Can Yayınları Sait Faik Abasıyanık’ın öykü kitaplarını yeniden yayımlamaya başladı. Köy Enstitüsünde okurken onun dergilerde çıkan öyküleriyle yazın dünyasına girdiğimi anımsıyorum.
O öykülerden öyle etkilenmiş olmalıyım ki öğretmen olduktan sonra da öğrencilerime onun öykülerini önerdim.
Bendeki bu köklü alışkanlığın temelinde Sait Faik’in anlatı rahatlığının etkisi olmalı.
O dönemde, nedense öbür yazarların anlatı dili bana yavan geliyordu. Oysa Sait Faik, kişileri konuşurken anlatı su gibi akıyordu.
OKUMAYA YÖNELİM
İlk okuduğunuz kitabın tadına varmışsanız ondan sonrakilerin de öyle olmasını istiyorsunuz. Sait Faik’in ardından John Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar’ını, Ernest Hemingway’in İhtiyar Balıkçısı’nı okurken ise gecelerimi gündüz eyliyordum.
Coşkuyla okuduğunuz kitapların ardından, çevrenizi başka kitapların sardığını görürsünüz. O dönemi de Dostoyevski’nin Ölü Bir Evden Anılar’ı, Shakespeare’in, daha önce filmini gördüğüm Romeo ve Juliet’i, Yaşar Kemal’in İnce Memed’i doldurmuştu.
MASAL DİNLEMEK
Okuma alışkanlığı kazanmakta masalların da etkisi oluyor. Nenem masala başladığında elimdeki kitabı dinlenmeye alır, kendimi padişahların, Keloğlan’ların, dünyada bir eşi daha olmayan güzellerin arasında bulurdum.
Masal, yaratıcısı belli olmayan, ağızdan ağıza sürüp gelen, dinledikçe belleklerde düşsel dünyalar yaratan bir anlatı türüdür. Düş ürünü kurgularla gelişen kimi masallarda gerçekçi olayların yer aldığı da olur.
Masallarda geçen olaylar birbirine benzer gibi görünse de gerçekte anlatılan her olay, bir duygunun, yaratıcı düşüncenin ürünüdür. Her birinden ayrı tatlar alırsınız.
Ayrıca masalda anlatı boyunca geliştirilen olaylar, anlatanı da dinleyenleri de duyarlıkla, sezgiyle donatır. Böylece size beğeni dünyasının yolunu açar.
ETKİLENİMLER
İnsan her kitapta ilk okuduğu kitabın havasını arar. Sait Faik, yaşadığı her anı, insanlığı aydınlatıcı anlatılarla bezedi. Şimdi aramızda olmasa da her an duyumsama, düşünce dünyamızın canlılığını sürdürmektedir.
Birkaç hafta sonra yeni bir yıl başlayacak. Biz de yeni yıla, Sait Faik’in çocuksu yaratıcılıkla ürettiği satırlar arasında girelim:
“Soğuktan mı titriyordum, yoksa heyecandan, üzüntüden mi, bilmem. Havuzun suyu bulanık, kapının saatleri on ikiyi geçmiş.”
Şu da bir kadın betimlemesi:
“Adam ellisini aşmıştı. Toprak rengi yüzünde alışılmamış çizgiler vardı. Bunu getirdim köyden, dedi, çarşaflı kadını gösterdi:
Sütlaç gibi buruşuk, ufacık gözleri ile yanaklarının elmacıkkemiklere rastlayan yerleri pırıl pırıl, dişleri bembeyaz, yüzüne bakınca bir süt kokusu duyar gibi oldum. Bu yüz pembe mi pembe; içinde ne güzel bir kan akıyordu kim bilir...”
Sait Faik, bu satırlarıyla da kadınla erkeği bir araya getirerek betimliyor:
“Ben bir hayalet kadar zayıf, beyaz mavi gözlü, on altı yaşında, lacivert elbiseli, çarliston pantolonlu, papyon kravatlı, şık fesli, nahif bir mektepli efendiydim. O yeşil gözlüydü. Çocuğumun yanında göründüğü gibi koyu siyah gözlü değildi. Siyahlar da giymezdi. Yanakları kırmızı kırmızıydı. Sarı, kırmızı saçları vardı.”
SAİT FAİK, YÜCE ANLATICI!
Genç yaşında seni yenen, zaman değildi, okuyanı ölümünde de aydınlatan sen yendin zamanı.