Yeni Ortadoğu... -II

10 Mart 2015 Salı

İran’la P5+1 grubu arasında bu ay tamamlanması beklenen nükleer anlaşma süreci; Natenyahu’nun, ABD Kongresi’nde, Financial Times’da Philip Stephens’in işaret ettiği gibi ülkesini sürecin parçası yapmak yerine dışardan sinirli nutuklar atar konuma düşüren konuşması; bölgede İran’ın etkisinin artmaya başlamasına paralel olarak gelişen Sünni Arap rejimlerinin korkuları, geçen haftanın önemli tartışma konularını oluşturuyordu.
Pazartesi yazımı, İsrail’in askeri kapasitesini düşünerek İran’dan bu kadar korkmasının mantığını anlamak çok kolay değil, ama “Sünni Arap krallıklarının konumu İsrail’inkinden farklı; korkuları hiç de boşuna değil” saptamasıyla bırakmıştım...

Bir ‘taktik örtüşme’
Kissinger’e göre “Barış ya hegemonyayla ya da güçler dengesiyle sağlanabiliyor” (Spengler, Asia Times, 04/03/15). Sünni-Arap Saddam rejiminin devrilmesi, ABD’nin Irak’ta direnişi bastıramayınca Şii-Sünni çelişkisini kışkırtması, İran’a Irak’taki Şii çoğunluk üzerinden yeni bir etki alanı açmıştı. Böylece, Lübnan, Suriye, İran ve Irak’ı kapsayan bir Şii ekseni oluştu.
Şii eksenini kırmak için, İsrail’in Hizbullah’ı hedef alan saldırıları sonuç vermedi. Bu bağlamda kışkırtılan Suriye iç savaşı içinde El Nusra ve IŞİD gibi Batı’ya da tehdit oluşturan yapıların ortaya çıkması, IŞİD’in Irak ve Suriye toprakları üzerinde bir halifelik kurmaya başlaması, İran’ın çıkarlarıyla ABD ve Batı’nın çıkarları arasında taktik bir örtüşme yaratarak İran’ın etki alanını daha da genişletti.
Bu taktik örtüşme, ABD-İran ilişkilerini kolaylaştırdı, bir nükleer enerji alanında bir anlaşma yapma eğilimini güçlendirdi, Suriye’de Esad rejiminin yıkılmasını öncelikler listesinde geriye itti. Dahası, Hindistan’ın eski Umman ve Yemen büyük elçisi R. Gupta’nın vurguladığı gibi, eğer İran’la Batı arasındaki ilişkiler bir ortaklık biçiminde düzenlenebilirse, Suriye’den Yemen’e, Lübnan’dan Gazze’ye, Filistin sorununa kadar birçok alanda sonuç alıcı pazarlıklar gerçekleştirilebilirdi (Eurasia Review, 03/03/15).
İran’ın artan etkisini, şekillenmekte olan hegemonyasını yansıtan bu durum, Başta Suudi Arabistan olmak üzere, Emirlikler, Mısır gibi Sünni Arap devletlerini çok tedirgin ediyor.
Gupta’nın işaret ettiği gibi Suudi Arabistan’ın konumu özellikle kritik. Suudi Arabistan, kendini kuşatılmış hissediyor: Irak ve Suriye’de IŞİD, Vahabi Suudi rejimine ideolojik ve siyasi anlamda yaşamsal bir tehdit oluşturuyor. IŞİD’e karşı ağırlıklı olarak Şii güçler, İran’ın Kuds birliklerinin komutanı Süleymani’nin desteği, eşgüdümü ile savaşıyor. Bu güçlerin Erbil ve Kerkük’te Kürtlere verdikleri destekten dolayı Barzani Ruhani’ye teşekkür mektubu gönderiyor (Wall Street Journal, 04/03/15).
Esad rejimine “kafayı taktıktan” sonra, isyancılara silah ve para yardımı yaparak oluşmasına katkıda bulundukları IŞİD karşısında, seyirci kalmaktan öte bir şey yapamayan Suudi ve Sünni Arap rejimleri, şimdi de IŞİD’in terk edeceği bölgelerin İran’ın kontrolüne geçmesinden çok korkuyorlar. Güneyde, Kuzey Yemen’in başkentini Şii Hutilerin ele geçirmesi, İran’ın etkisini bu kez bu sınıra getiriyor. Suudi Arabistan’ın petrol bölgelerinde yaşayan nüfusun çoğunlukla Şiilerden oluşması bir başka kaygı konusu.
Bu ortam Sünni Arap rejimlerinin, tam bir ahlaki çürümüşlükle umutlarını İsrail’in İran’ı vurmasına, ABD’nin yeniden Irak’a asker yığmaya başlamasına bağlıyorlar.
Türkiye’de “yüzyıllık parantezi kapayarak” adeta bir Sünni Müslüman “sultanlığı” kurmaya çalışanlar ise hem IŞİD’le hem İran’la iyi geçinmeye, bu arada Suudilerle arayı bozmamaya çalışıyor, aynı anda İsrail ile arayı düzeltme, Mısır’da durumu kabullenme konusunda direniyorlar. Esad rejimi Türkiye sınırında El Nusra’nın “kafasını kopararak” (Reuters, 05/03/15) biraz daha güçleniyor. Uluslararası ilişkiler duayeni Başbakanımız, Musul’da IŞİD’e saldırırsanız Irak’ta mezhep savaşı çıkar diyor. İnsanlar da hayretle kafalarını kaşıyorlar.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları