İkinci Ağrı korkusu... Ateş ile barut yan yana

26 Nisan 2015 Pazar

Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Roboski köyünde güne, horozların o bildik seslenmeleriyle, başlıyoruz. Hava biraz ısırıyor. Bahar güneşi bağır çağır değil. Ama toprağa değmiş bahar. Dağların etekleri pek bir fıstık yeşili. Köye gece vardığımızdan, Roboski’nin renklerini, ancak görebiliyoruz. Geçen bir ayda, önce katırların vurulduğu haberi gelmişti. Şırnak Valisi’nin “katırlar silah sesinden korkup dağdan atlayarak öldüler” açıklamasıyla gazetecilere onu da sormak kısmet olmuştu: Katırlar intihar eder mi?

Köye gelmemize neden olan son gelişmeyi, “Roboski’de tansiyon yükseldi” haberinin içeriğini hatırlatalım: “28 Aralık 2011’de 19’u çocuk 34 kişinin bombalanarak öldürüldüğü Roboski bölgesinde sınıra asker yığılması tansiyonu yükseltti. Köy halkı barikat kurarak askerlerin geçişini engellemek istedi. Askerlerin, bölgede operasyon hazırlığında olduğunu söyleyen köylüler, çatışma çıkmaması için canımızı siper ederiz, dedi.”

Roboskili ailerle, söze bu haberi sorarak başlıyoruz. Roboskili gençlerden biri konuşurken, yanındaki anneyi gösteriyor: “Bu anne, iki gece biber gazının içinde nöbet tuttu.” Ağzını tülbentiyle kapayarak Kürtçe konuşan anne, elini böğrüne vura vura anlatıyor: “Biz nöbete durduk, asker dağa gitmesin diye, birbirlerine çok yaklaştılar, karşı karşıya gelmesinler, daha ölüm istemiyoruz.”

Ateşle barut yan yana

Yediden yetmişe, “ılımlı” ya da “sert”, Roboski’de kiminle konuşsak benzer cümleleri duyuyoruz: “Birbirlerine çok yaklaştılar, korkuyoruz.” “Daha önce hiç bu kadar yakın mesafede olmamışlardı.” “2013’te aynı yerde askerle gerilla çatıştı, bir asker öldü. Bir ölüm bile kaldıramayız.” “Bu hazırlık kaçakçılığı önlemek için diyorlar, katırcılar için 100 asker yeter, dağda yüzlerce asker kamp kurdu.” “Asker anneleri de sesimizi duysun, 20 gündür gözümüze uyku girmiyor.” Her cümlenin ardından aynı yorum geliyor: “Ateşle barut neden bir araya getirildi; diken üstündeyiz.”

Köyden bir isim olan HDP Şırnak Milletvekili adayı Ferhat Encü, asker ve PKK noktaları arasındaki mesafeyi şu örnekle anlatıyor: “Askerin kamp kurduğu yer Şirit Yaylası’dır. Şu anda PKK ile asker arasında en fazla bir kilometre mesafe var. Hatta gerillanın ‘tepeciler-gözetleyiciler’ denilen grupları daha önde olduğundan, asker ve PKK arasındaki konumlanma 500 metreye kadar düşebiliyor. Askerin çadırları gerillanın çok yakınında. HPG, bizim ‘Şehit Kendal’ (Karaçalı) dediğimiz sıfır noktasındadır. Asker ise gerillanın hemen aşağısındadır. Oysa orada her yeri gözetleyebilecek kapasitede iki üs bölgesi vardır. Askerin oradan çıkarılıp dağa sıralanması ne içindir? Bunu anlamıyoruz, çok kaygılıyız. İkinci bir Ağrı olmasından endişe ediyoruz.”

Kaçağa giden anlatıyor

Köylünün dilinden düşürmediği Şirit Yaylası’na doğru yoldayız. Köyde, sınırdaki bu hareketlilik için kendiliğinden oluşan bir iş bölümü de mevcut. Günde birkaç kez yaylaya çıkıp, asayiş berkemal mi, kontrol ediyorlar. Bastonuyla tepeye yürüyen bir amca görüyoruz. Anlıyoruz ki, köye havadis götürmek için yolda. Arabamıza buyur ediyoruz. Hem bağına hem askere bakacakmış. Kürtçe, “Hepsi bizim çocuğumuzdur” diyor. Şirit Yaylası’na vardığımızda, bastonuyla karşımızdaki dağın yamaçlarını işaret ediyor. Sabah, “bahar değmiş” imrenmesiyle baktığımız dağlara bu kez dürbünle dikkat kesiliyoruz. Bulunduğumuz noktadan çıplak gözle, dağdaki askerlerin konumlanma hizalarını görebiliyoruz. Dürbünle detayları fark ediyoruz. Mesela çadırları naylon. Birkaç çadırın önünde duman tütüyor, ısınmak için ateş yakmış olmalılar, diye düşünüyoruz.

10 gün önce bu dağlardan katırla kervana çıkan bir gençten de dinliyoruz. Köylünün “kervana çıkmak” dediğini vurgularken aktarıyor: “Bu bölgenin gerçeğidir. Babadan oğula geçiyor sanki. Yaşamak için başka çare yok. Bunu devlet biliyor. Şimdi bu askerler, kaçağı önlemek için mi, hemen HPG’nin altındaki eteklere dizildiler? Söylüyorum işte, ben 10 gün önce geçtim karşıya katırla. Şimdi kervana, askerlerin arkasından dolaşarak gidiyorlar Haftanin (Irak’ın Kuzeyi) tarafına. HPG işte o dağın tepesinde, Şehit Kendal’da (Karaçalı). Bu askerleri neden onların önüne dizdiler? Annelerimiz, askerin yolunu kesti. Gitmesinler, birbirlerine yaklaşmasınlar istedi.”

Karşılaştığımız Roboskililer, “ölümler olmadan sesimizi duyurmak istiyoruz” deyince soruyoruz: “Acıları çok büyük, şifası olmayan kederleri var. Bundan dolayı her asker sevkıyatında böyle büyük tedirginlik yaşıyorlar” diye düşünenlere ne dersiniz? Yanıtlarını tek cümleyle aktarırsak, “Davulun sesi uzaktan hoş gelir. Gelsinler, gözleri ile görsünler” diyorlar.

Köyden göçmek istedik

Bize anlattıklarını, asker ya da sivil, bölgede yetkili bir isim ile konuşuyorlar mı? “Bugün askerle diyaloğumuz yok. Ama Uludere Kaymakamı’nın bizim gibi kaygılı olduğunu duyuyoruz” yanıtı öne çıkıyor köyde. Roboski köyü eski muhtarı Haşim Encü’nün adeta çırpınarak anlattıklarını araya girmeden aktarıyoruz: “Katırların vurulmasından sonra, Roboski’den göçmeye karar verdik. Üç gün, çoluk çocuk Yıldız’da Şirit Yaylası’nda kaldık. Asker önümüzü kesti, bırakmadı gidelim. Sınırdan geçip, göçecektik. HDP araya girdi, kaymakam beyle (Uludere Kaymakamı) konuştuk. Artık canımıza tak etmiştir. Söyleyin bu dağların içinde ne iş yapalım? Bu gençler, büyük şehirlere göçüp, kötülerin elinde hırsız mı olsun? Burada katıra gidiyor, o da ölüm yolu, ama yevmiyesini öyle çıkarıyor. Görüyorsun ayağı çıplak. Yetim, evde yiyecek yok. Yazık, günah. Var mı iş? Toprağımız mayınlı, eksen tutmaz. Katırlar olmadan bu insanlar ne yapsın? Bunları tek tek anlattık Kaymakam Bey’e. Daha önceki komutan Erhan Paşa’ya da anlatırdık. Erhan Paşa geldiğinde ‘bu uniformayı halka sevdirmeye geldim’ demişti. Ondan sonraki komutanlara anlatamıyoruz. Ah derdimizi anlatsak. Bize düşman gözüyle bakmasalar.”

Cumhurbaşkanı duysun

Köyün kıdemli isimlerinden eski muhtar, “Başbakan’a, Cumhurbaşkanı’na sesleniyorum” diyerek soluksuz devam ediyor: “Bakın ben 90’larda en şiddetli çatışma dönemlerini biliyorum. O zaman bile bu kadar yaklaşmadılar birbirlerine (asker ve PKK). Ve o zaman bile bölgeyi bu kadar sıkı tutmadılar. Hiçbir zaman böyle olmadı. Hayret ediyorum. Kaçakçıları kovalamak için olsa bu hazırlık 100 asker yeter. ‘Biz asker görevini yapmasın’ demiyoruz. Ne diyordu Erhan Paşa, ‘Vatandaşı üzmeyin, bu insanlar askerden korkmasın’ diyordu. Ama bu kadarı olmaz. Geçen Yemişli’de (Roboski’nin komşu köyü) resmen insanların üzerine silah sıktılar. Katırları öldürmek yetmedi mi? Türkiye bunu bilsin. Eğer ikinci Roboski yaşanırsa Türkiye kan gölüne döner. Roboski çok hassastır. Roboski’nin üzerine bu kadar gelmek anlamsızdır. Aynen Başbakan’a, Cumhurbaşkanı’na sesleniyorum. Eğer Türkiye’de barışın, olmasını istiyorlarsa, ne olur duysunlar. Roboski yaralı bir köydür. Allah korusun bu sefer bir patlama olursa kimse önüne duramaz. Aman bir şey olmasın diye hepimiz acımızı içimize gömüyoruz.”

12 Eylül yeni mi geldi?

Köylüye göre gerginlik katırların vurulması ile başlıyor. Geçen hafta Roboski’nin komşu köyü Yemişli’de yaşananları anlatıp, “Yemişli haberi belirli yayınlarda çıktı. İstanbul basınında çıkmadı” diyerek sitem ediyorlar. Köylüden de dinlediğimiz Yemişli gündemini, eski muhtar Haşim Encü’den alıntılıyoruz:

“Yemişli’de kaçağa giden çocuklarla asker karşı karşıya gelmesin diye emekli korucubaşı ihtiyar bir amcayla birkaç kişi askerin yanına varıyor. O amca ‘Çocuklar geçinceye kadar, biraz rahatlayın’ diyor. Bunların arasında ufak bir tartışma olunca oradaki komutan, 20 yıl askerle görev yapan, defalarca o dağların üzerinde o askerin önünde örgütle çatışan bu ihtiyar amcanın ağzına tüfeğin dipçiği ile vuruyor. Oğlu da buna tahammül edemiyor, o da subayın üzerine atlayınca, asker ateş açıyor. Dört kişi yaralandı. Katır kervanı ile asker karşılaşmasın, olay çıkmasın diye amca ‘biraz ağırlayın’ diye rica etmiş, sadece bu. Nedir ya 12 Eylül yeni mi geldi? Bu emirler sadece Roboski için mi geçerli?”

Roboski’den ayrılıp Şırnak’a giderken aklımızda hep o var. Roboski ve Yemişli’ye dair tüm anlatımlar eşliğinde Şırnak Valisi’ne ya da İçişleri Bakanı’na söyleşi talebi iletmeliyiz. Şırnak otogarında, bizi havalimanına götürecek minibüsü beklerken ilahi tesadüf mü dersiniz, “klasik istihbarat yöntemi” mi dersiniz, beklenmedik bir diyaloğun içinde buluyoruz kendimizi. Şırnak’ta görevli İstanbullu bir öğretmenle sohbet ediyoruz. Tam kalkarken, söze yan masadan, asker tıraşlı olduğunu sonradan fark edeceğimiz, gencecik bir bey de katılıveriyor. “Gazetecisiniz sanırım” diyor kibarca. Ayakkabılarımızdaki çamura da gözü kayıyor: “Roboski’den geliyormuşsunuz. Ben de o bölgede görevliyim.” Bir gözümüz kapının önündeki minibüsteyken, soruyoruz: “Er misiniz, muvazzaf mısınız?” Sözleşmeli çalıştığını, uzman çavuş olduğunu, öğreniyoruz. Vakit kaybetmeden atılıyoruz: Şirit Yaylası’nda askerleri dağda kamplarda gördük. Köylü asker ve PKK ilk kez bu kadar yakın, diken üstündeyiz, diyor. Neler yaşıyorsunuz? “Köylü kaçakçılık meselesinde doğru diyor, o toprağa domates eksen, sonuç alamazsın. Yapacakları başka şey yok. Ama bakın mesela 22 Nisan’da Yekmal-Yemişli arasındaki ikmal hattını kapattı köylü. Hadi bölüğü geçtim, dağdaki askere ikmal yapamadık, helikopterle havadan ikmal yapıldı. İkmal demek, askerin ekmeği, suyu, erzağı demek” diyor. Tekrar ediyoruz: Köylü ateşle barut yan yana, dedi. Nedir durumunuz? “Kaçakçılığa yönelik askeri hazırlıklardır. Emir böyle” demekle yetiniyor. Aynı anda artık kalkmak üzere olan havalimanı minibüsüne bakıyoruz. “Siz de havalimanına mı?” sorumuz üzerine “E-mail ile görüş verebilirim” demez mi? Hemen kartımızı veriyoruz. Bu yazı yayına hazırlandığı ana dek, posta kutumuza düşen bir ileti olmuyor. Sahi kimdi o konuşan?

ROBOSKİ’DEN NOTLAR...

“Emine Erdoğan’a kızının bir parmağını verir misin, dedik”

* 2011’deki bombalamada oğlunukaybeden Halime Encü: “EmineErdoğan’ın karşısına öldürülen çocuklarımızınfotoğraflarıyla çıktık. Acımızı yüzünesöyledik. Çocuklarımızı Erdoğanvurdurdu, dedik. Ona kızının bir parmağınıbizim 34 insanımız için verir misin,dedik. Bütün Türkiye’yi bana versenizkızımın bir parmağını veremem, dedi.Bizim için ne dersin, 34 canımızı yitirdik,dedik. Eşimle konuşacağım, faillerinbulunmasında acınızı dindirecek herşeyi yapmaya söz veriyoruz, dedi.”

* Sağlam bir katır beş bin lira. 10 bin liraya da katır var. Sınırı geçmenin yevmiyesi 150 lira. Her katırın bir gözcüsü var.

* “Katır da sen de vurulabilirsin, yakalanırsın. Ya da yük sahibi, malım yakalandı, deyip paranı vermez” diyorlar.

* Kervanda 12 yaşında çocuk da var. Küçükler korktuklarından kervanın ortasında gidiyorlar. “Kardeşlerimizin vurulduğu yerden geçerken, korkuyoruz ve içimiz bin kat daha yanıyor” diyorlar.

* Katırla gelen sadece şeker, çay, sigara, mazot değil. “Karşıdan katırla gelin getirdik. Pasaportu yoktu” diyen de var.

Annelerin karaları...

Kaybı olan ailelere gelin gidenler de gelinlik değil, siyah entari giyiyor. Anneler, AK Parti’nin “Carek Di” (Bir kere daha) adındaki Kürtçe seçim şarkısı için, “Önce sözlerini tutsunlar” diyor. “Mezarlığımız, her gün hatırlasınlar diye, karakolun karşı tepesinde” notunu düşüyorlar.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları