Selim Somçağ
Selim Somçağ selim@selimsomcag.org Son Yazısı / Tüm Yazıları

Ekonomide büyük dönüşüm - 3

13 Mayıs 2022 Cuma

1992’de tarihte ilk defa gelişmiş ülkelerden gelişen ülkelere akan yıllık finansal yatırım miktarının USD 100 milyarı aşmasını finansal küreselleşmenin miladı kabul edebiliriz. Böylece Batı’nın finansal sermayesi 1929 Krizi’ nden sonra ilk defa yeniden Batı coğrafyası dışında da önemli ölçekte yatırım yapma ve kâr elde etme imkânına kavuştu. Bu durum kendiliğinden ortaya çıkmadı; başta ABD olmak üzere Batı ekonomilerinin 1970’lerde, 1950’ler ve 1960’lardaki büyüme hızlarını tutturamaz olmaları sonucunda Batı sermayesinin 1980’lerde kurguladığı bir plan çerçevesinde oluşturuldu. Eski hızıyla değerlenip büyüyemeyen Batı sermayesi bu duruma ikili bir çözüm üretti: Bir yandan Batı içerisinde finansal piyasalardaki risk alımını sınırlandıran, sermayenin kâr arayışını ekonomik ve siyasi istikrar uğruna frenleyen yasal düzenlemeler, bir yandan da bu düzenlemelerin uluslararası uzantısı olan sermaye kontrolü tedbirleri gevşetilecek, hatta mümkünse ortadan kaldırılacak, böylece Batı’nın finansal sermayesine yeni avlanma alanları açılacaktı.

Oysa Batı’da finans sermayesi 19. yüzyılın son çeyreğinden 1929’a kadar hiçbir denetime tabi olmadan dünyanın dört bir köşesinde at koşturmuş, o zaman Batı’nın para birimlerinde varlık fiyatı enflasyonuna karşı önemli bir fren olan altın standardının varlığına rağmen bu mekanizma zaman içinde büyük finansal balonlar üretmiş ve ABD’de borsanın çökmesine yol açmış, uluslararası sermaye kontrolleri olmadığı için de finansal çöküşler hızla bütün dünyaya yayılarak 1929 Krizi4ne yol açmıştı. 50 yıl öncesinin dersleri hâlâ hafızalarda canlıyken Batı’nın denenmiş ve iflas etmiş bir model olan ekonominin finansallaşmasını ve küreselleşmesini mucize çözüm gibi sunması sadece Batı sermayesinin açgözlülüğünün ve sonsuz hırsının ürünüydü.

Aralarında benim de bulunduğum, iktisat tarihi bilen ve eleştirel düşünebilen bir avuç iktisatçı, Batı’nın başlattığı bu sürecin büyük bir krizle sonuçlanacağını başından beri biliyordu. Dolayısıyla aslında bundan sonra dünya ekonomisinde neler olacağını öngörmek için iktisatçı olmaya gerek yok. 1929 Krizi sonrasında neler olduysa bundan sonra da o günden bugüne değişen dünya şartlarına uyarlanmış biçimiyle benzer süreçler ortaya çıkacak.

Menkul ve gayrimenkul piyasalarındaki balonlar çökecek. Gayrimenkulde ABD, Çin ve Türkiye bu çöküşü en derinden yaşayacak ülkeler olacak gibi görünüyor.

Balonların arkasında merkez bankalarının ürettiği likiditenin bankalar aracılığıyla varlık piyasalarına girmesi var. Dolayısıyla buralardaki balonların finansal riskini büyük ölçüde bankacılık sektörü taşıyor. Bu sebeple piyasalardaki balonların çöküşü dünya çapında büyük bir bankacılık sektörü krizine yol açacak. 

Merkez bankalarının enflasyonla mücadele etmek için küresel likiditeyi kısmaktan başka çareleri yok. Bu da ekonomisinin dış dengesi bozuk olan birçok gelişen ülkenin paralarının değerini korumak için sermaye kontrolü tedbirleri almasına yol açacak. Krizin daha ileri bir aşamasında gelişen ülkeler arasında da sermaye kontrolü tedbirleri gündeme gelebilir.

Avrupa Merkez Bankası’nın parasal sıkılaştırmaya geçmesi ise Avro’nun sonunu getirecek. 2011 Avro krizinde ağır darbe alan Avrupa Para Birliği başta Almanya olmak üzere kuzeydeki zengin ülkelerin Portekiz, İspanya, İtalya ve Yunanistan’a para pompalamasıyla ayakta kalabildi. Şu anda bu ülkelerin sadece Almanya’ya EUR 1.2 trilyon borcu var ve bütçelerini Avrupa Merkez Bankası’nın ihraç ettikleri devlet tahvillerini satın alması sayesinde, çevirebiliyorlar. Bu destek kesildiği anda zayıf ülkelerin Avro sistemi içinde kalması imkânsız hale gelir. 

Öngörülerim kimilerine aşırı görünebilir. Ancak dünya ekonomisinin geldiği noktada Fed ve Avrupa Merkez Bankası para basmaya devam ederse ortaya çıkacak küresel yoksullaşma dünyanın her yerinde ayaklanmalara, iç savaşlara ve sonra da savaşlara yol açar. Batı nispi yoksullaşmanın altından kalkabilir ama küresel istikrarsızlığın yol açacağı büyük göç dalgasının altından kalkamaz. Bunu Batı’nın bugün bile Türkiye’yi bir göçmen istasyonu olarak tutmak istemesindeki ısrarından da anlayabiliriz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları