Toplumsal depresyona geçit vermeyin

04 Nisan 2021 Pazar

Bilmez değilim: Bu başlığı söylemek kolay da uygulamak zor! 

Boğaziçi Üniversitesi’ne destek veren gençlere uygulanan vahşeti; Gergerlioğlu’na reva görülenleri; çocuklarını doyurmak için böbreğini satmaya kalkanları; çöplerden yiyecek arayanları; seçimle kaybettikleri kıyıları ele geçirme planlarını; muhalif belediyeleri çalıştırmama azmini; bu uğurda insanları bile bile ölüme, açlığa mahkûm etmelerini; hakkı, hukuku, yasayı, anayasayı yok sayıp kendi bekası için gözü dönen muhterisleri izleyip depresyona girmemek, hele şu epidemi koşullarında çok zor. 

Mücadeleye aktif katılım 

Yıllar önce La Paix Hastanesi’nin başhekimi olan psikiyatr Dr. Tufan Algür’e sormuştum “Toplumsal depresyondan kurtulmanın yolu nedir” diye. Şöyle yanıtlamıştı: 

“Tıpkı bireysel depresyonda olduğu gibi toplumsal depresyonda da sorunların çözülebilirliğine inanmak gerek. Bunun için bireysel ve kurumlar arasında olumlu ilişkiler kurmalı. Burada sivil toplum kuruluşlarına (STK) büyük görev düşüyor. Sorunlar karşısında birlikte hareket etmek önemli. Bu ilişki ve iletişim, kişide güven duygusunu pekiştirir, yalnız ve çaresiz olmadığı umudunu aşılar, ancak en önemlisi mücadeleye aktif katılmak. Ben pasif kalmıyorum, bu mücadelede aktif bir rolüm, katkım var duygusu tedavide temel adımdır.” 

Bu sözlerden herkes kendine bir pay çıkarabilir. Ben sayısız STK’de elimi uzatıp kolumu kaptırına dek çalışmayı sürdürüyorum. Gelelim bireysel depresyona geçit vermemeye: En büyük sığınak kitaplar ve sanat! 

40 yıllık mucize

Yıl 1982. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) sadece çölde bir vaha değil, aynı zamanda 12 Eylül faşist darbe sonrasında soluk alma alanı yaratmıştı. O yıl müzikten oluşan İstanbul Festivali’ne bir haftalık “Sinema Günleri” yerleştirildi. O “Sinema Günleri” gelişecek, sinematek görevini de üstlenecek, dünya sinemasını ayağımıza getirecek, uluslararası bir nitelik kazanacak, yarışmalara sahne olacak; dünyanın sayılı film festivallerinin arasına girecekti.

İstanbul Film Festivali’nin en önemli yanı, 40 yıl içinde dev bir seyirci kitlesine harika bir okul olmasıdır. Yalnız seyirci yetiştirmekle kalmadı, Türk sinemasına da sayısız yeni yönetmen kazandırdı. Şakir Eczacıbaşı, Onat Kutlar, Hülya Uçansu ve Görgün Taner’e minnet borcumuz sonsuz. 

Nisan ayında Beyoğlu, aşk, ateş, anarşi günlerine; tüm kahveler tartışma forumuna dönüşürdü. Anılarla beslenen, umutlarla desteklenen, sohbetlerle zenginleşen bir şölendi Beyoğlu. Bir yanınızda Jeanne Moreau, bir yanınızda Antonioni’yi, Angelopoulos’u yanı başınızda görüverirdiniz.

İstanbul Film Festivali iki gün önce başladı. Bu yıl 40 yaşında. Beyoğlu’nun şölen günlerini unutun. Zaten millette keyif yok; üstelik salgın nedeniyle sinemalar kapalı.

Alvar Aalto 

Ancak şu teselliyi aklınızdan çıkarmayın:  

Çevrimiçi izlemeye en yatkın olan sanat, sinema! İstanbul Film Festivali bu yıl çevrimiçi. Seçimler dünyanın belli başlı festivallerinden yapılmış. Sadece nisan değil mayısta; hatta durum düzelirse haziranda da açık havada sürecek. 

Festivalin ikinci gününde muhteşem bir belgesel izledim. Meraklıları kaçırmasın! Finlandiyalı ünlü mimar ve tasarımcı Alvar Aalto’nun yaşamı. Ben onu 1964’te öğrenciliğimde Paris’teki dev bir sergisinde tanımış ve hayran olmuştum. O gün bugün bu dünya çapındaki ustayı, “mimariyi insanlaştırma” çabasıyla ve doğa düşlerimizi mimariye katmasıyla bilirdim...  

Sadece mimaride değil, tasarım dünyasına da damgasını vurmuş Aalto’yla ilgili, bu belgeselden öğrendiklerim: 

1) Aalto’nun hayata ve mesleğine şehvetle yaklaştığı... 

2) Ustanın ancak ve ancak sevdiği kadınlarla aşk yaşayarak yaratabildiği... 

3) Söylenmese bile içime yerleşen duygu: İki mimar eşinin de hem Aino hem Elissa’nın haklarını fena halde çiğnediği... 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları