Türkçeye “Amerika Meydan Okuyor” başlığı ile çevrilen kitabında (1967), ABD’nin Avrupa’da özelikle sanayi alanında artan varlığına dikkat çekerek Fransa’yı, ABD’nin dümen suyuna girmenin sakıncaları konusunda uyaran Jean-Jacques Servan-Schreiber, büyük ölçüde haklı çıktı. Trump’ın AB’yi, “zayıf liderlerin yönettiği, çürüyen uluslar topluluğu” diye aşağıladığı, “Rusya ile savaş çıkarırsanız başınızın çaresine bakın”, “Savunma harcamalarınızı artırın” diye payladığı bugünlere gelindi.
ACEMİ KABADAYI
Amerika yine meydan okuyor! Üstelik Refi’ Cevad Ulunay’ın “Sayılı Fırtınalar” kitabında anlattığı, İstanbul’un eski kabadayılarını mezarlarında döndürecek acemilik ve densizlikle. Ukrayna’ya arka çıkar gibi yapıp değerli madenlerine el koyduktan sonra onu, topraklarının bir bölümünü Rusya’ya bırakmaya zorluyor.
Terörist Şara’yı eğitip Suriye’nin başına geçiriyor. İsrail-Hamas arasında barış (!) yapıyor ama Gazze’de hâlâ çocukları öldüren İsrail’e arka çıkıyor. İsrail’in nükleer silahlarını görmezden gelip İran’ın barışçıl amaçlarla bile nükleer enerjiden yararlanmasını engellemek için “5+1 Anlaşması”ndan çekiliyor. İran’ı bombalıyor.
Türkiye’nin “güçlü ve güvenilir bir müttefik” olduğunu söylüyor ama “Erdoğan ne dersem yapar, ne istesem verir” diyor. “Abdi ile anlaşmazsan ekonomini mahvederim” diye tehdit ediyor. PKK’yi ilk günden beri destekliyor. YPG/PYD’yi (SDG) kuruyor, ağır silahlarla donatıyor ve eğitiyor.
Venezüella’yı tehdit ediyor, hava sahasını kapatıyor, gemilerine saldırıyor. Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi ile Batı yarım küreyi kendi nüfuz alanı ilan ediyor. Örnekler artırılabilir.
AMAÇ MONTRÖ SÖZLEŞMESİ Mİ?
ABD’nin Karadeniz merakı ve Montrö Sözleşmesi alerjisi çok köklüdür. Denizler hâkimi “Kabadayılar Kralı”, Karadeniz’e dilediği gibi girememeyi içine sindiremiyor. Rusya-Ukrayna savaşını Karadeniz’e yayarak sözleşmeyi işlevsiz kılmak için insansız deniz araçları ile üçüncü ülkelere ait tankerleri vuran Ukrayna’yı kullanıyor. Türk şirketine ait bir geminin Rusya tarafından vurulması ise Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu tehlikeyi vurguluyor.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Karadeniz’de kıyısı bulunan devletler arasında güç dengesi kurmakta, diğer ülkelerin Karadeniz’e girip bu güç dengesini bozmalarını önlemektedir. Ukrayna, Karadeniz’de Türk Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) içinde gerçekleştirdiği tanker saldırılarıyla Rus petrol ticaretine darbe vurarak; Rusya’yı, Türkiye’ye de zarar verecek karşı saldırılara zorlayarak, Türkiye-Rusya ilişkilerini bozup Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılmasını sağlamaya çalışarak ABD’ye hizmet etmektedir.
Karadeniz’deki bu saldırılar, ileri teknolojiye dayanan insansız hava ve deniz araçlarıyla yürütülen, yeni bir savaş türünün giderek dünya gündemine yerleştiğine de işaret etmektedir.
AVRUPA SAVAŞA MI KOŞUYOR?
Olaylar, iki dünya savaşı öncesinde Avrupa’yı çağrıştırıyor. Trump’ın Avrupa’ya karşı tutumu NATO’yu zayıflatıp ittifakın caydırıcılığına ciddi gölge düşürüyor. Müttefiklerin ittifaka güvenini sarsıyor. ABD-Rusya görüşmelerinin kapsamı, Karadeniz ve Montrö’nün görüşme konusu olup olmadığı bilinmiyor. Görüşmeler, ABD ve Sovyet etki alanlarının belirlendiği yeni bir Yalta süreci kuşkusu da doğuruyor.
Yunanistan ve GKRY’nin tam üye olduğu AB’nin, Türkiye’nin güvenliği için elini taşın altına koyacağı tartışmalıdır. Ukrayna’nın hangi ittifaka katılacağına karar verme hakkı vurgulanırken Türkiye’nin kendi hava savunma sistemini seçme hakkı reddedilmekte, Türkiye’ye “hasım” muamelesi yapılmaktadır. Bunlar, Türkiye’nin, gelecekte başının çaresine bakmak zorunda kalabileceğini göstermektedir.
TÜRKİYE NE YAPMALI?
Türkiye, ABD ile ilişkilerinden bağımsız olarak Rusya ile Karadeniz ve Montrö dahil iki ülke çıkarlarını gözeten, iyi ilişkiler sürdürmelidir. Bugünkü ekonomik, siyasi, askeri gücü ve yönetimi ile Türkiye, Abdülhamit’in Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına varan “büyük devletleri birbirine karşı kullanmak” politikasından uzak durmalıdır. AB’ye tam üyeliğini gündeme bile almayan Avrupa’nın Rusya ile çatışmacı politikasına destek olmamalı, Ukrayna ve Polonya’da konuşlandıracağı askeri güce katılmamalıdır.
Türkiye’nin kendi güvenliğini ve çıkarlarını ön planda tutan böyle bir politika izleyebilmesi, birçok açıdan ABD ve AB’ye mecbur olduğu izlenimini veren bugünkü yönetimin değişmesine bağlıdır. Bu değişim Türkiye Cumhuriyeti için hızla bir varoluş sorunu haline gelmektedir.