Parlamentarizmi Hiç Uyguladık mı?

06 Şubat 2015 Cuma

-Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz...
Yukarıdaki sözler, 29 Kasım 1955 tarihinde DP grup toplantısında, zamanın başbakanı Adnan Menderes tarafından, DP milletvekillerine söyleniyordu.
Evet, çoğunluk partisinin milletvekillerinin böylesine mutlak bir güçleri olduğu vehmedilsin isteniyordu.
Onlar hilafeti getirmediler ama aradan beş yıl geçince, 18 Nisan 1960’ta onların içinden 15’ine ancak yargının sahip olacağı, kimi hallerde, yargı organlarınınkini bile aşan yetkiler veriliyordu.
O sırada Türkiye’de, DP’nin 14 Mayıs 1950 seçimleriyle iktidara geleli, parlamenter sistem uygulanmaya başlayalı on yıl oluyordu.
Burada, milat olarak 1950’yi almamızda yadırganacak bir yön yok. Çünkü ondan önce, Tek Adam ve Tek Parti yönetimleri yürürlükteydi.
Ama bu iki dönem de hızlı sürede çok partili parlamenter bir sisteme evrildi.
Ülkemizin bugün karşı karşıya bulunduğu sorunların kökenini de parlamenter demokrasinin bu ilk yıllarında aramakta yarar var.
On yıllık DP iktidarı basın ve ifade özgürlüklerini budayarak, yargının tarafsız ve bağımsızlığını çiğneyerek, diktatörlüğe doğru seyreden bir otoriter rejime dönüşmüştü.
Şimdi Menderes’in 29 Kasım 1955’teki sözlerine bakarak, kusuru parlamenter rejimin sırtına yükleyebilir miyiz?
Sanmıyorum. Böyle bir itham haksızlık olur.

***

Çünkü 1950-60 döneminde ülke parlamenter sistemin kurallarına uyularak yönetilmedi.
Her şeyden önce, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkeleri çiğnendi.
Ayrıca milletvekillerini parlamentoya getiren güç milli irade değil, liderin iradesi oldu ki salt bu olgu da parlamenter sistemin özünü yıkmaya yeterdi.
Nitekim Menderes’in şu sözü çok ünlüdür:
-Ben odunu aday göstersem seçtiririm.
Bu durum, milletvekillerinde var olduğu vehmedilen erkin aslında liderin elinde olduğunu göstermektedir.
Sistemimizin esas hastalığı budur ve günümüze kadar da sürmüştür.
Bir zamanlar askeri vesayetin Türkiye’de demokrasinin önündeki en büyük engel olduğu kimi çevreler tarafından ısrarla öne sürüldü.
Bugün vardığımız yer ise bunun böyle olmadığını gösteriyor.
Gerçekten bir vesayet sorunu var ama illa yalnız askeri vesayet değil. Askeri vesayet aşıldıktan sonra da vesayet sorunu kalkmadı. Hatta Tek Adam rejiminin 1950’de tarihe karıştı sandığımız halde devam ettiğini, 21. yüzyıla da sarktığını görüyoruz.
Bu durumun üstesinden gelebilmek için lider sultasının son bulması gerekiyor.
Burada da sorun salt askerden değil, sivilden, sivil olduğunu iddia edenden kaynaklanıyor.

***

12 Eylül’ün diktatörü Kenan Evren’in hazırlattığı 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 37. maddesi partilerin milletvekili adaylarını yüzde 5’lik bir kontenjan dışında bütün üyelerin katılacağı bir önseçimle belirlemesini, böylelikle lider sultasının aşılmasını öngörüyordu.
Bu maddenin MGK’nin veto yetkisinin bulunduğu 1983 seçimlerinde uygulanmayacağı hükmü de yer alıyordu.
Bu da doğaldı, Evren lider sultasına karşı çıkarken, kendi sultasını bunun dışında tutuyordu.
Sivillerin bu dönem atlatıldıktan sonra 37. maddeye sarılmaları beklenirdi, değil mi?
Ne gezer!
Madde getirildikten 3 yıl sonra 28.3.1986’da değiştirildi ve lider sultasını pekiştirmek üzere, önseçim zorunluluğu kaldırıldı.
Siyasi partileri demokrasinin vazgeçilmez öğeleri haline getirmek üzere sivillerden beklenen, parti organlarının da seçimlerinin daha demokratikleştirilmesi iken, onlar ilk iş olarak, milletvekilliği yolundan önseçimi kaldırarak atamayı pekiştirdiler.
Her dönemde bu böyle olmuştur.
Buna bir de kuvvetler ayrılığı ilkesinin hiçe sayılması eklenince, açıkça görülüyor ki Türkiye’de parlamenter demokratik sistem, siviller tarafından da hiçbir zaman uygulanmamıştır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları