Hegemonya krizi derinleşirken

09 Ocak 2017 Pazartesi

ABD hegemonyasının gerileme sürecinin nihai aşamasına girdiğine ilişkin belirtiler 2016 yılının son haftalarında yoğunlaştı. ABD yönetiminin bu tarihsel (maddi) gelişmeye uyum sağlamaya çalışmak yerine, sonuç verme şansı olmayan süreci geri çevirme çabalarında ısrar etmesi, reaksiyoner, gerilemeyi, hatta sistemik dağılmayı hızlandıran dış politika reflekslerine yol açıyor.

Strateji sorunu
Soğuk Savaş” sonrasında ABD açısından, bir “dış politika paradigması sorunu” oluşmuştu. Bir taraftan ABD kendini “tek süper güç” olarak tanımlıyor, diğer taraftan, geleneksel müttefiklerinin ABD’den bağımsız davranma eğilimi güçleniyordu. “Küreselleşme”, “Yeni ekonomi” (internet vb...) heyecanının yüksek olduğu Clinton döneminde, bu “paradigma krizi” kendiliğinden aşılır gibiydi. Ancak Clinton’un II. döneminde, “Asya Krizi” sırasında, IMF’de temsil edilen ABD modeline yönelik eleştiriler yoğunlaşınca, ABD’nin Kosova savaşı deneyiminin de etkisiyle yeni bir “stratejik yaklaşım” şekillenmeye başladı. Her ne kadar bu yeni yaklaşım pratiğe Bush döneminde konacak olsa da, “Bütün Olası Savaşlar” (iki partiden), “Project for New American Century” (neo-con), “Clean Break” (neo-con) gibi raporlar, Clinton yönetiminde üretilen “Büyük Ortadoğu” kavramı, ABD’nin konumunun, “vazgeçilmez ülke” olarak biteviye vurgulanması, “imparatorluk projesi” olarak tanımlanan yeni bir stratejinin temel unsurlarının yerine oturmaya başladığını gösteriyordu.
G.W. Bush’un II. dönemine gelince, bu kez, imparatorluk projesinin başarısızlıklarının eleştirisi üzerinde yeni bir dış politika yöneliminin temel unsurlarının, hatta kadrolarının, daha Obama yönetime gelmeden yerine oturmaya başladığını görüyoruz.
Ancak, şimdi durum farklı. Obama’nın ikinci döneminde, Libya’da kaosla, Ukrayna’da Kırım’ın Rusya tarafından işgal edilmesiyle, Suriye üzerinden, Rusya’nın Ortadoğu’da etkin bir güç olarak geri gelmesiyle sonuçlanan hatalara ilişkin yaşanan tartışmalara bakınca şunu görüyoruz: ABD yönetici seçkinleri, devletin çevresindeki uzmanlar, yeni bir dış politika stratejisi üzerinde, özellikle Rusya konusunda anlaşamıyorlar. Bu tartışmalar, yönetimin refleksleri de ABD’nin zaaflarını sergiliyor.

‘Vazgeçilmez ülke’ mi dediniz?
Örneğin, Obama yönetimi, Rusya’yı başkanlık seçimlerine müdahale ederek sonuçları etkilemekle suçladı, elindeki kanıtları hâlâ açıklayamadı ama, 35 Rus diplomatını sınır dışı etti. ABD yönetici eliti, bu suçlamaya ilişkin ortak bir tutum takınamadı.
Şimdi, kimi ülkelerin liderleri, ABD’nin, 1946 -2000 arasında 80’den fazla ülkede seçimleri, açık ya da gizli yöntemlerle etkilemeye çalışmış olduğunu (NPR, 22/12/2016) anımsayarak, “ABD bu ülkelere benzemeye başlamış”, “ABD sanal uzayını, hele başkanlık seçimleri gibi kritik bir dönemde, dış etkilere karşı koruyamıyor” sonucunu çıkarıyorlar.
İkincisi: Türkiye önemli bir NATO ülkesi ve AB’nin üye adayı. ABD yönetimi Türkiye’de “siyasal İslam”ın iktidara gelmesini kolaylaştırdı. Son yıllarda ABD yönetimi, bu akımın totaliter bir rejim kurma yolunda hızla ilerlediğini, ülkesinin sınırlarını Suriye’ye giden cihatçılara açtığını, Avrupa’da bir göçmenler krizinin oluşmasına doğrudan katkıda bulunduğunu gördü. Daha sonra Türkiye, Rusya ve İran’ın, ABD’nin bölgedeki etkisini kırma stratejisini desteklemeye, ABD’yi IŞİD’e destek vermekle Türkiye’ye karşı komplo kurmakla, suçlamaya başladı.
Bu iki örnek bize ABD’nin “vazgeçilmez ülke” iddiasının anlamsızlaştığını; ABD merkezli, küresel güvenlik mimarisinin dağılma sürecinin 2017’de hızlanacağını söylüyor. “Trump nasıl bir dış politika uygulayacak” sorusunun cevabı ilgiyle, kaygıyla bekleniyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları