Bir mülksüzleştirme makinesi: TVF

09 Şubat 2017 Perşembe

TVF “Türkiye Varlık Fonu” (TVF) olarak adlandırılan garip bir “şey” var karşımızda. İlk gözlemlerden (Yalçın Karatepe’nin video sunumu, Orhan Bursalı, Çiğdem Toker, Fatih Yaşlı, Oğuz Oyan...) bu “şey”in ne olduğunu öğrendik. Kamunun mülkiyetindeki bankalar, topraklar, şirketler hiçbir faaliyet sınırlamasına, denetime tabi olmayan, piyasa kurallarına da uymayacağı anlaşılan bir anonim şirkete devrediliyor. Diğer bir deyişle kamu, piyasa ilişkileri bypas edilerek, mülksüzleştiriliyor, böylece el “konan toplumsal değerler” bir anonim şirket biçiminde oluşturulan bir özel mülkiyet nesnesine devrediliyor.
 
Bu ‘şey’ kimin ‘şeyi’?
Yine de bir soru kafamı kurcalıyor: Bu “şey”in mülkiyeti kime ya da kimlere ait? Kapitalist toplumda biri bireysel diğeri kolektif olmak üzere iki özel mülkiyet biçiminden söz edebiliriz. Bireysel özel mülkiyeti anlamak kolay. Kolektif özel mülkiyet, bir grubun (hisse sahipleri, bir cemaat vb.,) sınıfın, tabakanın, üyelerinin ortak mülkiyeti olan işletmelerdir [Kapital. Cilt. III; XXVII]. Bir kurum bu mülkiyeti onlar adına yönetir. Bu da bir özel mülkiyettir, çünkü içinde bulunduğu toplumun tümünü kapsamaz, bir kısmını dışlar.
Devlet/kamu mülkiyeti bir egemen sınıfın (aslında bir “iktidar bloku”nun) kolektif mülkiyeti olarak düşünülebilir. Ancak devlet, salt bir makine, hatta kurumlar toplamı değil de aynı zamanda bir “sınıf mücadelesi alanı” olduğundan, devlet mülkiyeti üzerindeki toplumsal denetimin, diğer sınıfların bundan yararlanmasının düzeyi, sınırları,sınıf ilişkilerinin durumuna göre değişebilir.
Özel hukuk kurallarına göre işleyeceği bildirilen TVF bir “kolektif özel mülkiyet” biçimidir. Öyleyse bu “şey” kimin mülkiyetinde olacaktır? Bu mülkü, kimler, kimlerin, hangi sınıfın adına yönetilecektir?
 
Hangi sınıf?..
Göran Therborn, Egemen Sınıf Yönetirken Ne Yapar? (1980) başlıklı kitabının, “Devletin sınıf karakterini saptamak” başlıklı bölümünde “Bir sınıf, devlet iktidarını elinde tutuyor dediğimizde, devletin uygulamalarının o sınıfın egemen taşıyıcısı olduğu üretim tarzının yeniden üretimsüreçleri üzerinde olumlu etki yaptığını söylemiş oluyoruz” diyor ve ekliyor devleti elinde tutmak (devlet bir araç olmadığından), devletin içine belli bir müdahale tarzını getirmek olarak anlaşılmalıdır. (s: 144-145).
TVF, kamu mallarının bir özelleştirmeyle (satılarak) sermaye sınıfına devredilmesi anlamına gelmiyor. TVF ile birileri devletin mallarına el koyuyor. Dolayısıyla kapitalist sınıfın, 1980’lerden bu yana geçerli neoliberal müdahale biçimine ters, “devlet kapitalizmini” andıran garip bir uygulama bu.
İlk atamalardan anlaşılacağı gibi, TFV’yi, ideolojik siyasi sadakatleri, siyasal İslamı temsil eden AKP’nin liderine olan birileri yönetecektir. AKP’yi anlamaya çalışan yazılarımda, bilginin bir toplumsal kontrol ve “üretim aracı”, bu bağlamda da, artık-değere ulaşma aracı olduğuna; Müslüman entelijensiyanın, devlet iktidarını hedef alan İslamcı bir hareketin egemen sınıfı olarak şekillendiğine birçok kez değindim. Bu sınıf, AKP döneminde, rant, “komisyon” üzerinden biriktirdiği, bölüştüğü servetlerle bir kapitalist sınıfa dönüşmeye çabalıyor, devleti ve toplumu kendi gereksinimlerine göre dönüştürüyordu.
Ancak bir süredir bu dönüşümü destekleyen kaynaklar kuruyor. Bu durumda, bu sınıf, “mülksüzleştirerek biriktirme” yöntemini benimsiyor. Önce, cemaatle ilişkili kapitalistleri mülksüzleştirdi. Şimdi de TVF ile de devleti mülksüzleştiriyor. Böylece de karşımıza bir “devlet kapitalizmi” değil, talancı bir ahbap çavuş kapitalizmi çıkıyor.
Bu sınıf artık iktidarı ve devleti terk edemez. Ederse, bu onun sonu olur! “Hayır” hareketi bir momentum kazandıkça Meclis’ten camilere, yandaş basına kadar esen panik rüzgârının nedeni de budur. Aman dikkat, momentum kırılmasın!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları