüst yargılanma hakkı”na uyarak görevlerini yerine getirmek zorundadırlar.

Onlar, bütün dış güçlere, erklere, kişiliklerinden sıyrılıp her türden kendi inanç ve düşüncelerine karşı bağımsız kalmakla; iç ve dış etkilerden arınmış nesnel mantıkla hukukun ne dediğini söylemekle (juris-dictio); hukuksal güvenliği, hukuka inancı, inanılırlığı sağlamakla; yansızlık, doğruluk ve tutarlılık, dürüstlük, eşitlik, yeterlilik ve yaraşırlık (liyakat) içinde uygulamalar yapmakla; adaletin en küçük yabancı katkı maddesiyle bile bütünüyle lekeleneceğinin bilinciyle davranmakla; haksızlıkların en uyanık bekçileri olmakla; bütün dış etkenleri duruşma salonunun dışında tutmakla yükümlüdürler.

Suç hukukunda suçun çekirdek kavramı “davranış”tır (hareket) ve suç ve suç yargılama hukuku, cogito alanı”yla asla ilgilenmez. Dış dünyaya yansımış, görülebilir (visible) olaylarla, davranışlarla (actus reus), kökleşik deyişle suçun cismi/maddesi/gövdesi”yle (corpus delicti) ilgilenir.

Suç hukukunda insanların içdünyasıyla ilgilenmeme”, maddilik” (principio di materialità) ya da davranışsız suç olmaz” (nullum crimen sine actione) ilkelerini iki bin yıl önce Ulpianus, hiç kimse düşüncesinden dolayı cezalandırılamaz” diyerek vurgulamıştır. Suçun failini öne çıkaran olgucu okulun en büyük temsilcisi Ferri de bu görüştedir. Eski TCYnin kaynağı olan 1889 tarihli İCYnin 1887 Zanardelli Raporunda suç hukukunun insanların içdünyalarıyla uğraşmadığı vurgulanmıştır. 

Suç hukuku, bu nedenle amirallerin bildirisinde dışa yansıyan metin dışındaki amaç, erek, dürtülerle ilgilenemez.

Yargılamada gözetilebilecek kanıtlar ise içdünyayla değil, elle tutulabilen somut dünyayla ilgilidir. Dolayısıyla kanıt, ilkin söz, belge ya da parmak izi, kan gibi beş duyuyla algılanmalı, ikincisi de mantık kurallarına ve bilime uygun, akılcı bulunmalıdır. Yargıç, falcılığa özenemez, ilkel çağların inançlara dayalı su, kızgın demir deneyimleriyle tanrısal sınavlarına (ordalie) başvuramaz, sanıklara ant içiremez. Üçüncü olarak kanıt, olayın en azından bir parçasını temsil etmelidir.

Suç ve yargılama hukukunda insanın içdünyasına yönelik ima” (sezdirme, anıştırma), geceleyin yayımlama vb. bir yorum ve kanıt yoktur. Olamaz da.

tfen, özellikle savunma, iddia ve karar makamlarında yer alan avukatlar, savcılar ve yargıçlar, dış dünyadaki dedikodulara kulaklarını ve vicdanlarını kapatmalı; sadece dış dünyaya yansıyan metnin içinde kalmalıdırlar. Aslında böyle durumlarda havanda su dövmeyi bitiren ve savcıların imdadına yetişen bir kurum, 2017de Ceza Yargılama Yasası’na girmiştir: Soruşturma yapılmasına yer olmadığı kararı” (m. 158/6).

PROF. DR. SAMİ SELÇUK

İD BİLKENT ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ

Yazarın Son Yazıları

Çağdaşlık yolunda bir ömür - Hüseyin Karataş

Çağdaşlık eksikliğine ve dokunulmazlara dokunan sevgili hocam Prof. Dr. Türkan Saylan...

Devamını Oku
13.12.2025
Geleceğin savaş alanı, Türkiye ve Karadeniz - Doğu Silahçıoğlu

“Erken Cumhuriyet dönemi”nde (1923-1938) savunma sanayisindeki gelişmeler Türkiye’yi; başta uçak olmak üzere harp silah araç gereçlerinde dış satım yapan bir ülke konumuna getirmişti.

Devamını Oku
12.12.2025
Gençlik MESEM’den büyüktür - Kaan Eroğuz

AKP iktidarı tarafından 2016 yılında örgün ve zorunlu eğitim kapsamına alınan mesleki eğitim merkezleri (MESEM), çocuk işçiliğinin yaygınlaşmasında ve “kurumsallaşmasında” kritik bir rol oynuyor

Devamını Oku
12.12.2025
İnsan onuru ve demokrasi - Ayşe Atalay

TDK sözlüğünde “onur” kavramı insanın kendisine karşı duyduğu saygı olarak tanımlanıyor.

Devamını Oku
11.12.2025
Komisyonda emekçinin adı yok - Şükrü Karaman

Milyonlarca emekçinin yeni ücrete ilişkin alacağı kararı merakla beklediği Asgari Ücret Tespit Komisyonu çalışmalarına yarın başlayacak.

Devamını Oku
11.12.2025
Karadeniz’de neler oluyor? - Can Erenoğlu

Dünyanın en güvenli ve istikrarlı denizi Karadeniz dünyanın en tehlikeli deniz alanına mı dönüştürülüyor?

Devamını Oku
10.12.2025
Gelir adaletsizliği tırmanıyor! - Devrim Onur Erdağ

Türkiye'de emeğin değeri uzun zamandır siyaset meydanında sıkça dile getirilen bir konu.

Devamını Oku
10.12.2025
Yeni feodal çağ ve dijital baronluk - Doğan Sevimbike

Yanis Varoufakis’in No Kings Means No Barons başlıklı yazısı, çağımızın ekonomik ve siyasal düzenini “yeni bir feodalizm” olarak niteliyor.

Devamını Oku
09.12.2025
Erdoğan’ın 2005’teki hayalleri - Kadir Serkan Selçuk

Yıl 2005. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, o dönem henüz el konmamış olan Sabah gazetesinin 20. kuruluş yıldönümü için gazeteye bir yazı yazmıştı.

Devamını Oku
09.12.2025
Terörist başının ayağına gitmek... - Hatice Topçu

Ulus devletler; tarih bilinci, ortak coğrafya ve dil birliğine dayanır.

Devamını Oku
08.12.2025
‘Kırkyama’ siyaset… - Prof. Dr. Utku Yapıcı

Türk siyasetinde son yıllardaki en ilginç gelişme siyasi kimlikler düzleminde yaşanıyor.

Devamını Oku
08.12.2025
Çocuklarımız artık kimsesiz mi? - Özgür Hüseyin Akış

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında söylenmiş bir cümle hâlâ kulaklarımızda çınlar:

Devamını Oku
07.12.2025
Çözüm mü, çözülme mi? - Ülgen Zeki Ok

Emperyalist güçlerin Ortadoğu’daki kirli emellerinin önündeki en büyük engel olan Atatürk’ü Türk halkının yüreğinden söküp atmak, yani öldürebilmek için bir gri propaganda yöntemi uyguluyor.

Devamını Oku
06.12.2025
Tek Çin ilkesi - Wei Xiaodong

Türkiye’de Çin’in Tayvan bölgesi yaygın olarak bilinse de bu bölgeye ilişkin tarihi ve siyasi bilgiler genellikle sınırlı kalmaktadır.

Devamını Oku
05.12.2025
Cumhuriyete sahip çıkma konuşması: Atatürk’ün ‘Bursa Nutku’ - Hamdi Yaver Aktan

Mustafa Kemal Paşa, 3 Şubat 1933 akşamı İzmir Kordon’daki köşkte akşam yemeği sırasında Bursa’daki olayı öğrenir.

Devamını Oku
03.12.2025
Demokraside seçilenler özgür olmalı - Hüseyin Mert

Demokrasi; çağdaş yaşamın, mutluluğun, ekonomik kalkınmanın ve her türlü gelişmenin önkoşulu, altyapısı ve temelidir.

Devamını Oku
03.12.2025
İktidarın eğitimdeki U dönüşleri - Nazım Mutlu

Siyasal yaşamının toplamı çeyrek yüzyılı bulan iktidar partisinin kısa tarihi, sayısız U dönüşleriyle doludur.

Devamını Oku
03.12.2025
Tekke ve zaviyelerin kapatılması - Doç. Dr. Hüner Tuncer

Tekkeler ve zaviyeler, İslamdaki tarikatların dinsel tören, toplantı ve eğitim yerleridir.

Devamını Oku
02.12.2025
Suyun akışını sürdürmek - Dr. Anıl Yıldırım Poyraz

“Su ateşe galiptir ancak bir kaba girerse ateş onu kaynatıp yok eder.” - Mevlana

Devamını Oku
02.12.2025
21.yüzyılda Türkiye’de sosyal demokrasi - Halil Sarıgöz

Sosyal demokrat partilerin tarihsel serüvenine baktığımızda, parti programlarının yalnızca birer teknik metin değil; toplumun yönünü, siyasal aklın niteliğini ve iktidar imgelemini belirleyen kurucu belgeler olduğunu görürüz.

Devamını Oku
01.12.2025
Gıda güvenliği sistemimiz alarm veriyor - Adnan Serpen

Gıda yaşam için olmazsa olmazdır ancak kirlenirse hastalığa, hatta ölüme bile neden olabilmektedir.

Devamını Oku
01.12.2025
Buğra Gökce, Silivri'den Cumhuriyet'e yazdı

Otuz altıncı pazar...

Devamını Oku
29.11.2025
İhanetin adı barış olamaz… - Erol Ertuğrul

Güzel yurdumuzda 23 yıldır uygulanan politikalarla, üniter devlet yapımıza ve Cumhuriyetimizin kuruluş anlayışına uymayan görüşler seslerini yükseltmeye başladı.

Devamını Oku
29.11.2025
İddianame hukukla bağlı mı? - Doğan Erkan

İmamoğlu iddianamesi başından beri hukuk dili yerine tercih edilen siyasal retoriğiyle, delil boşluğuyla, rivayet anlatımlarıyla tartışılıyor.

Devamını Oku
28.11.2025
İmralı ziyareti ve TBMM - Hüseyin Özkahraman

Türkiye’de “Kürt meselesi”, etnik kimlik tartışmalarını aşan; devlet-toplum ilişkilerini, siyasal katılım biçimlerini, demokratikleşme dinamiklerini ve meşruiyet tartışmalarını doğrudan etkileyen çok katmanlı bir olgudur.

Devamını Oku
28.11.2025
Kurucu felsefeye dönüş - Mehmet Tomanbay

Son açıklanan TÜİK verileri enflasyon, işsizlik ve derinleşen yoksulluğun gittikçe büyüyen sorunlar olduğunu göstermektedir.

Devamını Oku
27.11.2025
Seçimin sakatlanması - Cihangir Dumanlı

Anayasamızın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir devlettir.

Devamını Oku
27.11.2025
Düzensiz dünya nereye gidiyor? - Nejat Eslen

Yeni bin yılın ilk yüzyılının ilk çeyreği yakında bitecek.

Devamını Oku
26.11.2025
İmralı vesilesiyle CHP dövmek - Esat Aydın

İmralı vesilesiyle CHP dövmek - Esat Aydın

Devamını Oku
26.11.2025
Eğitim sürecinde öğretme ve öğrenme - Cihat Karaali

Geçmişte eğitimciler yalnızca öğretmen değillerdi.

Devamını Oku
26.11.2025
Radbruch formülü ve Türkiye bağlamı - Başar Yaltı

Daha önce bu sütunlarda yayımlanan “Adaletsizliği Görmek” (Cumhuriyet, 07.11.2025) başlıklı yazımızda; adalete giden yolun adaletsizliği görmekten geçtiğini, bir hukuk düzeninde karar veren konumundaki tüm görevliler ile hukuk normlarını uygulayan tüm yetkililerin adaletsizliği görmek, önlemek ve adaleti yerine getirmekle görevli olduklarını, adaletsizliği görme yetisine sahip olmayanların yargıç ve savcı yapılmaması gerektiğini belirtmiştik.

Devamını Oku
25.11.2025
Türkiye Araf’ta - Gani Işık

Şimdilerde Türkiye’ye bir hal oldu; Cumhur İttifakı, İmralı ile hemhal oldu.

Devamını Oku
25.11.2025
Öğretmenim, canım benim! - Duran Güldemir

24 Kasım Öğretmenler Günü’nün anlamını ve önemini anlatmak için söylenecek çok söz var elbette ancak Ceyhun Atuf Kansu’nun “Dünyanın Bütün Çiçekleri” şiirinin bu dizeleri sanki bir başka söze gerek yoktur der gibi derin bir duygusallık içine sürüklemektedir bizi.

Devamını Oku
24.11.2025
Uçak kazasının düşündürdükleri... - Cumhur Utku

Geçen hafta Azerbaycan-Gürcistan sınırında düşen askeri uçağımızla ilgili bir tanımı düzeltelim

Devamını Oku
22.11.2025
Türkiye’de şap hastalığı neden hâlâ bitmiyor? - Gülay Ertürk

Türkiye’de hayvancılığın en büyük sorunlarından biri, aradan geçen yüzyıllara rağmen hâlâ kontrol altına alınamayan şap hastalığıdır.

Devamını Oku
21.11.2025
Bir döneğin anatomisi - Çiğdem Bayraktar Ör

Dün söylediğini bugün unutuyor; hayır, unutmuyor; “Dün söylediğini yutuyor”!

Devamını Oku
21.11.2025
‘Ot otlayanlar’dan bugüne - A. Celal Binzet

Günümüzün yakıcı sorunlarından birisi olan vergi, bozuk sistemin ana nedenlerinin başında geliyor.

Devamını Oku
21.11.2025
Dünya Çocuk Hakları Günü - Recep Nas

Çocuk Haklarına İlişkin Sözleşme, 20 Kasım 1989 günü Birleşmiş Milletler’ce kabul edilmiş, 2 Eylül 1990’da yürürlüğe girmiştir.

Devamını Oku
20.11.2025
CHP'nin iktidar kurultayı - Ziya Yergök

Türkiye’nin kurucu ve birinci partisi, iktidarın en güçlü adayı CHP, 28- 30 Kasım tarihlerinde 39. olağan kurultayını yapacak.

Devamını Oku
20.11.2025
Güvenlik kültürü üzerine - Gazi Zorer

Ülkemizin büyük kısmı aktif deprem kuşağında ve sıklıkla depremi yaşıyoruz ama esaslı bir deprem master planımız yok.

Devamını Oku
19.11.2025