Ayşe Yıldırım

Haber Nöbeti'ndeyim

04 Şubat 2016 Perşembe

Biz yola çıkmadan mesajı geldi Beritan Canözer’in. “Bu ülkenin heyecanlı ve umutlu gazetecilere ihtiyacı var. Ancak umutlu ve heyecanlıysanız halkın sesini daha güçlü duyurabilirsiniz. Güçlü, umutlu ve heyecanlı olun: Halkınız için...” diyordu Beritan, 19 Aralık’tan beri tutulduğu Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nden. Beritan 16 Aralık’ta Sur ilçesindeki sokağa çıkma yasağını protesto gösterisini izlerken “heyecanlı” olduğu için gözaltına alınmıştı oysa. Hem de çatışma yaşanan bölgelerde halka korku salan siyah Ranger’lara bindirilerek. Ama çok iyi biliyordu ki bu meslek heyecan duymadan yapılmaz.

Haber Nöbeti için Diyarbakır’a giden ilk grupta yer alan 8 gazeteci olarak tam da bunun için yola çıkmıştık. Bölgedeki meslektaşlarımızın hangi koşullarda çalıştığını aslında uzaktan da olsa biliyorduk. Sadece gerçeğe ulaşmada karşılaştıkları zorluklar değil bir de yaşam haklarına dönük baskılar ve saldırılarla boğuşuyorlardı. Kiminin yazdığı haber ertesi gün tanınmayacak hale geliyordu çalıştığı kurumun durduğu “siyasi” pozisyonu nedeniyle. Kiminin de -ki onların sayıları azımsanmayacak seviyedeydi- başına silah dayanıyor, tartaklanıyor, tehdit ediliyor, gözaltına alınıyor, kurşunlanıyordu.

Ülkenin Batı’sında devlet eliyle yaratılan karartma ortamında hem onların hem de bölgede yaşanan gerçeğin sesini duyurabilmek amacımız. Yani halkın haber alma hakkına sahip çıkmak.

DTK Eşbaşkanı Hatip Dicle’nin dediği gibi “elimizden geleni” yapmak. “Bir karınca ben hacca gidiyorum demiş. Bu ayaklarla mı gideceksin, varmadan ölürsün demişler. Olsun demiş karınca, hiç olmasa hac yolunda ölürüm.” Dicle bu hikâyeyi anlattıktan sonra, “Herkes elinden geleni yapacak. Yapacak bir şey kalmasa da dua edecek” diyordu.

Her yer nöbet

Demokratik Toplum Kongresi’nin önünde eğitimciler, belediye binasının önünde sağlıkçılar, Sümer Park’ta anneler nöbette. Artık nöbettaşız. Ama işimiz gereği bir yerde durmayıp dolaşıyoruz.

Parktaki annelere gidiyoruz. Çocuklarının fotoğrafları kucaklarında 15 gündür bekliyorlar. Sur’da öldürülmüş çocuklarının cenazesini istiyorlar. Soruyoruz ama biraz sonra acılarını tekrar tekrar yaşattığımıza üzülüyoruz. Gözyaşlarıyla anlatıyor anneler:

“Benim kızım Suriçi’ndeydi. Oğlumla almaya gittim. Orada kaybettim oğlumu. 57 gündür haber alamıyorum. Daha bir yıllık evliydi. Cenazeleri almaya gidiyoruz silahla yolumuzu kesiyorlar.”

5 cenazenin 20 günden beri Sur’da bekletildiğini söylüyor başka bir anne. Biri de onun oğlu

“Biz Sur’da yaşıyorduk. Oğlum orada katledildi. Allah bilir cenazesi nerede. Aralıkta 19 yaşına girdi. Artık hiçbir şey istemiyoruz cenazelerimizi versinler yeter. Yazık, günahız. Sur’da oturmak suçtur. Benim 6 çocuğum vardı. Şimdi diğerleri nerededir, ne yapıyorlar bilmiyorum. Darmadağın olduk. Ben gelip burada bekliyorum, akşam belki bir yerlerde buluşursak buluşuyoruz. İnsan insana bunu yapar mı?”

Annelere destek için Bismil’den kalkıp gelen anneler de orada. Diyarbakır girişinde yollarının kesildiğini söylüyorlar. Ama engelleri aşıp cenazelerini isteyen annelerin yanına ulaşmışlar.

Annelerin ardından bacağından vurulan ve terör örgütü üyesi iddiasıyla gözaltına alınan daha sonra serbest bırakılan İMC kameramanı Refik Tekin’i ziyaret ediyoruz. Refik, Cizre’de yaralanmasına rağmen kamerasını çalıştırmaya devam etmiş ve yaşanılan gerçeği herkesin görmesini sağlamıştı.

“Kamuoyunun bunu görmesi lazım diye düşündüm” diyor o anları anlatırken. Yaşadığı anlaşılırsa bu kez öldürmek için yeniden ateş açılacağını düşünmesine rağmen tek eliyle kamerasını açık tutmuş. Cizre’de yasak ilan edildiği günden beri oradaymış Refik. 38. günde vurulmuş ama onun öncesinde de neredeyse her gün vurulma ya da gözaltı tehdidi altında kalmış:

“Gazeteciler başını dışarıya çıkaramıyordu. Bir sivil halkla konuşan herkes gözaltına alınıyordu. Neden konuşuyorsun, niye çekiyorsun diye sorup akşama da serbest bırakıyorlardı.”

Vurulduktan sonra hastaneye giderken polislerce darp edildiğini biliyorduk Refik’in. Ama bilmediğimiz başka şeyler daha anlatıyordu Refik:

“Silah sesleri durduktan sonra beni iki yaralıyla birlikte bir ambulansa bindirdiler. Sonra kaymakamlığın önünde durdurdular. Bir sivil polis sırtımdan sürükleyerek indirdi duvarın dibine götürdü beni. Bacağıma ve başıma tekme atarken bir yandanda ağır hakaret ve küfür ediyordu. Türk’ün gücünü göreceksiniz pis teröristler gibi.”

Niye kaymakamlığın önünde durduklarını anlamadığını söylüyor Refik ama gördüğü işkence ve hakaret hastanede de sürmüş. Tekerlekli sandalyeyle hastaneye girerken yol boyunca bazı askerler ve sivil polislerce dövülmüş.

Bacağına giren kurşun kaval kemiğini parçaladığı için 40 santimlik bir platin takılmış. 1.5 yıl boyunca o platinle yaşayacak Refik. Şimdilik ise 2 ay boyunca yatağa bağlı.

Tüm yaşadıklarına rağmen Refik gazetecilik görevini yaptığı için mutlu ama yaşanılan sürecin ağırlığı nedeniyle ruhen de yaralı:

“Kötü olan tüm bunlar yaşanırken gazetecilerin görevini yapamaması. Oraların anlatılamaması.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Son bir soru ve veda 13 Eylül 2018
Siyasal yangın 30 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları