Özcan Mutlu

Dış politika günlük hesap işi değil!

06 Temmuz 2016 Çarşamba

Sıfır sorun hedefiyle yola çıkan Türk dış politikası, başta Suriye’deki yaklaşımı olmak üzere komşularıyla girdiği uzlaşmaz tutumu nedeniyle bu hedeften son yıllarda bir hayli uzaklaştı. Sınırlarda sıfır sorun yerini sıfır dost politikalarına bıraktı. Öyle ki diplomatik ilişkilerin yanı sıra ülkedeki iç siyaset ve ekonomi de bu tutumdan fazlasıyla etkilendi. Özellikle altı yıl önce meydana gelen “Mavi Marmara” olayından sonra Türk dış politikası eksen değiştirdi ve bu durum öncelikle Ortadoğu’da sonra da dünya genelinde Türkiye’nin ihtilaflarını çoğalttı. O günlerde İsrail ile yaşanan gerilim hükümetin iç siyasette kullandığı etkili bir yöntemdi. Neticede bugün Türkiye, bölgesinde mülteci sorunu, terör ve ekonomik sorunları ile mücadele eden ve gittikçe yalnızlaşan bir ülke konumunda düştü. O yüzden hükümet İsrail ile yakınlaşma sinyalleri vererek, ikili diplomatik ilişkileri yeniden hareketlendirdi ve yeni anlaşmalar imzalandı. Tüm bu gelişmelerin yanında Doğu Akdeniz doğalgazının İsrail-Türkiye işbirliği ile Avrupa’ya ulaştırılması da hayati bir plan olarak dikkat çekiyor.

Aynı şekilde Türk hava sahasını ihlal eden Rus uçağının düşürülmesinden sonra gerilen Türkiye- Rusya ilişkilerinin normalleşmesi için bugünlerde diplomatik adımlar atılmaya başlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen günlerde Putin’e bir mektup göndererek düşürülen uçakla ilgili üzüntülerini ifade etti. Erdoğan mektupta, “Hayatını kaybeden Rus pilotun ailesinin acılarını paylaşıyorum ve taziyelerimi sunuyorum” ifadelerini kullandı. Zira ekonomik veriler, Türk ekonomisinin Rusya ile yaşanan söz konusu ihtilaftan fazlasıyla etkilendiğini net şekilde ortaya koyuyor. Rafa kaldırılan ikili doğalgaz anlaşmaları, karşılıklı ticaretin askıya alınması ve en önemlisi Türk ekonomisinin can damarı olan turizmin yüzde 98.5 oranında Rus turisti kaybetmesi Türkiye’nin uzlaşma arayışlarının en temel nedenleri olarak görülüyor. Ayrıca Türkiye bütün gemileri yaktığı Mısır’a da yeşil ışık yakıyor. Tüm bu gelişmeler Türkiye’de dış politikalarında bir kalıcı paradigma değişiminin sinyallerini mi yoksa ekonomin verdiği tehlike sinyallerinin sonucu mu, bekleyip göreceğiz.

Türkiye-Almanya ilişkileri

Türkiye-Almanya ilişkilerine bakacak olursak, orada da Türkiye’nin ikili ilişkileri iç siyasete kurban ettiğini açıkça görebiliriz. Türkiye özellikle Avrupa’yı köşeye sıkıştıran mülteci sorunu karşısında yaptığı mülteci anlaşmasından hareketle tüm AB’ye dolayısıyla Almanya’ya sürekli şantaj yapan bir ülke resmi çiziyor. Aynı şekilde Türkiye’de bir oldu bitti’ ye getirilmeye çalışılan ve AB’ye karşı bir zafer olarak lanse edilen vize muafiyetinin demokratik değişim şartlarına bağlanması karşısında Erdoğan’ın “mültecileri Avrupa’ya bırakırız” tehdidi de hâlâ hafızalarda ve AB´de kolayca unutulacak bir mesele değil. Aynı zamanda Şansölye Merkel´in son aylarda Türkiye´ye yaptığı ziyaretlerde basın özgürlüğü, İnsan hakları ihlalleri, demokrasilerin temel taşı olan yargı bağımsızlığının tehdit altında oluşunu hiç bir şekilde dile getirmemesi Almanya´da kendisine yönelik eleştirilerin artıp doruğa çıkmasına sebep oldu. Buna ek olarak Federal Alman Meclisi Bundestag´ta oylanan Ermeni tasarısı ve Ankara’nın buna verdiği cevap(lar) iki ülke arasında yeni ve ciddi gerginliklere yol açtı. Neticede Berlin´in bundan böyle Ankara’nın talep ve davranışlarını eski sessizlikle karşılamayacağı veya hoşgörü ile sürdürmeyeceği yönünde. Alman Savunma Bakanının İncirlik’teki Alman askerleri ziyaret etme kararı -ki daha evvel Ankara Alman Savunma Bakanlığı Müsteşarı’nın İncirlik ziyaretini red etmişti- bunun ilk göstergelerinden biri olarak nitelendirilebilir.

Yanlış taşı oynamak!

Diğer yandan İngiltere’nin AB’den ayrılma kararının ardından Erdoğan’ın, Avrupa Birliği’yle üyelik müzakerelerinin Türkiye’de referanduma götürülüp ‘devam mı tamam mı’ diye sorulabileceği yönündeki tehditkâr açıklamaları da Türkiye’nin AB hedefinden vazgeçme tehdidi olarak yorumlanmakta. İngiltere’nin söz konusu kararını AB için bir zayıflama noktası olarak değerlendiren Erdoğan’ın kaçırdığı önemli ayrıntı ise, bir tavsiye niteliği taşıyan referandum kararının hayata geçmesi için resmi bir başvuru yapılması gerektiği ve İngiltere’de siyasilerin şimdiden bu siyasi çıkmazdan kurtulmanın yollarını aradığı. Zira böyle bir karar ekonomiyi kısa vadede krize sokacağı gibi uzun vadede de tüm İngiltere’yi, hatta kıtayı siyasi bir krize götürebilir. Ayrıca ülkedeki gençlerin büyük çoğunluğunun AB’ye evet demesi ülkelerinin geleceğinin AB’yi istediğinin kanıtı. İngiltere tabii ki bunu atlamıyor, çünkü dış politika günlük hesaplardan değil, uzun vadeli planlardan oluşuyor. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan da, hem İngiltere örneğinde hem de ülkenin yaşadığı diğer ihtilaflarda olduğu gibi AB konusunda da yanlış bir politika içinde olduğunun farkına varmalıdır.

Dolayısıyla mülteci sorunu sona erdiğinde Türkiye’nin gerek ekonomik, gerek sosyolojik gerekse siyasi bir güç, büyük bir demokrasi ve barış projesi olan AB’ye ihtiyaç duyacağı aşikârdır. Bu nedenle şimdiden geleceği öngören AB politikalarına ihtiyaç vardır. Çünkü dış politika günlük hesap işi değil uzun nefesli bir meseledir! Ülke zarara uğradığından değişen paradigmalar, her ne kadar Türkiye kamuoyunda ve basının önemli bir kesimi tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan için başarısızlıktan çok başarı olarak yorumlansa da Erdoğan’ın diplomasi satrancında yanlış taşı oynadığının açık bir göstergesidir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları