TÜYAP Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı günleri, benim kuşağım için adeta bir ayine katılır gibi yaşanan günlerdir. 33. kitap fuarı dün açıldı Beylikdüzü’nde.
Ayin gibi yaşanır, çünkü 33 yıldır birikimlerimize damgasını vurmuştur. Her birimizin yüreğinde ve belleğinde tortusunu bırakmıştır. İçimizde damıttığımız, demlendirdiğimiz tatları çoğaltmıştır. Korkuları endişeleri, umutsuzluğu ve karamsarlığı geri püskürtmüştür...
Kitapla direnmek
İlk kitap fuarını anımsıyorum: Yıl 1982...12 Eylül’ün tüm şiddeti, baskısı, yasaklarından kurtulamamışız henüz! Milleti korku esir almış! Kitaplar toplanıyor, kitaplar yasaklanıyor, kitaplar yakılıyor, yazarlar tutuklanıyor... Ve böyle bir ortamda İstanbul’da kitap fuarı düzenleniyor! Ne müthiş bir vaha, nasıl bir buluşma, paylaşma ortamı! Tam bir direnme, bir meydan okuma ortamı… Yıllar sonra, aynı baskı ve şiddeti yaşayacağımızı söyleseler; aydınlanmaya düşman bir sivil darbe yaşayacağımızı; bizi yönetenlerin “Macbeth” oyunundan korkup repertuvardan çıkaracaklarını, “düşman” bellediklerini, yok etmeye çalışacaklarını söyleseler... İmkânı yok bizi inandıramazlardı...
O gün bugün TÜYAP kitap fuarları hep bir vaha, hep bir direnç gücü, hep bir umut...
Bugün, cehaletin baştacı edildiği, kültürsüzlüğün alkışlandığı, aydınlığı boğacak karşıdevrimin adım adım uygulamaya konduğu günler yaşıyoruz. Böyle bir ortamda kitaplara, yazarlara daha da sahip çıkmak, hep birlikte çoğalmak daha da önem taşıyor.
Onur yazarı Atilla Dorsay
Hiç unutmuyorum: 1984’te TÜYAP fuar yönetimi yeni bir uygulama başlattı. Fuara gelen okurların seçimiyle, ankete katılımıyla “Halk Ödülü” kondu. Bunların birincisini Yaşar Kemal, ikincisini Aziz Nesin aldı. 1984-89 yıllarında “Halk Ödülü” alanlar Yaşar Kemal (2 kez), Aziz Nesin (2 kez), Mehmet Ali Birand ve Emin Çölaşan’dı.
1987’den sonra ise İstanbul Kitap Fuarı onur yazarları seçilmeye başlandı. İlk aklıma gelenler: Yine Aziz Nesin ve Yaşar Kemal, sonra Dağlarca, Nadir Nadi, Melih Cevdet Anday, Turhan Selçuk, İlhan Selçuk, Rıfat Ilgaz, Server Tanilli, Adalet Ağaoğlu, Füruzan, Fethi Naci, Gülten Akın, Doğan Hızlan, Ferit Edgü... (Liste uzun, yerim kısa)
Bu yıl Atilla Dorsay’a verilmesi, bunca yıldır sinema kültürümüzü besleyen, gerek Türk gerek dünya sineması üzerine binlerce sayfa, elli küsur kitap yazan; kent sorumluluğu, kent bilincini iliklerinde taşıyan, karınca çalışkanlığında bir yazara verilmesi bence aynı zamanda emeğe verilen bir saygı ifadesi... Kutluyorum sevgili arkadaşımı.
Ve utanç verici yerimiz
Kitap fuarıyla birlikte anımsamadan edemedim. Bir süre önce Türkiye İstatistik Kurumu açıklamıştı: 2014 istatistiklerine göre kitap okuma alışkanlığında Türkiye yerlerde sürünüyor. Utanç verici bir durumdayız:
Avrupa’da kitap okuma oranı ortalama yüzde 21. Bizde binde bir. (yüzde 0.1) Dünya sıralamasında İngiltere ve Fransa birinci; Türkiye 86. sırada.
Yine TÜİK’e göre milletimiz günde 6 saat televizyon seyrediyor; 3 saat internet kullanıyor ve 1 dakika okuyor. Yani Türkiye ortalamasında kitap okumaya ayrılan süre günde sadece bir dakika!
Seneca, “Kitapsız yaşamak, kör, sağır, dilsiz yaşamaktır” demişti bir zamanlar. Ülkemin körler sağırlar ülkesine dönüşmesinin kaynağı sakın bu olmasın!
Okumayan Türkiye’de Kitap Fuarı
Yazarın Son Yazıları
O, Nermin Abadan Unat. Neden mi ona minnet borcumuz var?
Sabiha Sertel (1895-1968) ve Zekeriya Sertel (1890-1980). Osmanlı’nın sonu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında duygu ve düşünce dünyamıza sonsuz katkılarda bulunmuş bu iki önemli ismi bu ülkede yaşayan herkesin, hele hele gazeteciliği meslek edinmiş her insanın çok yakından bilmesi gerekir.
O kadar güzeldi ki tadı damağımda kalmıştı.
Bir yanımda yaratıcılık, bir yanımda yok edicilik. İkisi de çekiştirip duruyor iki kolumdan.
Duvardaki dev afişten fırlayıp kucaklaşacakmışız gibi bana bakan genç kadın, Suna Pekuysal.
Dünkü gazetemizde, “Korkma Biz Kadınız!” başlığını görmek çok hoşuma gitti.
Çocuklarımız için neler neler yapmayız ki...
Ülkemin hapishaneler coğrafyasından sık sık mektup gelir.
Neredeyse 30 yıldır Hakan Erdoğan Prodüksiyon “Bach İstanbul’da” başlığıyla klasik müzik konserleri düzenler.
Oktay Ekinci... Bu isim Cumhuriyet okurlarının hiç ama hiç yabancısı değil.
Paris ve sonbahar.
“Ve sonunda Joan Baez hastalığı yendi, sağlığına kavuştu!”
“Hava kurşun gibi ağır/ Bağır bağır bağırıyorum/ Koşun. Kurşun eritmeye çağırıyorum...”
Cumhuriyetin 102. yıldönümünü dün kutladık.
Ege’nin ortasında bir sabah...
Daha 29. Uluslararası İstanbul Festivali başlamamıştı.
Prag Tiyatro Festivali’nden ayağımın tozuyla dönüp tüm gördüklerimi sizinle paylaşmaya hazırlanıyordum ki sevgili arkadaşım Genco Erkal’ın sesi kulağımın dibinde bitiverdi: “Çekya’yı bırak önce Cihangir’e bak!”
Sevgili okurlar Prag’dayım.
Sabah 6.30’da kapı tekmeleniyor. Jandarma içeri dalıyor.
Bu yazının başlığı “Afife Jale Ödül Töreni’nin düşündürdükleri” olacaktı.
Olmayan suçlar... Yazılmayan iddianameler... Yazılıp uygulanmayan kararlar... Ve hukuk ile guguk arasında yaşamaya devam çabası... Tamam yakınmayı bırakıp sadede geliyorum.
Nasıl yaşamak bu! Kâh gökyüzünde kanat çırpıyoruz kâh en dipsiz kuyuların derinliğinde kayboluyoruz.
26 Eylül’de Ankara’da 93. Dil Bayramı’nı kutladık. Dil Derneği ve Çankaya Belediyesi’nin ortaklaşa etkinliği Yaşar Kemal’e adanmıştı.
“Sömürü bir bütündür. Bütün insan değerlerinin sömürülmesiyle, doğa değerlerinin hoyratça sömürülmesi bir arada gidiyor. Türkiye toprakları yıkıma uğratılıyor, hopur ediliyor. Biz Türkiye üstünde mirasyedileriz. Yıkımımızdan Türkiye’nin hiçbir insanı ve doğa değeri kurtulamıyor.”
İstanbul dolu dizgin.
15 Eylül, arkadaşımız, yoldaşımız, omuzdaşımız, ülkemin en aydın, en dürüst, en yararlı, en barışçı insanlarından Hrant Dink’in yaş günüydü.
Bundan önceki yazım şöyle bitiyordu: “Yeryüzü muhteşemdi. Türkiye’nin asla uygarlıktan, yaratıcılıktan, aydınlıktan ve gelecekten vazgeçmeyeceğine dair umutlarımız tazeleniyordu.”
Elbe Nehri’nin kıyısında görkemli mi görkemli o yapı bir mucize gibi yükseliyor.
Hafta içinde hapisteki iki çok değerli insanımıza yine uluslararası ödüller verildi.
Bunalıyorsunuz, kahroluyorsunuz, her yerde haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik diyorsunuz...
Bu başlığı yazdım. İstanbul’da bir haftadır süren o muhteşem coşkuyu paylaşacağım diye düşünürken birden bir suçluluk duygusuna kapıldım.
Edremit Kitap Fuarı’ndayım...
Diyanet İşleri Başkanlığı suç işliyor.
Adaletten eğitime, sağlıktan beslenmeye, her şeyin sahtesine, zehirlisine mahkûm edildiğimiz, yalanlarla kuşatıldığımız şu günlerde kimi alanlarda hakikatle, sahici olanla karşılaşmak iyi geliyor insana.
Son yıllarda adeta Bodrum’un kültür markasına dönüşen Uluslararası Bodrum Bale Festivali’nden söz edeceğim.
20. ve 21. yüzyıl tiyatrosuna damgasını vuran dâhi Robert Wilson tedavi olmak istemeyerek New York Long Island’da kurmuş olduğu Watermill Eğitim ve Üretim Merkezi/okul/ müze/kültür merkezinde son ana dek çalışarak 31 Temmuz’da öldü.
Metin Sözen: (24 Mayıs 1936, Harput, Elazığ-31 Temmuz 2025, İstanbul)...
Yılın belki de en sıcak gününde deniz kıyılarını bırakıp Milas’ta kapalı bir mekânda bir sergi görmeye gideceğimi söyleseler pek inanmazdım.
“Ayakucumda deniz, kaynayarak yanan bir zümrüt, sonra mavi, sonra menekşe, ne var ki üzerine tuzla buz edilmiş milyonlarca ayna parçaları yağmış, alev alev yanıyor, çakıyor, çakıntıdan göz alıyor.”
Altan Öymen aramızdan ayrılıp sonsuzluğa göçerken bile hepimize bir ders verdi...