16 Nisan 2017
anayasa değişikliği
referandumunda
anayasanın çok sayıda
maddesi için değişiklikler
oylandı. Yüzde 51.41 evet oyu
ile kabul edilen değişiklik
paketindeki en kritik maddeler;
yürürlükteki parlamenter
sistemin kaldırılarak yerine
partili başkanlık sisteminin
getirilmesi, başbakanlık
makamının ortadan
kaldırılması, Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu’nun
(HSYK) yapılanmasında
değişiklikler yapılması
idi. Bu şekilde demokratik
parlamenter sistem yerini;
yürütmenin başının, aynı
zamanda cumhurun da başı
olduğu, demokratikliği tartışılır
sancılı bir sisteme bıraktı.
Burada en önemli paradoks,
cumhurbaşkanının partili
olması ile aynı zamanda
yürütmenin de başında
olduğu için kendisine oy
vermeyen halk kesimlerine
nasıl eşit mesafede
duracağıydı. Nitekim 2018
ve 2023 cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde yüzde 47 gibi
neredeyse halkın yarısını
temsil eden büyük bir halk
kitlesi cumhurun başında
olmasına onay vermemiş
oluyordu. Bunun en çarpıcı
sonuçlarından birisi de
cumhurbaşkanına hakaret
davalarının sayısındaki dikkat
çekici artışlar olmuştur.
Adalet Bakanlığı Adli Sicil
ve İstatistik Genel Müdürlüğü
tarafından yayımlanan
verilere bakıldığında;
Recep Tayyip Erdoğan’ın
partili cumhurbaşkanlığına
geçilmeden önceki 2015-
2017 yılları arasındaki
dönemde; cumhurbaşkanına
hakaret iddiasıyla TCK
kapsamında açılan dava
sayısı toplam 8 bin 407 iken
(ortalama yıllık 2 bin 802),
partili cumhurbaşkanlığına
geçildikten sonra 2018-2020
yılları arasında bu sayı 30
bine yükselmiştir. Bu sayının
önceki 2001-2013 arası 13
yıllık sürede toplam 933
olduğuna bakıldığında hakaret
davası sayılarının partili
cumhurbaşkanlığı sistemine
geçilmesi ile uçuşa geçtiği
görülmektedir.
Sonuç olarak cumhurun
başının partili olması,
yapılan eleştirilerin siyasi
bir parti başkanına değil,
cumhurbaşkanına ya da
devlete yapılmış olduğu
değerlendirilmesine yol
açarak demokrasinin ana
unsuru olan ifade özgürlüğü
açısından büyük bir sorun
oluşturmaktadır.
ALGI YÖNETİMİ
TBMM başkanvekili ve
DEM Parti milletvekili Sırrı
Süreyya Önder’in ölümüyle,
kendisinin bazı söylemlerinin
yeniden gündeme getirilmesi;
“Cumhuriyetin halkın belirli
kesimleri arasında ayrımcılık
yaptığı, zorba bir yönetim
şekli olduğu” gibi etekteki
taşları döken bazı yorum ve
imaları da ortaya çıkarttı.
Bu değerlendirmelerin
Cumhuriyetin artık yeni bir
yönetim şekline evrilmesi
gerektiğini imlemek isteyenler
tarafından yapıldığını ya da
bu kesim için fırsat yarattığını
söylemek; ılımlı İslam
savunucusu siyasal iktidarın
anayasayı değiştirme plan ve
söylemlerine bakıldığında hiç
de yanlış olmaz.
Lafı dolandırmadan, açıkça
ifade etmek gerekirse;
kimse yakın tarihimizdeki
hak ve hukuk tanımazlığı,
emek sömürücülüğünü, adil
olmayan gelir paylaşımını,
köşe dönücülüğü, işbirlikçiliği
Cumhuriyete, Cumhuriyetin
hayırsızlığına yüklemek
gafletine düşmemeli.
Cumhuriyet, padişahın kul
köle düzenini yıkıp, halka
birey olma özgürlüğünü veren,
köylüsüne, işçisine sahip çıkan,
yücelten, kimsesizlerin kimsesi
olmayı önceleyen, demokratik
bir rejim olarak “Egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir”
anlayışıyla kurulmuştur.
Ardından yapılan devrimler,
uygulamaya koyulan ilkeler ve
kalkınma hamleleri de bütün
dünyanın dikkatini çekmiş,
takdirini kazanmıştır.
TARİHSEL GERÇEKLER
Yine kimse kurulan
İstiklal Mahkemelerini
diline dolamasın. İstiklal
Mahkemeleri, Türk Kurtuluş
Savaşı sırasında ayaklanma
çıkaran ve yağmaya
kalkışanları, bozguncuları,
orduya ait silah ve mühimmatı
çalanları, casusları, asker
kaçaklarını ve bağımsızlık
hareketini engelleme amacıyla
propaganda yapanları
yargılamak için kurulan
mahkemelerdir. Aynı şekilde;
merkezi yönetime karşı, halkı
kışkırtan hilafet taraftarı,
şeriat yanlısı ayaklanmalar da
gerektiği şekilde bastırılmıştır.
Sonraki süreçte Cumhuriyet
ve olmazsa olmazı demokrasi
emperyalist çomaklarla çok
sayıda darbe görmüş ama
yıkılmamış, halkın iradesi
ile tekrar ayağa kalkmayı
bilmiştir. Namık Kemal’in
Hürriyet Kasidesi’nde
vurguladığı gibi, “Hakir
olduysa millet şanına noksan
gelir sanma. Yere düşmekle
cevher sakıt olmaz kadrü
kıymetten.”
Cumhuriyet sonrası
dönemde faili meçhuller,
zulümler, ayrımcı
uygulamalar yapıldığı bir
gerçektir. Ancak bunlar
Cumhuriyetin değil,
onun içinde palazlanmış
işbirlikçi faşist zihniyetlerin,
fırsatçıların alçaklığından
başka bir şey değildir. Farklı bir rejim peşinde
koşanlara da sormak gerekir:
Sözgelimi, Stalin dönemi
sosyalizmi çok mu emekten,
adaletten, haktan ve halktan
yanaydı? Suudi Arabistan’daki
rejim çok mu eşitlikçi,
özgürlükçü, demokratik ve
çağdaştır?
Her rejim içerisinden,
halk düşmanları, çıkarcı
güruhlar, işbirlikçi hainler
çıkacaktır. Önemli olan bu şer
odaklarına fırsat vermeyecek,
göz açtırmayacak bir sistemi,
“fikri hür, vicdanı hür,
irfanı hür” yurttaş bilincini
rejime eklemeyi başarmak,
Cumhuriyeti ve değerlerini
korumaktır. Başka bir
deyişle, halkın egemenliğine
ve eşitliğine dayanan
Cumhuriyeti, başka bir
yönetim şekline devşirmeye
çalışmak gaflet, dalalet ve
hıyanetten başka bir şey
değildir.
Prof. Dr. Can Ceylan