Hanedandan Picasso'ya
Zeynep Miraç
Son Köşe Yazıları

Hanedandan Picasso'ya

14.02.2016 06:00
Güncellenme:
Takip Et:

Yıl 1915. Picasso “Avignonlu Kızlar”ı yapalı sekiz yıl olmuş; Stravinski’nin “Bahar Ayini”ni ilk kez seslendirişinin üzerinden iki yıl geçmiş. Daha sonra “birinci” olarak anılacak Dünya Savaşı sürüyor, Osmanlı İmparatorluğu parçalanmanın eşiğinde. İstanbul Ortaköy’deki Portakal Yokuşu’na adını veren paşanın ahvadından 1883 doğumlu Yervant Portakal, antikacılığa ve müzayedeciliğe başlıyor. Eşyaların müzayedelerle el değiştirmesi, ülkenin tarihine dair işaretler veriyor bize. Osmanlı kayıpta, git gide daha fazla değerli eşya çıkıyor elden.

1921 yılına geldiğimizde ise bu kayıp artık elle tutuluyor, Yervant Portakal saray müzayedelerinde Osmanlı hanedanının eşyalarının el değiştirmesine aracılık ediyor. Saray deyince ille Topkapı, Dolmabahçe sanmayın. O zaman hanım sultanların oturduğu evler, konaklar, yalılar da saray olarak anılıyor ve bu mekânlar birer birer boşalıyor. 1921 yılında gerçekleşen Prens Burhaneddin Müzayedesi’nin afişinde, isim “Prens Bur...n Efendi” olarak yazılı. Kimselerin içine sindiremediği bir satış belli ki...

Saltanat kaldırılıp da Osmanlı hanedanının yurtdışına çıkışı istenince aile üyeleri bu müzayedelerle eşyalarını satışa çıkarıyor. Atatürk’ün izniyle saray erkânı için özel müzayedeler yapılıyor ve Yervant Portakal bu müzayedelerden elde edilen geliri, II. Abdülhamit’ten başlayarak Atatürk’ün, İsmet İnönü’nün, Adnan Menderes’in diş hekimi olarak anılan Sami Günzberg aracılığıyla yurtdışındaki hanedan üyelerine gönderiyor.

 

Nikel, kübik mobilyalar

Bunları ailenin üçüncü kuşak üyesi Raffi Portakal’dan öğreniyoruz. Enis Batur imzasını taşıyan “Portakal’ın Yüzyılı” adlı söyleşi kitabı aracılığıyla aktarıyor. Çünkü şuna inanıyor: “Anlatmak, ilk ağızdan anlatabilecek kişi için borç sayılır”.

Bir ülke içinde eşyaların olduğu kadar kültürün de el değiştirmesine tanıklık etmiş bir aile Portakallar. İstanbul’un dönüşümüne; zevkin, beğeninin, yaşam biçimlerinin dönüşümüne birinci elden tanıklık etmiş bir aile. Hani arada sırada “Ne oldu da...” diye başlayan sorular soruyoruz ya, Portakal ailesinin tarihi bize küçük ipuçları veriyor. “Her tercih bir vazgeçiştir” sözünden ilhamla, neleri seçmek için nelerden feragat ettiğimizin ipuçlarını...

1930’lara gelindiğinde Yervant Portakal’ın oğlu Aret de giriyor işin içine. O dönemde kübik eşyalar moda oluveriyor, çılgınca bir furya. Hani “Lüküs Hayat”ın meşhur şarkısındaki gibi: “Nikel kübik mobilyalar, duvarda yağlıboyalar”... Herkes bir anda elindeki aileden kalma eşyaları çıkarıp bunları alıyor. Aret Portakal bu eşyaları toplamaya başladığını anlatıyor bir söyleşide. O kadar çok ki bu vazgeçilenler, on yıl önce Yunanistan’dan Türkiye’ye gelen mübadilleri taşıyan Gülcemal vapurunun ambarı, kübik mobilyalarla mübadele edilen Osmanlı mirasıyla dolup taşıyor.

 

‘Ermenice ağlama, Türkçe ağla!’

Yervant Portakal’ın torunlarının hâlâ sürdürdüğü üç satılmaz kuralı var: Arkeolojik eserler, para ve ikonalar. İkona satmak uğursuzluk getiriyor onun inancına göre. Hem bu toprakların tarihinde gayrimüslimler için yeteri kadar uğursuzluk yok mu zaten?

Portakal ailesi de eşitler arasında hep geride olduğunu defalarca hissediyor. Bunlardan ilki 1915’te, babasının babasının antikacılığa başladığı yılda, başka bir coğrafyada. Anneanne Siranuş ile dede Hagop, Ordu’dan bir kafileyle yola çıkıyorlar. İki küçük çocuklarını ise iki ayrı aileye emanet ediyorlar. Oğulları Ara Keğezik Rum bir aileye, kızları Hıngeni Müslüman bir aileye... Şanslı sayılabilirler, Adıyaman’dan ileriye gitmeleri gerekmiyor. Ancak evlerine dönmeleri üç yıl sürüyor. Ara kayıp, kimse ne olduğunu bilmiyor. Kızları Hıngeni ise yeni ailesine çoktan alışmış, geri dönmek istemiyor. Ordu’da ikinci tehcir rivayeti yayılmaya başlayınca dede diyor ki, “Bu böyle olmayacak, biz Ermeni kalalım ama ben resmiyette Müslüman olacağım”. Oluyor da. Siranuş Semiha’ya, Hagop Ahmet Hamdi’ye dönüşüyor. Çilciyan soyadı ise Evrensel’e. Ancak 1940’larda yeniden dönüyorlar Hıristiyanlığa. 1960’larda ise binlerce yıldır ait oldukları toprakları terk edip bambaşka bir iklime, Montreal’e göç ediyorlar. Raffi Portakal’ın deyişiyle orada ruhları parçalansa da...

1915’le kalmıyor mesele. Önce “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyası geliyor. 1930’lar Türkiyesinde sokakta Ermenice ya da Rumca konuşmak neredeyse suç... O yıllarda Raffi Portakal’ın halası Rita ile eniştesi Sarkis bir araba kazası geçiriyorlar. Çok korkan hala, yüksek sesle ağlamaya başlıyor: “Maygıris, maygıris (Anam, anam)”. Enişte Sarkis telaşla susturuyor onu: “Ermenice ağlama, Türkçe ağla!”.

Ardından Varlık Vergisi çıkıyor meydana, yıl 1942. Baba Aret Portakal Aşkale’ye gitmekten ancak araya giren bir yetkilinin müdahalesiyle, borcu üç taksite bölünerek kurtuluyor.

 

‘Avizenin kolu buradaysa...’

1915’ten tam 40 yıl sonra bu kez 6-7 Eylül Olayları geçiyor tarihe. Portakal ailesi Yeşilköy’deki yazlıklarında o gece. Saat 22 civarı etraftan şangırtılar, bağırtılar duyuluyor. Aret Portakal karısını ve iki çocuğunu alıp, biraz ilerideki komşuya, oğlu Raffi’nin arkadaşı Oğuz’ların evine götürüyor. Bağırtı, çağırtı, gerilim berdevam... Gece yarısına doğru Oğuz’un babası kalkıyor ayağa, “Gidiyorum” diyor, “Ben de onlara katılacağım”. Ve ağzından şu cümle çıkıyor: “Türk milleti vakurdur, hiçbir şey yapmaz onlar, nasıl olsa olay yatışıyor”.

6 Eylül 1955 gecesinin sonunu hepimiz biliyoruz bugün. Onlarca, yüzlerce fotoğraf karesi anlatıyor bize yaşananları.

O sırada henüz ilkokul öğrencisi olan Raffi Portakal’ın zihnine kazınan fotoğraf karesi ise Yeşilköy Röne Park’ın tepesinden aşağı fırlatılan ve kayalıkların üstünde paramparça duran bir piyano...

Aret Portakal 7 Eylül günü Tünel’den dükkânına doğru yürümeye başlıyor. Ve metreler kala yerde Paris’ten yeni getirttiği bronz avizenin bir kolunu görüyor. “Avizenin kolu ordaysa....” Gerisin geri dönüyor eve.

6-7 Eylül’ün arkasından Milli Koruma Kanunu yeniden uygulanmaya başlanınca, Aret Portakal “Haydi” diyor ailesine, “Gidiyoruz”. Nereye? Brezilya’ya, Sao Paulo’ya. Ancak yedi ay kalabiliyorlar, çağırıyor memleket. Çünkü Mehmed Uzun’un bir romanında dediği gibi, “İnsan köklerini yabancı bir toprağa salamaz”.

Kitapta Enis Batur’un düştüğü not önemli: “Büyük bir kültürel donanım var, bu kültürel donanım Cumhuriyet döneminde ne yazık ki cemaatten kayboluyor. Tehcirin, sonradan 6-7 Eylül olaylarının, 63’ün, arada Varlık Vergisi’nin, az da olsa, her birinin etkileriyle yok edilmiş bir Ermeni burjuvazisi var.” İşte Portakal ailesi, bu burjuvazinin son temsilcilerinden biri.

Çok partili sisteme geçişi on yılı devirmiş olan Türkiye, hızla değişmekte... 1963 yılına gelince Aret Portakal diyor ki “Artık Beyoğlu Beyoğlu olmaktan çıktı”. Ve yıllardır Beyoğlu’nun çeşitli köşelerinde çalışan dükkânını Harbiye’ye taşımaya karar veriyor. Bundan on yıl sonra bu kez Raffi Portakal tebdil-i mekânda bulunuyor ve Portakal hâlâ bulunduğu sokağa, Mim Kemal Öke’ye taşınıyor. İçeriğe antikaların yanında sanat ürünlerini de ekleyerek...

 

Hayalet binalarla dolu bir tarih

Bu mekân değişimleri bile bir işaret aslında. Şehrin coğrafi olarak genişlerken kültürel olarak daralmasının işareti. Raffi Portakal doğduğu evi, dedesinin, babasının dükkânlarını tarif ederken hâlâ geçerli bir adres gösteremiyor. Binalar ya yakılmış ya yıkılmış, yerlerinde yeller esiyor.

Kendi sözleriyle: “Başladığımız yoldan devam etmediğimiz için kendi stilimiz yok. Kişisel tarihlerimize sahip çıkma konusunda iyi eğitilmedik.” Hal böyleyken 70’ini süren bir İstanbullu tarihini ancak hayalet binalarla anlatabiliyor.

Kültürün devamlılığına özen göstermeden yaşadığımız malum. 1915’te Yervant Portakal’la başlayan, Aret ve Raffi Portakal’la devam eden müzayedecilik geleneğinin Maya Portakal ile devam etmesi “enseyi karartmayın” der gibi... Saray müzayedelerinden Picasso sergisine uzanan bu dört kuşak yan yana geldiğinde, İstanbul kültürünün içindeki kopuşları, zorla birbirine yapıştırmaları, kaybedilenleri, yerine konanları gösteriyorlar bize. Bugün yeniden canlandırıldığı iddia edilen Osmanlı kültürünün gerçek yüzünü... Sunulanın, üzerine kıyma ve yoğurt konmuş makarna ne kadar mantıya benziyorsa o kadar Osmanlı kültürüne benzediğini...

Portakal’ın yüz yılı, sağdan soldan darbeler alsa da, “yeni”ye mağlup olsa da, biraz yorgun, biraz yılgın ama her daim vakur bir kültürün yüz yılı...

Yazarın Son Yazıları

Türkiye'ye yeniden inanmak için umut Nesin gibilerle var!

Patlayan bombaların, kaybedilen canların, ambargo konan özgürlüklerin arasında bir umut varsa eğer; Ali Nesin gibiler sayesinde var.

Devamını Oku
02.07.2016
Kendine müslüman

Türkiye’nin turnusol kâğıdı

Devamını Oku
25.06.2016
Üç başbakan çıkaran okul

Üç başbakan çıkaran okul

Devamını Oku
18.06.2016
Her devrin tuhafı

Her devrin tuhafı

Devamını Oku
12.06.2016
'İyi ki evlendik'

'İyi ki evlendik'

Devamını Oku
05.06.2016
Ne sırlar ne de bıyık kurtardı

Ne sırlar ne de bıyık kurtardı

Devamını Oku
29.05.2016
Havuzun ‘bitanesi’

AKP’nin kurduğu ilk hükümetten geriye kalan tek isim Binali Yıldırım, nihayet partisinin genel başkanlığına ulaştı. Şimdi AKP’nin kurduğu 8. hükümetin başbakanı olmasına bir adım kaldı. Ne demişler, tekkeyi bekleyen çorbayı içer.

Devamını Oku
20.05.2016
Arda nereye koşuyor?

Arda nereye koşuyor?

Devamını Oku
15.05.2016
Uzaklardan bir mektup... Hepiniz paltomdan çıktınız

Uzaklardan bir mektup... Hepiniz paltomdan çıktınız

Devamını Oku
08.05.2016
Sessiz ve sabırlı ip cambazı

Kimileri saygı duysa kimileri hor görse de, Angela Mer kel’in “dünyanın en güçlü kadını” olduğu konusunda hemen herkes hemfikir.

Devamını Oku
01.05.2016
Artık 'liderlik' istiyor

Artık 'liderlik' istiyor

Devamını Oku
24.04.2016
Onlar kovulmayı hiç düşünmediler

Onlar kovulmayı hiç düşünmediler

Devamını Oku
17.04.2016
Harcında siyaset var

Harcında siyaset var

Devamını Oku
10.04.2016
'O ses Türkiye' değil artık!

'O ses Türkiye' değil artık!

Devamını Oku
03.04.2016
Emek dolu üç hayat

Emek dolu üç hayat

Devamını Oku
20.03.2016
'Saray'a bir üçlük

'Saray'a bir üçlük

Devamını Oku
13.03.2016
Ne olacak bu AKM'nin hali?

Ne olacak bu AKM'nin hali?

Devamını Oku
06.03.2016
Kitaplarla dolu bambaşka bir dünyası var

Kitaplarla dolu bambaşka bir dünyası var

Devamını Oku
28.02.2016
CHP'ye karşı CHP'li

CHP'ye karşı CHP'li

Devamını Oku
21.02.2016
Hanedandan Picasso'ya

Hanedandan Picasso'ya

Devamını Oku
14.02.2016
Her şeyin bir fiyatı mı var?

Her şeyin bir fiyatı mı var?

Devamını Oku
07.02.2016
Gürül gürül bir aktör

Gürül gürül bir aktör

Devamını Oku
31.01.2016
'Okuyan' bir gazeteci

'Okuyan' bir gazeteci

Devamını Oku
24.01.2016
Devletle özgür aklın kavgası

Devletle özgür aklın kavgası

Devamını Oku
17.01.2016
Heykeli 'yıkılacak' adam

Heykeli 'yıkılacak' adam

Devamını Oku
10.01.2016
Barışı artık kim çağıracak?

Barışı artık kim çağıracak?

Devamını Oku
27.12.2015
Aziz Nesin duymasın!

Aziz Nesin duymasın!

Devamını Oku
20.12.2015
Artçıları bir türlü bitmeyen hoca

Ordu, silahlı kuvvetler Celal Şengör’ün anahtar sözcükleri...“Ben bir bilim adamından önce bir askerim” diyecek kadar. Lise yıllarında akranları yazarlara, çizerlere hayranken o bir Hitler tutkunuydu.

Devamını Oku
13.12.2015
Tutsak iki kalem

Tutsak iki kalem

Devamını Oku
06.12.2015
Sovyet kimlikli 21. yüzyıl çarı

Sovyet kimlikli 21. yüzyıl çarı

Devamını Oku
29.11.2015
Kimse bilmiyor Devlet nerede?

Kimse bilmiyor Devlet nerede?

Devamını Oku
08.11.2015
Boşver diyemiyor

Boşver diyemiyor

Devamını Oku
01.11.2015
Devrim'den Toros'a araba sevdası

Devrim'den Toros'a araba sevdası

Devamını Oku
25.10.2015
Her şey ondan bekleniyor

Her şey ondan bekleniyor

Devamını Oku
18.10.2015
Yeni Türkiye'nin yeni sembolü

Yeni Türkiye'nin yeni sembolü

Devamını Oku
11.10.2015
Hitler'in bebeği bu badireyi atlatır mı?

Hitler'in bebeği bu badireyi atlatır mı?

Devamını Oku
04.10.2015
Dil acılaşınca akıl sürçer

Dil acılaşınca akıl sürçer

Devamını Oku
26.09.2015
Zekâ ve izan artık buralarda oturmuyor

Gezi Direnişi sosyal medya üslubu açısından da milat oldu. Erdoğan öfkelendi, AKP’liler saldırdı: Twitter, Facebook, Instagram; ortaçağda giyotinlerin kurulduğu meydanlara dönüştü. Gezi Direnişi’ne bir şekilde katılıp sosyal medyadaki linç üzerine en büyük Erdoğan sevdalısı haline dönüşenler de oldu. Gezi’de yenilen gazın hatırı 40 gün sürmüştü...

Devamını Oku
25.09.2015
'Yeni Türkiye' linç seviyor

'Yeni Türkiye' linç seviyor

Devamını Oku
24.09.2015
İmkansızı başardı

Henüz 40’ında bir bilim adamı, Doç. Dr. Mete Atatüre “imkânsız” kabul edileni başardı. Ölçülmez denilen ışık seviyesinin gürültü ölçümünü gerçekleştirdi.

Devamını Oku
13.09.2015