Derinlik Sarhoşluğu

25 Şubat 2015 Çarşamba

Süleyman Şah operasyonu, 2010’dan beri ideolojik körlükleriyle Ortadoğu ve dünyadaki bütün gelişmeleri yanlış okumayı başaran aklın “derinlik sarhoşluğunun” son tezahürü. “Ecdad ecdad” diye bağırıp duranlar bir de kalkmış, Kurtuluş Savaşı koşullarında imparatorluktan yadigâr tek toprak parçasını ısrarcılığıyla sembolik bile olsa muhafaza etmiş Atatürk’e dil uzatırlar. “Musul ve Kerkük’ü masada verenlerin kalkıp konuşmaya hakkı yok” nutukları sallarlar. Osmanlı hayallerini kendi kendilerine dinamitlemişken üstelik. Hamaset ve entrikayı dış politika sanarak iç siyasette oya tedavül etmek nereye kadar, diye soracak akılları yoktur.

***

Dört yıldır neler görmedik! Reyhanlı’daki entrika ile savaşın Türkiye topraklarına taşınmasını... Bir savaş uçağımızın Suriye tarafından şaibeli biçimde düşürülmesini... Musul başkonsolosluğumuzun işgal edilip 46 vatandaşımızın rehin alınması ve memleketi yöneten siyasi heyetin “IŞİD onları misafir ediyor” güzellemelerini... Kürt sorununu çözeceğiz diye oyalayanların güney sınırımızda oyunlarını dini ve mezhepçi güdüler üzerinden inşa edip Rojava’yı boğmaya kalkışmalarını... IŞİD canileri karşısında direnen Kobani için “Koridor moridor yok” diye diklenip “Kobani düştü düşecek” arzularını beyan etmelerini... Şimdi bu zincire Süleyman Şah eklendi: ABD yönetimi ve “gayri meşru” addedilen Suriye yönetimini bilgilendirme zaruretiyle YPG’nin açtığı koridordan operasyon icra edilmesini...

***

TSK, tahliye operasyonu için 39 tank, 57 zırhlı araç ve 572 asker ile Suriye’ye girip Süleyman Şah Türbesi’ndeki “kalıntıları” ve karakolu bayrak direğiyle birlikte sınırımızın 200 metre dibine taşıdı. Siyasi heyetimiz “Geçici” diyorlar. Geçiniz... IŞİD canilerinden askerimizin canını kurtardığımıza şükredip şimdilik memleketin başka maceralara sokulmamasına sevinmeli. Yoksa Amerika’nın Hollywood yapımı “Iwo Jima” operasyonu ile Beyaz Saray PR’cılığının tezahürü “Durum Odası” fotoğraflarının kötü taklitleri eşliğinde elâlemin “maskarası” olduk. Öngörü düzeyimiz belli. Bugünkü Başbakan’a birkaç yıl önce dışişleri bakanıyken “Suriye’deki cihatçı Selefi tehdidini” sorduğumda katiyetle böyle bir şeyin söz konusu olmadığını buyurup “Suriye’yi köy köy, kasaba kasaba biliyoruz” demişti. Bugün de dünya âlem Türkiye’yi yönetenlerin rejim değiştireceğim diye diye memleket sınırında IŞİDistan’ın kurulmasına “katkılarını” biliyor maalesef. Dolayısıyla Süleyman Şah tahliyesiyle girişilen bir başka algı operasyonu artık pek çok sorunun ortalığa saçılmasını engelleyemiyor.

***

Musul’da Türk vatandaşlarının “ev sahibi” diye sunulmuş IŞİD’e neyse ki türbe mevzuu bahis olduğunda “höt” denilmiş. Batılı bir diplomat, Reuters’a, Ankara’nın IŞİD’le temasını şöyle yorumlamış: “(Türklerin) IŞİD’le son derece etkili ve açık kanalları bulunduğu aşikâr, bu konuda şüphe götürür bir durum yok. Onlarla bir yanlış anlaşılmadan kaçınmak konusunu tartışmış olmalılar ki benim anladığım ortada bir tavizden çok sopa gösterme olmalı.” Her şerde bir hayır vardır, deyip geçelim diyeceğim ama Musul vakasında 200 militan kanlı örgüte iade edilmişken bu kez ne verildi?

***

Peki niye şimdi? Dünyanın dört yanında her gördüğü türbeyi patlatmayı ilke belleyen IŞİD aklı bizim türbeye -kimbilir nedendokunmazken.. Kanlı örgüt Kobani’den sökülüp atılmış, YPG güçleri köy köy temizliğe girişmiş, Rakka’nın sınırlarına dayanma iddiasındayken... Kimi yorumcular bunları Türkiye’nin IŞİD ile “örtülü ittifaka” son verip Kürtlerle “ortaklığa” girişeceğinin alameti görmekte. Bu siyasi heyetin ideolojik aklını düşününce haddinden fazla “iyimser” buluyorum.

***

Cevap belki türbenin sınırın Suriye tarafında 200 metre öteye çekilmesinde. Türkiye’yi yöneten siyasi heyet bu sayede dilediği yere bayrak dikebileceğini ispatlamış oldu. Zamanlama manidar. BM arabuluculuğunda Suriye’yi dört yıldır kavuran, üçte biri Suriye ordusu askeri 200 bin insanın can verdiği, milyonlarca insanın yerinden olduğu kanlı iç savaşı sona erdirme; Suriye arabulucusu Stafen de Mistura’nın Halep’i pilot bölge ilan eden planı eşliğinde Moskova diyaloğu başlatılmışken... Nusra Cephesi, İslami Cephe gibi radikal unsurların en etkili güç olduğu Halep kıskaca alınıp Türkiye ile lojistik bağ kesilmek üzereyken... ABD ile onca pazarlığa rağmen “hedefi boş bırakılarak” yapılmış eğit-donat mutabakatıyla “ılımlı” addedilen muhaliflerin uzun vadeli eğitimine soyunulmasıyla sevindirik olunmuşken. Ve bu mutabakat sınırda Ankara’nın “güvenli bölge” dediği uluslararası lügatteki “tampon bölgeyi” kurma hayallerini canlandırmışken...

***

Suriye çatışmasında Türkiye “görmezden gelinemez”, doğru. Peki hangi anlamda? Bölge ahalisinin Sünnisi, Şiisi, Hıristiyanı, Alevisi, Kürt yahut Arap’ıyla gırtlak gırtlağa gelmeden barış içinde yaşayabileceği koşulların yaratılmasına katkı sağlayacak şekilde mi? Bu dediklerimiz “bayrak dikerek” olmuyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD’de darbe tehdidi 7 Eylül 2018
Zaharçenko darbesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları