Brezilya’nın gösterdiği

25 Nisan 2016 Pazartesi

Brezilya’da, gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış parlamento üyelerinin, hakkında tek bir yolsuzluk iddiası olmayan Devlet Başkanı Dilma Yousseff’i (İşçi Partisi -PT) azletmeye kalkmaları, “zamanında gerillalık yapmış, işkence görmüş, maço bir toplumda devlet başkanlığına kadar yükselmiş bir kadını zayıflıkla suçlamaları”, The New York Times’ı, The Economist’i bile ikna edemeyen bir rezalet.
Birçok analist bunların “bir darbe” anlamına geldiğini düşünüyor. Bence PT’nin 27 yıllık deneyiminden çıkarılabilecek dersler, darbe tartışmalarından daha önemli.

Sağa doğru...
PT, 1980’lerde Latin Amerika’da yükselmeye başlayan sol popülist dalganın en büyük partilerinden biriydi. Geniş bir emekçi tabanı, sendikal desteği, sosyalist kanadı, Lula gibi işçi kökenli bir lideri vardı, “toplumsal hareketlerin” de desteğini alıyordu.
Lula, 1989’da başkanlık seçimlerini, “neo-liberal”, Cardoso’ya karşı kaybedince PT’nin sağa kayma süreci başladı. Partinin sol kanadı tasfiye edildi. Sendikaların, toplumsal hareketlerin parti üzerindeki etkileri kırıldı; Lula 2003 seçimlerine, “biraz neoliberal - biraz kalkınmacıhibrid bir programla” (A. S. Filho) girdi ve kazandı. PT’yi 14 yıl iktidarda tutan koşullar 2010’dan sonra hızla ortadan kalkmaya başlayınca bugünkü durum ortaya çıktı. Bu koşulları üç başlık altında toplayabiliriz.
Birincisi, 2003’ten bu yana Lula’nın, sonra Dilma’nın programları uluslararası mali sermayenin, yerli oligarşinin taleplerini içerecek biçimde şekillendi. Halkın desteğini alan bir hükümetin kendi programlarını uygulaması, PT’den nefret etmelerine karşın, bu kesimlerin işine geldi.
İkincisi: Yüksek emtia fiyatlarının getirdiği ihracat gelirleri, 2003’te, küresel depresyonu engellemek için başlayan mali genişlemeye bağlı ucuz, bol kredi ortamı Brezilya ekonomisinde büyümeyi destekledi.
Üçüncüsü, bu ortamda elde edilen kaynaklarla, özellikle yoksullara, işçi sınıfına, yerli sanayiye verilen mali destekler, ucuz krediler ile canlı tutulan iç talep refah düzeyini yükseltti. Ancak, egemen sermayenin elinde yoğunlaşmış medya endüstrisi de, “hedonist -hazlara dayalı- tüketim” kültürünü toplumda yaygınlaştırdı.

Eninde sonunda enkaz...
Mali krizi izleyen “uzun durgunluk”tan Brezilya ekonomisi de payını aldı. PT’nin adeta “ulufe dağıtarak satın aldığı” toplumsal destek, refah algısı, kaynaklar kurumaya başlayınca, önce orta sınıfları etkileyerek hızla yok olmaya başladı. Brezilya ekonomisinin krizi derinleştikçe egemen sermayenin, uluslararası ortaklarının devletin kaynaklarına erişme çabası yoğunlaştı. PT’nin toplumsal tabanını korumak için dağıttığı kaynaklar egemen sınıfların gözüne batmaya başladı. PT’ye karşı sokak gösterilerinde, sol ve işçi sınıfı nefreti, “1964’te (Darbe) bunların hepsini öldürmeliydik” demeye varacak biçimde faşistleşerek yükseldi.
Dilma son seçimleri, muhafazakâr neoliberal muhalefete karşı sosyal programları korumaya söz vererek kazandıktan sonra, bir “U” dönüşle, piyasalara güven vermek adına neoliberal kemer sıkma politikalarına teslim olunca, PT’nin popülaritesi yere çakıldı. PT’nin seçim zaferi bir “estellionato” hırsızlık olarak nitelenir oldu.
PT’nin (Chavez’i de düşünebiliriz) deneyimi bize şunu gösteriyor: Emekçi sınıfların ekonomik - siyasi kültürünün, örgütlenme düzeyinin, (kendi medya kanalları, öz yönetim - dayanışma örgütleri, sendikalarıyla), yerel yönetimlerde, devlet düzeyinde politikaların şekillenmesinde söz sahibi olmalarının önünü açacak biçimde geliştirilmesi gerekiyor. Bunun yerine, devletten kaynak transfer ederek “alt sınıfları” iktidarın yedeğinde tutma politikaları, emekçi sınıfları pasifize ediyor. Bu politikalar eninde sonunda, ekonomik kriz transferlerin kaynaklarını kurutunca, bir yıkımla sonuçlanıyor. Popülist partinin toplumsal desteği eriyor. Bu noktada, emekçi sınıflar, sermayenin kaynaklara el koyma hamlesi karşısında öz savunma araçlarından yoksun olarak ortada kalıyorlar. Baskı, gericilik hızla yükselmeye başlıyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları