Tutsak iki kalem
Zeynep Miraç
Son Köşe Yazıları

Tutsak iki kalem

06.12.2015 04:26
Güncellenme:
Takip Et:

CAN DÜNDAR: YA O KAHİN YA DA TÜRKİYE HİÇ DEĞİŞMİYOR

1961’in 6 Haziran’ında Ankara’da doğdu Can Dündar. Otobiyografisine “60’larda 6’ncı ayın 16’sında saat 6’yı 56 geçe, 06 trafik kodlu şehirde doğdum. Bu 6’lar hayat boyu peşimi bırakmadı” diye başlarken, bir 26 Kasım gecesi tutuklanıp cezaevine konacağını bilmiyordu elbette.

“Hiçbir kurgu bana hakikat kadar tat vermiyor” diyen bir gazetecinin hayatında öyle kıvrımlar var ki, kainatın kurgusuna şaşırmamak elde değil.

Kardeşsizlik sıkıcıdır, her tek çocuk gibi kendini oyalamanın yollarını aradı; birçok tek çocuk gibi kitaplara sarıldı. Silivri Cezaevi’ne giderken “Sizi suça kim itti?” sorusuna verdiği “Annem” cevabı bundandı. Annesinin ona okuduğu kitaplarla büyüdü yalnız dünyası.

 

Kainatın kurgusu

Mektepli bir gazeteci olmak için Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okulu’na girdi, henüz 18’indeyken Yankı dergisinde çalışmaya başladı. Okuldan mezun olduğunda darbe anayasası yürürlüğe girmek üzereydi.

Yankı’dan sonra Hürriyet’te ve Nokta’da çalıştı, ardından İngiltere’ye gidip London School of Journalism’i bitirdi.

Döner dönmez, ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde yüksek lisansa başladı. Kainatın kurgusuna bakın ki tez konusu, Kocatepe Gemisi’nin batırılmasından yola çıkarak devlet sırları yasasının nasıl işlediğiydi...

1988’de TRT Haber Dairesi’nde işe girdi. Kimsenin seyretmediğini düşündüğü bir saatte Gün Başlıyor programında dosyalar hazırlıyordu. En çok seyretmesi gereken kişi seyretmiş, onu kendi programına çağırmıştı. Böyle başladı Mehmet Ali Birand ile 32. Gün macerası.

1993 ve 1994 yıllarında Mehmet Ali Birand ile birlikte Çapraz Ateş programını hazırladılar. Siyasetçilerin çapraz ateşte kalmaktan çekinmedikleri yıllardı. Bir yandan köşe yazıları yazıyor, bir yandan TV programları ve belgeseller hazırlıyordu. Türkiye’nin dönüm noktalarını, yakın tarihin simgesel figürlerini belgelerle kaydetti: 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü, İsmet İnönü’yü, Bülent Ecevit’i, Deniz Gezmiş’i onun gözünden izledi Türkiye.

 

En iyi dostu yazı

‘Aynalar’ belgeseliyle siyasetin dışına çıktı, popüler kültürün hayatta siyaset kadar hatta belki daha fazla iz bıraktığını anlattı.

Televizyon ve gazete hayatında her daim birlikte yürüdüyse de kendini hep “yazı adamı” olarak tanımladı:

“En iyi dostum yazı oldu hayat boyu, hiç beni terk etmedi ve her zaman onunla paylaştım her şeyi. Öfkemi yazıdan çıkardım, sevdiğimi yazıyla söyleyebildim, paramı ondan kazandım. Bana elbise aldı, ev aldı, araba aldı; inşallah eksik olmaz başımdan”.

1994’te Aktüel dergisinde başladığı köşe yazarlığına Yeni Yüzyıl’da, Sabah’ta, Milliyet’te devam etti.

1996 yılında 40 Dakika adlı bir belgesel- haber programına başladı. Program “Haber almak, insan hakkıdır ” sloganıyla başlıyordu. Mesleğe bakışını anlatıyordu bu sloganla, haber vermenin insana hakkını teslim etmekle eşdeğer olduğuna dair bir bakıştı bu.

Verdiği haberlerle çıplak gerçeği ortaya çıkardığı için huzurunu bozdukları da oldu, canını sıktıkları da.

En sert rüzgârı, 2006’da ‘Mustafa’ filmini yaptığında yedi. Atatürkçüler, Atatürk’ü gerçek bir insan olarak görmekten hiç hoşlanmamışlar, Can Dündar’ı başka ajandalara hizmet etmekle suçluyorlardı. Bugün kimilerinin sarf ettiği sözleri, daha önce de işitmişti. Ama tamamen farklı kesimlerden...

 

Mandolinle bağlama

Çocukluğuna dair kaleme aldığı şu satırlar, sanki gelecekten haber verirmiş gibi başka başka dönemlerde karşısına çıktı:

“Samanpazarı’ndan bana bir bağlama aldık. Lakin okulda mandolin dersi vardı. Şu meşhur kültür ikilemiyle pek küçük yaştan tanışmış oldum. Evde bağlamayı mandolin gibi çalmakla, okulda mandolini bağlama gibi çalmakla suçlandım.”

Mandolinle bağlamanın aynı el tarafından çalınabileceğini anlatmakla geçti yılları. Meslektaşları tarafından yaylım ateşine tutulduğu bir dönemde Ayşe Arman’a verdiği söyleşide, bugün sonuçlarını daha berrak gördüğümüz bir tehlikeye işaret ediyordu: “Medya birbiriyle didişen insanlar topluluğuymuş gibi görünüyor. 12 Eylül öncesi siyasetçileri ve meclisi gibi. Sonuçta topyekûn bir karalama çıkıyor ortaya, ‘Medya mı? Boş ver’ deniyor, ciddiye alınmıyor.”

Medyanın ciddiye alınması için taşın altına elini sokmak gerekiyordu, kimseler hevesli değildi buna. 12 yıl çalıştığı Milliyet gazetesi, Gezi direnişinde ve Mısır’daki rejim krizinde kaleme aldıkları nedeniyle Dündar ile yollarını ayırdı.

 

Cesaretin var mı?

Artık gazeteci olmak isteyene “Yazıya yeteneğin var mı”dan önce “Cesaretin var mı” diye sorulan günler gelmişti. 2013’te köşe yazmaya başladığı Cumhuriyet gazetesine 2015 Şubat’ında genel yayın yönetmeni olduğunda kalemiyle birlikte cesaretini de aldı yanına.

Zaten Cumhuriyet ile ilişkisi meydan okumak üzerine kurulmamış mıydı? 35 yıl önce, üniversite öğrencisiyken ceket cebinde Cumhuriyet taşımak 12 Eylül baskısına efelenmek demekti. Diyarbakır’da cebinde Cumhuriyet’le gezmek, Emniyet ile tanışmak, örselenmek demekti. Devlet ne kadar tutarlı; bu kez Cumhuriyet’i omuzlarında taşımanın cezasını ödetiyor Can Dündar’a.

Bu gazetedeki ilk yazısında “Nemrutlar yine Cumhuriyet’i soracak, bu kez ‘Yazarım’ diyeceğim” yazıyordu; “Öfkesinde boğulmaya namzet bir despotluk devrinde, devrilen korkak kaleler şehrinde, cesaretin ‘son kale’lerinden birinde mevzilenmeye geliyorum”...

Ya Can Dündar kâhin ya da Türkiye hiç değişmiyor...

ERDEM GÜL: BİLGİYE TUTKUN BİR GAZETECİ

Erdem Gül’ü yazmak kolay olmadı. Ona dair bilgi az, yakınlarından yardım rica ettim. Hepsi söze şöyle başladılar: “Erdem kendisinden söz edilmesini sevmez”.

Ketum, kendinden bahsedilince sıkılan, “Haberci haber olmaz” düsturunu elden bırakmayan bir gazeteci. 26 Kasım’dan bu yana hakkında yazılıp çizilenlerden bazıları onu sıkmıştır kuşkusuz. Muhtemelen bu yazıya da kızacak.

Ne yapalım ki haberin altındaki imza olmaktan çıkıp haberin öznesine dönüşmek, onun tercihi değil. Habercileri haberin öznesine dönüştüren bir ülkenin gazetecisi olmaktan mustarip.

Devlette devamlılık esastır derler. “Adil bir dünya mümkün” diyen kuşakların dört duvar arasına tıkıldığı bir devamlılık olsa gerek sözü edilen.

Tutuklandıktan bir hafta sonra yazdığı notta, “Yaşadıklarımız insanlık ve Türkiye açısından bir ilk değil” diyordu, “Beklediğimiz, haberin adaletidir. Habere hürriyet, habere adalet”.

 

Uzun yolları seçti

Erdem Gül, 12 Eylül karabasanını ailesiyle birlikte doğrudan yaşamış biri. Bir çocuğun görmemesi gereken yaşta hayatın hoyratlığıyla tanıştı. Onunla erken tanışanlar, acıyı doğrudan dile dökmeyi sevmezler. Erdem Gül’ün kendine dair az söz söylemesi bundan mıdır acaba?

Anlatılanlar onun hayatını uzun bir yol olarak kurguladığını gösteriyor. Kolayı varken meşakkatli yöntemi seçen, kestirmelere tamah etmeyen bir kişilik.

23 yıllık bir arkadaşı, “Erdem benim için naiflik ve vicdan demektir” diyor ilk cümlesinde. “Her olayda önce vicdanına bakan, aldığı kararı, söylemesi gereken sözü naiflikle söyleyen zeki bir insandır”.

1967 doğumlu. 12 Eylül sonrasında Ankara’ya, okumaya gitti. Bütün ülkenin üzerine çökmüş karabasandan nasibini en fazla alan yerlerden biri üniversitelerdi. Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu öğrencisi Erdem Gül’ün yanında yakınında hep aynı kişi vardı. Tutuklanmasının ardından Yeni Şafak’taki köşesinden “Gencecik bir adamken tanıdığım Erdem’in ne o gün ne orta yaşını artık geçtiği bu günlerde asla Paralel Yapı veya benzeri bir oluşumun adamı olmayacağını adım gibi iyi biliyorum” diye seslenen Yaşar Taşkın Koç...

 

Bilmek tutkusu

Mezuniyet sonrası ilk yılları stajyerlikle geçti. İlk kadrosunu ise ANKA Ajansı’nda aldı. İki adım ileri bir adım geri yürüyen Türkiye’de gazeteci olarak mücadele vermek zordu. Gazetecilik yine baskı altındaydı. Tehditler, saldırılar, ölümler... Erdem Gül meslek örgütlerinde bu günlerin nasıl aşılacağını, adil ve özgür bir çalışma ortamının nasıl yaratılacağını tartışanlardan biriydi.

Bilmek tutkudur bazıları için. Bilginin hazzına varmış olanların bunun yerine başka şey koyması zordur. Sevmekten de önce gelir, taraftar olmaktan da...

Yakınlarının anlattıkları, Erdem Gül’ün de bu tutkuyu paylaştığını gösteriyor. Sol literatüre olan ilgisi, duygudaşlıkla, siyasi bağlarla sınırlı değil sözgelimi.

Darbe sonrasına denk gelen üniversite hayatı boyunca sol harekete dair ne varsa okudu; iç tartışmalara, olup bitene içinde yaşayanlardan daha fazla hâkim olacak denli öğrendi.

Yolunu bilmek ve aktarmak üzerine çizmişti. Bu yoldan hiç ayrılmadı. Çalışma alanı olarak siyasal İslamı seçtiğinde de yöntemi değişmedi. 1994’ten itibaren gittikçe yükselen Refah Partisi ve Milli Görüş’e dair ne varsa öğrendi; AK Parti iktidarına uzanan sürecin her adımını özenle takip etti.

 

Şablonlara karşı

ANKA ekonomik sıkıntıya düştü, yönetim krizi çıktı. 16 yıl geçirdiği ajanstan ayrılmak zorunda bırakıldı. Tam da bu sırada yeni bir gazete doğmuştu, Taraf. Memlekette yalnızca insanların değil gazetelerin de kimlikleri kolaylıkla ters yüz olduğu için bugün Gül’ün Taraf geçmişine tek kaşını kaldırıp bakanlar var. O dönemde sol gelenekten gelip siyasal İslam çalışan bir muhabir için Taraf doğru adresti. Sonra Cumhuriyet dönemi başladı. Önce muhabir, sonra Ankara haber müdürü, sonra da Ankara temsilcisi unvanlarını taşıdı. Zarfla değil mazrufla ilgilendiğini, Ankara temsilcisi şablonlarına karşı gelerek gösterdi.

Neredeyse yirmi yıldır arşınladığı Meclis koridorlarından ülkenin yakın dönem hikâyesine tanıklık etti. Yılların birikimi ona keskin bir öngörü kazandırmıştı. Savcılıktan çağrı geldiğinde “Bu iş ciddi gözüküyor” demesi de tecrübeyle keskinleşmiş öngörüsünün sonucuydu.

Arkadaşları uzun sofralarda yaptığı sohbetlerden dem vuruyorlar. Geniş bir yelpazede, sinemayla, müzikle, edebiyatla süren sohbetlerden. Ruhi Su ya da Karadeniz türküleriyle beslenen ve 70’lerin Türkçe pop şarkılarıyla sonlanan geceler...

 

Şiirle, sinemayla...

Bir de sinema sevgisi var hep söylenen. Sevmek Zamanı, Kırık Bir Aşk Hikâyesi, Metin Erksan, Ömer Lütfi Akad... En çok adını andığı aktörler Hüseyin Peyda, Önder Somer. Bir sinema karesinin odağında duran yıldızları değil de, geride duran figürleri anması; konuşana olduğu kadar sessiz kalana da bakması kişiliğine dair ipucu veriyor bize. Bir ipucu da Twitter’da yazdıklarında; gündemi Nâzım Hikmet’le, Cahit Sıtkı’yla, Gülten Akın’la “okumasında” yatıyor.

Dedim ya, muhtemelen hoşlanmayacak bu yazıdan. “Ne gerek vardı” diyecek. Bizi bağışlasın ama devletin adaleti kimden esirgediğini bazen uzun uzun anlatmak gerekiyor.

Yazarın Son Yazıları

Türkiye'ye yeniden inanmak için umut Nesin gibilerle var!

Patlayan bombaların, kaybedilen canların, ambargo konan özgürlüklerin arasında bir umut varsa eğer; Ali Nesin gibiler sayesinde var.

Devamını Oku
02.07.2016
Kendine müslüman

Türkiye’nin turnusol kâğıdı

Devamını Oku
25.06.2016
Üç başbakan çıkaran okul

Üç başbakan çıkaran okul

Devamını Oku
18.06.2016
Her devrin tuhafı

Her devrin tuhafı

Devamını Oku
12.06.2016
'İyi ki evlendik'

'İyi ki evlendik'

Devamını Oku
05.06.2016
Ne sırlar ne de bıyık kurtardı

Ne sırlar ne de bıyık kurtardı

Devamını Oku
29.05.2016
Havuzun ‘bitanesi’

AKP’nin kurduğu ilk hükümetten geriye kalan tek isim Binali Yıldırım, nihayet partisinin genel başkanlığına ulaştı. Şimdi AKP’nin kurduğu 8. hükümetin başbakanı olmasına bir adım kaldı. Ne demişler, tekkeyi bekleyen çorbayı içer.

Devamını Oku
20.05.2016
Arda nereye koşuyor?

Arda nereye koşuyor?

Devamını Oku
15.05.2016
Uzaklardan bir mektup... Hepiniz paltomdan çıktınız

Uzaklardan bir mektup... Hepiniz paltomdan çıktınız

Devamını Oku
08.05.2016
Sessiz ve sabırlı ip cambazı

Kimileri saygı duysa kimileri hor görse de, Angela Mer kel’in “dünyanın en güçlü kadını” olduğu konusunda hemen herkes hemfikir.

Devamını Oku
01.05.2016
Artık 'liderlik' istiyor

Artık 'liderlik' istiyor

Devamını Oku
24.04.2016
Onlar kovulmayı hiç düşünmediler

Onlar kovulmayı hiç düşünmediler

Devamını Oku
17.04.2016
Harcında siyaset var

Harcında siyaset var

Devamını Oku
10.04.2016
'O ses Türkiye' değil artık!

'O ses Türkiye' değil artık!

Devamını Oku
03.04.2016
Emek dolu üç hayat

Emek dolu üç hayat

Devamını Oku
20.03.2016
'Saray'a bir üçlük

'Saray'a bir üçlük

Devamını Oku
13.03.2016
Ne olacak bu AKM'nin hali?

Ne olacak bu AKM'nin hali?

Devamını Oku
06.03.2016
Kitaplarla dolu bambaşka bir dünyası var

Kitaplarla dolu bambaşka bir dünyası var

Devamını Oku
28.02.2016
CHP'ye karşı CHP'li

CHP'ye karşı CHP'li

Devamını Oku
21.02.2016
Hanedandan Picasso'ya

Hanedandan Picasso'ya

Devamını Oku
14.02.2016
Her şeyin bir fiyatı mı var?

Her şeyin bir fiyatı mı var?

Devamını Oku
07.02.2016
Gürül gürül bir aktör

Gürül gürül bir aktör

Devamını Oku
31.01.2016
'Okuyan' bir gazeteci

'Okuyan' bir gazeteci

Devamını Oku
24.01.2016
Devletle özgür aklın kavgası

Devletle özgür aklın kavgası

Devamını Oku
17.01.2016
Heykeli 'yıkılacak' adam

Heykeli 'yıkılacak' adam

Devamını Oku
10.01.2016
Barışı artık kim çağıracak?

Barışı artık kim çağıracak?

Devamını Oku
27.12.2015
Aziz Nesin duymasın!

Aziz Nesin duymasın!

Devamını Oku
20.12.2015
Artçıları bir türlü bitmeyen hoca

Ordu, silahlı kuvvetler Celal Şengör’ün anahtar sözcükleri...“Ben bir bilim adamından önce bir askerim” diyecek kadar. Lise yıllarında akranları yazarlara, çizerlere hayranken o bir Hitler tutkunuydu.

Devamını Oku
13.12.2015
Tutsak iki kalem

Tutsak iki kalem

Devamını Oku
06.12.2015
Sovyet kimlikli 21. yüzyıl çarı

Sovyet kimlikli 21. yüzyıl çarı

Devamını Oku
29.11.2015
Kimse bilmiyor Devlet nerede?

Kimse bilmiyor Devlet nerede?

Devamını Oku
08.11.2015
Boşver diyemiyor

Boşver diyemiyor

Devamını Oku
01.11.2015
Devrim'den Toros'a araba sevdası

Devrim'den Toros'a araba sevdası

Devamını Oku
25.10.2015
Her şey ondan bekleniyor

Her şey ondan bekleniyor

Devamını Oku
18.10.2015
Yeni Türkiye'nin yeni sembolü

Yeni Türkiye'nin yeni sembolü

Devamını Oku
11.10.2015
Hitler'in bebeği bu badireyi atlatır mı?

Hitler'in bebeği bu badireyi atlatır mı?

Devamını Oku
04.10.2015
Dil acılaşınca akıl sürçer

Dil acılaşınca akıl sürçer

Devamını Oku
26.09.2015
Zekâ ve izan artık buralarda oturmuyor

Gezi Direnişi sosyal medya üslubu açısından da milat oldu. Erdoğan öfkelendi, AKP’liler saldırdı: Twitter, Facebook, Instagram; ortaçağda giyotinlerin kurulduğu meydanlara dönüştü. Gezi Direnişi’ne bir şekilde katılıp sosyal medyadaki linç üzerine en büyük Erdoğan sevdalısı haline dönüşenler de oldu. Gezi’de yenilen gazın hatırı 40 gün sürmüştü...

Devamını Oku
25.09.2015
'Yeni Türkiye' linç seviyor

'Yeni Türkiye' linç seviyor

Devamını Oku
24.09.2015
İmkansızı başardı

Henüz 40’ında bir bilim adamı, Doç. Dr. Mete Atatüre “imkânsız” kabul edileni başardı. Ölçülmez denilen ışık seviyesinin gürültü ölçümünü gerçekleştirdi.

Devamını Oku
13.09.2015