Hikmet Çetinkaya

Seversin Kavuşamazsın, Aşk Olur!..

26 Ekim 2014 Pazar

Elinde kareli defteri vardı... Sayfalarını çevirmeye başladı... Yıllar önce
yazdıklarını okudu bir çırpıda...
Zaman hızla akıp geçiyordu...
Tam o sırada mavi gökyüzünün yalnızlığı takıldı aklına...
Başını göğe kaldırdı ve uzun uzun baktı.
Bir Paris akşamındaydı...
Biraz çakırkeyif, biraz da hüzünlü...
Sürgün günleriydi...

Pablo Neruda’nın yarım kalmış öyküsünü hep bu saatlerde anımsar, kendi kendine mırıldanırdı:
“Gözlerim arar onu, çağırır yanıma.
Yüreğim çağırır, ama yoktur bu sefer.
Böyle gecelerdeydi, beyazlaşırdı
ağaçlar.
Ne biz eski biziz ne de geceler...”

Yıldızlar gece yarısı buluşmalara hazırlandığı saatlerde, hayatın karatahtasını düşünürdü.
Aşk, acı, hüzün, yalnızlık!
Güneş batıp da sis çökünce evlerin çatılarına; kentin dayanılmaz iç çekişini solurdu...
Çünkü o bir sürgündü...
Paris’ten Londra’ya
gittiği yıl

mevsimlerden sonbahardı...
O akşam yine sarhoştu...
Karısını, çocuklarını özlemişti...
Arkadaşlarının çoğu zindandaydı, elinden bir şey gelmiyordu...
İdeolojik tartışmalar, doğrular, yanlışlar, dönenler, dönmeyenler...
Satılmışlar pazarında namuslu, dik olabilmek!
Yine bir sonbahar sabahında bu kez mavi tebeşir evlerin olduğu bir Ege kasabasında dünün ve bugünün karşılaştırmasını yapıyordu.
Aradan 30 yıl geçse bile dönekler pazarında eski mallar alıcı buluyordu...

***

Kareli deftere siyah kurşunkalemle yazılmış notları okurken biraz zorlanıyordu...
Çoğu silinmiş...
Bir masal kahramanının o içten tümceleri zamanın içinde belki uçup gitmiş.
O otel odaları, tek odalı evler, pansiyonlar, Paris, Londra, Berlin, Hamburg günleri, Münih gecelerinde Rum meyhaneleri...
Bir Münih akşamında hem sarhoş hem de tek başınaydı...
Kış erken başlamıştı...

Eski dostlar, arkadaşlar, terk  ettiği karısı ve çocukları...
Aradan geçen bir 30 yıl...
Maviler laciverte yenik düşmüş, sokak lambaları sönmüştü, sıla özlemi içine çökmüştü...

Loise Bogan’la o akşam tanışmış, uzun uzun sohbet etmişti...
Loise “dönsem bulutlar ülkesine” demişti elini omzuna koyup kulağına bir şeyler fısıldarken:
“Şimşekler seni getirse
Tutsak kentlerin içinden
Seni yıldızlar bir bilse
Böyle yakamazdı yürekten.”

İçinde tufanlar kopmuş, bir aşk fırtınasına tutulmuştu...
Loise yüzüne bakmış, şöyle seslenmişti ona:
“Dumanlar içinde sen belirsen
Sen belirsen de yaksan tekmil ışıkları
Sen bir gece yarısı beklediğim
Getirsen el değmemiş sevdaları.”

O gece yıldızlar sevişirken tutsak kentlerin içinde dolaştığını fark etti...
Aşkı yeniden duyumsadı yüreğinde...
Yüreğinin derinliğinde bir okyanus kabardı köpük köpük!
Sonra beyazlaşmış ağaçların üzerine konan kuşları görür gibi oldu...

***

Mevsim sonbahardı...
Dolunayın büyüttüğü güz çiçekleri, o kıyı kasabasının denize bakan dağların yamaçlarında açmıştı.
Taze bir sabahtan hüzünlü bir akşama yolculuk yaparken, Paris metrosunda Cemal Kıran’la yaptığı o doyumsuz sohbetleri anımsadı.
Şükran Kurdakul’la Sofya’da geçirdiği günleri, acıları paylaştı, yalnızlığın resmini çizdi...
Üç firari eski TKP’li, Fahri Erdinç, Ziya Yamaç ve Tuğrul Deliorman’ı...
Onların ideolojilerini, romantizmini, yurt özlemini, geride bıraktığı çocuklarını...
Uçuşan bulutlar, gizli gizli ağladığı sabahlar...
Moskova Garı, Sofya’da geçirdiği yeni yıl, kaçak sevişmeler...
İhtiyar yüzyıla meydan okuyordu; şakaklarında kelepçeler, içinde esen fırtınalarla...
Sabah uyandığında Âşık Veysel’in 120 yıl önce bugün doğduğunu öğrenince, şöyle haykırdı:
“Seversin kavuşamazsın, aşk olur!”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları