2014’e Girerken Ekonomik Görüntü Bulanık

13 Ocak 2014 Pazartesi

Dünya ekonomisi 2014 yılına iyimser girmeye çalışıyor. IMF 2014 yılı beklentisini ekimde aşağı çekmişti; ABD işsizlik oranlarındaki olumlu gelişmelerden hareketle gelecek üç hafta içinde yukarı doğru düzeltecekmiş.
2013 yılında bir şok yaşanmadı. Avrupa Birliği bölgesinde krizin sert dalgalanmalı dönemi geride kalmış gibi, zayıf da olsa bir ekonomik büyüme söz konusu. Çin korkulan “sert fren” riskini atlatmış görünüyor. Japonya’da Şinzo Abe hükümetinin deflasyonu aşmak için devreye soktuğu parasal genişleme zayıf da olsa ilk sonuçlarını veriyor.

‘Büyük Durgunluk’ devam ediyor
Büyüme belirtileri var ama cılızlar, “Büyük Durgunluk”un bir “Uzun Durgunluk”a dönüşme eğilimi etkisini sürdürüyor.
Genelde abartılı iyimserliği ile bilinen The Economist dergisinin “İyimserlik neden kötü haber?” başlıklı yorumu anlamlı bir uyarı. The Economist gelişmiş ülkelerdeki büyümeye ilişkin iyimser bir resim çizdikten sonra, dönüp merkez bankalarının ama özellikle Fed’in bu iyimser görüntü karşısında uluslararası sermaye hareketlerini olumsuz etkileyecek önlemlere gitmesinden korktuğunu belirtiyor. Diğer bir deyişle, oksijeni ve serumu keserseniz (bono alımını azaltır faizleri artırırsanız) hasta yine şoka girebilir diyor. Eğer hâlâ bu durumdaysak krizin geride kalmaya başladığından söz etmek olanaksız.
Geçen haftalarda Lawrence Summers, hem IMF konferansında, hem de Financial Times’taki yorumunda dikkat çekmişti: Bu kadar mali genişlemeye karşın hâlâ enflasyonist baskı yok. Diğer bir deyişle, kapitalist ekonomiler büyük borç yükünü temizleyecek, toplam talebi canlandıracak “artık-değeri” hâlâ üretemiyorlar. Buna karşılık cılız ekonomik toparlanma bile MB bilançolarına büyük yükler getirdi.
Conference Board’un 2014 beklentileri de bu nedenlerle oldukça “ılımlı”; küresel büyüme oranının yüzde 3.1’de, ABD büyüme oranının yüzde 2.3’te kalmasını bekliyorlar. CB ekonomistlerine göre AB bölgesi büyüme oranı pozitif alanda, ama yüzde 0.8 gibi düşük bir düzeyde kalacak.
ABD, AB dünya ekonomisinin yarısını oluşturuyorlar. Öbür yarısında gelişmekte olan ülkeler ve Çin var. Bu bölgede ekonomik büyümenin AB, ABD’den yüksek olmakla birlikte yavaşlamaya devam etmesi bekleniyor. Bu yıl dünyanın en büyük ekonomisi durumuna yükselen Çin’in artık ortalama yüzde 10-9 gibi büyüme hızlarını yakalaması olanaksız. Çin’in hem büyüme oranlarında belirgin bir yavaşlama var, hem de ekonomisinin taşıdığı borç yükü ağırlaşmaya devam ediyor.
Japonya’da Abe hükümeti büyük bir parasal genişlemeyle ekonomiyi canlandırıp deflasyonu geriletmeye çalışıyor. Ancak borç yükü GSMH’nin yüzde 250’sine ulaşınca gündeme gelen yüzde 3 satış vergisinin ekonomide yapacağı etki henüz belli değil. Hindistan, Brezilya gibi büyük ekonomilerin büyüme hızlarında da bir yavaşlama bekleniyor. Özetle dünya ekonomisinin her iki yarısını bir araya koyunca ortaya düz çizgi gibi bir büyüme eğrisi çıkmaya başlıyor. Büyümenin motoru olma işlevi finansal sermayeden (destekleyici mali genişlemeden) sanayi sermayesine geçmeden de bu durumu aşmak olanaklı olmayacak.
IMF’yi iyimserliğe iten eğilimlerden birinin hafta kapanırken olumsuz işaretler vermesi, durumun kırılganlığına tanıklık ediyordu. ABD’de aralık ayı işsizlik verileri en kötümser beklentilerin bile gerisinde kaldı. İşsizlik oranı yüzde 6.7’ye düştü ama beklenen 190.000 yeni işyerinde yalnızca 74.000 yeni iş yaratıldı, iş piyasasına katılım oranı düşmeye devam ederek yüzde 62.8’e geriledi. Avro bölgesinde de işsizlik oranı yüzde 12’de kalmaya devam ediyordu. Hem de, Social Europe Journal sitesinde yazan Harold James’in “The New Inequality” başlıklı yazısında işaret ettiği gibi, bu kadar mali genişleme paketinden sonra. James, bu paketlerin yeni iş yaratmak yerine zengini daha zengin yoksulu daha yoksul yaptığına dikkat çekiyor (08/01/2014). Zayıf ekonomik toparlanma aynı zamanda artan toplumsal gerginliklerle, hangi siyasi sorunlara yol açacağına henüz karar verememiş bir öfke kabarmasıyla birlikte geliyor.

Bu sırada Türkiye
Türkiye’de 2014’e girerken iyimserliğe izin vermeyen bir görüntü var. Bu hükümetin on yıllık “Mucize Ekonomi” hikâyesinin/fantezisi tükendi. Bu hikâye yıkılır, fantezi buhar olurken, ekonominin [G]erçeği de tüm betimlemeleri aşan bir çirkinlikle karşımıza geliyor.
Bu ülkenin bağımsız sosyal bilimcileri son yıllarda, cari açığa, biriken dış borca, özel sektörün dövizle borçlanma hastalığına, ihracatın ithalat bağımlılığına bu durumun sürdürülemezliğine dikkat çekiyorlardı. Bu ülkeye değerlenmek için gelen mali sermaye de, 2012 sonuna doğru kaygılanmaya ve ekonominin kırılganlıklarına giderek daha fazla işaret etmeye başlamıştı.
Türkiye ekonomisinin büyüme hızı 2012 yılında sert bir frenle yüzde 8.8’den 2.2’ye inince kırılganlıklar görünür olmaya, pasta küçülürken de bölüşüm üzerinden kimi siyasi sonuçlar doğmaya başladı, giderek ağırlaştı. Bu yüzden bugün, siyasi istikrarsızlıklar “ekonomik mucizeyi” yıkıyor saptaması, bence arabayı atın önüne koşmaya benziyor. Ekonomik mucize dağılmaya başlarken siyasi istikrarsızlık oluşmaya başladı; şimdi bunlar ekonomik sorunları, büyüme dış kaynak girişine endeksli olduğundan daha da arttıracaklar.
Türk Lirası’nın değer kaybetmesine karşın Merkez Bankası’nın TL’yi para operasyonlarıyla savunmaya çalışması, aklımıza, “MB rezervleri tükenme noktasına gelirse ne olacak?” sorusuyla birlikte Tayland Bath krizini getiriyor.
O noktaya gelmesek bile, özel sektörün dış borçları, dövizde artış, borsada gerileme, böyle giderse, toz duman dağıldığında, uluslararası sermaye için çok elverişli bir “mülksüzleştirerek biriktirme” (“accumulation by disposession” David Harvey), ülke varlıklarını ucuza kapatma, olanağı yaratarak ülke dışına büyük çaplı değer transferine yol açabilecek.
Karşımıza tüm çirkinliğiyle gelen [G]erçeğe gelince, bunu Reuters’in bir yorumun başındaki iki spota dayanarak tanımlamaya çalışayım. “Yolsuzlukların odağında inşaat sektörü var”. “İnşaat sektörü ekonomik büyümenin motoruydu”. Öyleyse yolsuzluklar ekonomik büyümenin motoruymuş. Bu da işte gerçekte böyle bir ekonomik mucizeymiş...
AKP hükümeti doğarken ortada dosyalar vardı. Can çekişirken ortaya yeni dosyalar çıkıyor. Council on Foreign Relations’dan Cook’un vurguladığı gibi, 2010 referandumu en büyük manipülasyondu... Bugün de “demokrasiden 1990’lardaki kadar uzak” (Foreign Affaires 9/01/14).  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları