Şiddet (violence) ve terör

24 Mart 2016 Perşembe

“Terörle yaşamaya alışmayacağız”; “teslim olmayacağız”, “demokrasimizden vazgeçmeyeceğiz.” İyi de “Terör”ün belirli bir tanımı bile yok. Bir deneyelim... 
Her terör şiddet içerir, her şiddet (violence) terör değildir: Savaşan orduların, ordulara karşı savaşan gerilla gruplarının (bağımsızlık hareketleri, işgale direniş örgütleri) karşılıklı uyguladıkları şiddet, savaş (klasik/ asimetrik) kategorisine giriyor. Şiddet, korkutarak, travma yaratarak, moral tercihleri değiştirmek amacıyla sivil halkı da hedef alıyorsa, ek bir boyut kazanıyor
Her iki eylem türü devlet ortaya çıktığından beri var. Ancak terör kavramının şiddet kavramından ayrılması, sanırım Fransız Devrimi’nde, Jakoben kanadın, bir karşı devrimi önlemek, yüz yıllardır süren “yapısal şiddete” son vermek için aristokrasiyi bir sınıf olarak fiilen yok etme çabasıyla ilişkili. İngiltere’de, Avrupa’da dehşete düşen aristokrat sınıflarının düşünürleri, egemen sınıflara (sivillere) yönelik şiddeti gayri meşru şiddet, terör olarak tanımladılar. 
Sömürge yönetimine karşı savaşlarda, şiddetin ülkedeki “yabancı” yerleşimci sivilleri de hedef alması (en çarpıcı örneklerinden biri Cezayir savaşıdır) terör kavramını isyancıları kapsayacak biçimde genişletti. Yakın zamana kadar, komünist gerilla (kır/şehir) hareketlerine karşı, sivilleri hedef almadıklarından, terörist değil anarşisthaydut kavramı kullanılıyordu. 
Terör kavramı, El Kaide’nin asker-sivil ayrımı gözetmeyen eylemlerine tepki olarak, özellikle 11 Eylül’den sonra teröre karşı küresel savaş (GWAT) ilan edilmesiyle, terör kavramının kapsamı devlete, küreselleşmeye karşı şiddet içeren tüm eylemleri de kapsayacak biçimde genişledi. Böylece, devletin tek şiddet uygulayıcı olma hakkı korunurken muhalefetin şiddet kullanma hakkı siyaset dışına çıkarılmış oluyordu. 
Terör kavramı üzerinde düşünürken bu kaba tanımlama çabasının, askeri eylemlerle terörist eylemleri birbirinden ayırmaya yardımcı olabilir.

‘Terör terörü besler’ 
Bu doğru bir saptama. Kapitalizmle birlikte, özgürlük, eşitlik, insan hakları, demokrasi, ulusal bağımsızlık, devrim gibi kavramlar siyasete girdi. Artık insanların, kendilerini etkileyen, “sistemin” işleyişinden kaynaklanan, öznesi belirsiz yapısal şiddete (yoksulluk, haksızlık, aşağılanma) başkaldırması siyasetin bir parçasıydı. Bu kesimler “duruma” itiraz ettiklerinde devletin şiddetiyle karşılaşıyor, öz savunma haklarını, kimi zaman şiddet uygulayarak kullanıyorlar; yargılanıp cezalandırılıyorlar ama kimse bunları terörist olarak damgalamıyordu... 
Ancak yapısal şiddete itiraz artmaya başlayınca, devletin şiddeti, yalnızca muhalefeti değil tüm toplumu denetlemeye, korkutmaya, muhalefet etme hakkını kullananları engellemeye yöneldiğinde, terör özellikleri kazanmaya başladı, özellikle 1970’lerde, özellikle, emperyalizme bağımlı ülkelerde. 
Hızla 1989 sonrasına sıçrarsak, “Büyük Ortadoğu” coğrafyasında, devletin şiddeti, neoliberalizmin ekonomik kültürel etkileri altında, postmodernizmin, sol liberalizmin katkılarıyla sol, ulusal bağımsızlıkçı muhalefetin hızla eridiğini, açılan alanda siyasal İslamın gelişmeye başladığını görüyoruz. 
Bu sırada, Afganistan’da Taliban, “Hıristiyan orduların”, I. Irak savaşı için “kutsal” topraklara yerleşmesi, İsrail-Filistin çatışmasında sivilleri hedef alan devlet terörü, intihar eylemcileri, bugünün terörizmini hazırlıyordu. 
ABD’nin, Afganistan’da, Irak’ta sivilleri gözetmeyen muazzam askeri saldırısı, devlet terörü, canlandırılan Şii-Sünni çatışması, Libya, Suriye, bizi IŞİD ve TAK terörüne getirdi. Özetle, devletin “meşru” şiddetinin sivil halkı hedef almaya başlaması, terörizme eğilimli insanları yarattı. Bu terörizm de devlet terörünü besliyor. 
Terörü engellemek için genelde, şiddet- terör ayrımını “yapısal şiddetin” etkilerini, “devlet terörünü” düşünmek, özelde de Kürt siyasi hareketinin, TAK gibi başı boş örgütleri (eğer eylemlerini benimsemiyorlarsa), bir zamanlar IRA’nın İrlanda da yaptığı gibi, acilen halletmesi gerekiyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları