2 Ocak 2009, Cuma günü Hürriyet gazetesinde yayımlanan yazım1 şöyle bitiyordu:
Halkın çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede bir genç kızın başını örtmesi elbette özgür seçim sayılamaz. Ama buna karşın Hıristiyanların çoğunluk olduğu bir ülkede Hırisyanlıktan dönme bir Müslümanın başına türban geçirmesi özgür seçim sayılabilir.
Çünkü birinde gelenek ve görenekler, dinsel referanslar arkada, ikincisinde ise karşıdadır. Referansları ve gelenekleri arkasına alan kişinin yaptığı seçime özgür seçim denemez. O aslında sürüye, çoğunluğa katılmıştır.
***
Cemaatin seçimi=Geleneğin ve göreneğin seçimi! Ama bireyin değil! Bireyin, cemaatin seçimine uymasını bir özgür seçim olarak tanımlamamız olanaksız. Birey ancak cemaatin, gelenek ve göreneğin hazır modelini reddederse özgür bir seçim yapmış olur.
Seçimin özgür olması için tercih ile ekolojik ortam arasında bir uyuşmazlık, bir çelişki, bir zıtlık olması gerekir. Örneğin bir genç kızın, görücü usulü evliliklerin egemen olduğu bir cemaatte eşini kendisinin seçmesi özgür seçimdir.
Üç kuşaktır doktor ya da avukat çıkan bir aileden gelen bir delikanlının aile geleneğine karşın matematikçi ya da davulcu olmayı seçmesi de özgür seçimdir.
Ülker İnce bugünler Slavoj Žižek okuyor. Žižek’e pek kanım ısınmasa da söyledikleri bana ilginç ve zekice geliyor. Örneğin “Bir Çin köylüsünün Çin yemeği yemesi özgür seçim değildir” diyormuş. “Ama bir Adanalının New York’ta bir Çin lokantasına gidip ender bilinen bir Çin yemeği ısmarlaması Adanalı deyişiyle ‘Özgür seçimin Allah’ıdır!’”
***
Örneğin cumhurbaşkanı ya da başbakanın muhterem refikalarından birinin 2009 yılında başını açması geç kalmış bir özgür seçim sayılabilir.
Cumhurbaşkanının oğullarından birinin başını örtmeyen, mini etekli bir Cumhuriyet kızı ile evlenmesi özgür seçimdir. Ama ekolojik tutsaklık nedeniyle onların böyle bir şey yapması balığın kavağa çıkması gibi bir şey olur. Çünkü oğlan tarafı mini eteğin uzamasını, başın sıkı sıkı örtülmesini; kayınvalidenin örnek alınmasını isteyecektir.
Tanıdığım bir Alevi kızı var, tiyatro ve sinema oyuncusu. Ailesine karşın mı tiyatro ve sinema oyuncusu oldu sormadım. Ama Ankara Devlet Konservatuvarı’nda okuduğuna göre bir aile baskısı söz konusu değil.
Şöyle bir örnek düşünelim: Annesi ve babası hacca gitmiş, annesinin başı türbanlı bir kızın balerin, buz patencisi, jimnastikçi, tenasül hastalıkları uzmanı hekim ya da pilot olma şansı yüzde kaçtır?
***
Çağdaşlaşma ve çağcıllaşmanın lokomotifi, motoru gelenek ve göreneği reddeden, geri püskürten özgür seçimdir. İnsanların, gelenek ve göreneğin düdüksüz “düdüklü tenceresi”nden kendiliğinden kurtulması olanaksız. Bir devrim gerekir. Cumhuriyet Devrimi gibi. Düdüklü tencere patlamadan olmaz böyle şeyler!
Üniversite kapısına türbanla dayanan hanım kızlarımızın başındaki türbanın özgür seçim olduğunu ileri süren sosyologlarımız bile var. Ancak anlamadığım şu: 18 yaşına kadar başını açıp okula gelen bu kızların dört yıl daha sabredip daha sonra tesettüre girmeleri akıl kârı değil mi? Nasıl olsa yüzde 99’u çalışmayacak. Neden maraza çıkartıyorlar böyle?
***
Şimdi, aradan 16 yıl 5 ay 17 gün geçtikten sonra 24 Haziran 2025 günü Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan, “Akkiraz: İsteyen istediğini giyer” başlıklı bir haber şöyle:
“YKS’ye girmek için güvenlik kontrolünde bulunan genç kızın küpesini çıkaramaması nedeniyle sınava alınmaması gündem olurken bazı kesimler de adayın kıyafetini hedef aldı. Sosyal medyadaki yorumlarda tutucu bir tavır öne çıkıp kadınların nasıl giyinmesi gerektiğine yönelik bir tartışma yaratılınca birçok isim bu tutuma tepki gösterdi. Eski CHP İstanbul milletvekili ve Türk halk müziği sanatçısı Sabahat Akkiraz da bu tartışmalara tepki gösterdi. Akkiraz; ‘Bir genç kızımızın sınava nasıl giyinip gideceğine kimsenin karışamayacağı özgürlüğü savunacağız. İster türbanla, ister şortla gidecek’ ifadelerini kullandı.”
Sabahat Akkiraz kardeşimiz çok haklı. Sınava giremeyen genç kızın bir ailesi var, aile büyükleri var, giyimi, takıları yasalara uygunsa size ne, sizin çağdışı gelenek ve görenekleriniz varsa bize ne!... İnsanın kafasını attırmayın bre! 2025 yılında bu ülkede hoşgörü kıtlığı var, karaborsaya düştü. Ama baskın yapan Cumhuriyet, laiklik ve Atatürk düşmanlığı ise hükümetin, yargı ve polisin bol keseden hoşgörüsü var!
---
1 Hürriyet gazetesi, “Mahalle baskısının ötesi berisi”.