Davos’un ardından...

01 Şubat 2018 Perşembe

Yıllık Davos toplantısı, uluslararası finans-kapitalin yöneticilerinin (eski deyimle finans oligarşisi) neoliberal hegemonyasını dünyanın geri kalanına, berrak, parlak ve iyimser bir resim olarak yansıtan aynaydı.
Finansal kriz, bu aynayı 2007’de çatlattı; aynadaki resim bozuldu. İki yıllık bir bocalamadan sonra, uluslararası finans kapitalin temsilcileri, dünya ekonomisi kronik bir durgunluğa saplanmış olsa bile, sanki hiçbir şey olmamış gibi yola devam ettiler. Nasıl olsa, “Meydan İşgal” hareketleri, eşitsizlik üzerine tartışmalar, servetlerini etkileyecek elle tutulur sonuçlar üretemeden gelip geçmişti. Ancak kapitalizmin krizi, ekonomik, siyasi dengeleri bozarak, çelişkileri derinleştirerek, siyasi kültürel sonuçlar yaratarak yoluna devam etti.

Küreselleşmeden sonra yine savaş mı?
19. yüzyılın son çeyreğinde başlayan küreselleşme 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, ülkelerin içinde sınıf mücadelelerinin keskinleşmesi, uluslararası alanda da, dünyanın kaynaklarının o zamanki kontrolünü, o kontrolün dengelerini, kurallarını sorgulayan güçlerin yükselmesiyle çökmüştü. Bu çöküş kendini, ülkeler düzeyinde devrimci atılımlar, totaliter rejimler; uluslararası düzeyde de, bir hegemonya krizi, buna bağlı olarak, eski büyük güçlerle yenileri arasında patlak veren paylaşım savaşlarıyla ortaya koymuştu. Son finansal kriz (2007), kaynak dağılımını ve küresel kapitalizmi düzenleyen ABD ve Batı egemenliği altında kurulmuş neoliberal modelin tükendiğini kanıtlayınca, akıllar çok haklı olarak, 20. yüzyılın başına gitti.
Uluslararası finans-kapitalin önemli merkezlerinden Credit Suisse, finansal krizden bu yana her yıl yayımladığı Küresel Servet Raporu’nda, sürekli, dünya hane halkının yaklaşık yüzde 8’inin toplam servetin yüzde 80’inden fazlasına sahip olduğunu gösteriyor.
Bu yıl Oxfam’ın Davos öncesinde yayımladığı servet raporu, Credit Suisse raporlarının saptadığı durumun daha da ağırlaştığını ortaya koydu: 2017 yılında üretilen küresel servetin yüzde 82’si toplam nüfusun yüzde 1’ine gitmiş. Oxfam’a göre, 2009 yılında dünyanın toplam servetinin yüze 50’si 380 kişiye aitmiş. Bu sayı geçen yıl 61 kişiye düşmüş.
Bu duruma tepkiler kitlesel bir boyut kazanıyor, seçim sandıklarına yansıyor. Uluslararası finans-kapitale ve temsilcilerine yönelik öfkeyi ifade edebilen siyasi liderlikler, sağda totaliter ve solda eşitlikçi demokratik eğilimlerle yükseliyor. Davos’ta toplananlar da eşitsizlik konusuna eğiliyorlar, ama biraz daha fazla vergi vermek, ücretleri, sosyal yardımları artırmak söz konusu olunca, ağızlarını bıçak açmıyor.
Bu sırada uluslararası alanda, Rusya etkisini Ukrayna ve Ortadoğu’da artırıyor. Çin yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda teknolojik bir güç olarak yükseliyor;
Afrika, Latin Amerika ve Doğu Avrupa’da verdiği krediler (borçlandırıcı sermaye ihracı) artarken, ipek yolu projesi şekillenirken, The Washington Post’tan Samuelson’un deyimiyle “teknoloji ve bilim alanında süper güç” düzeyine yükseliyor. Çin’de ekonominin büyüme, kentleşme hızı, dünyanın hammadde, gıda, su kaynakları üzerinde paylaşım rekabetini, ticari korumacılığı artıracak bir basınç yaratıyor. Avrupa Birliği siyasi bir istikrar kazanamazken, Batı’nın kurduğu “400 yıllık düzen dağılıyor” havası yayılıyor. Bu gelişmelere paralel, ABD yönetimi dış politikasını, Rusya ve Çin’den gelen tehditleri öne çıkaracak biçimde değiştirmeye başlıyor. Büyük Savaş’ın 100. yıldönümü kaçınılmaz olarak paylaşıma, korumacılığa ilişkin anıları tazeledi. 2013’ten bu yana, yerel savaşlar giderek artarken, tarihte, yükselen ve gerileyen büyük güçler arasında savaşlara yol açan “Tükidides kapanı” konusu da uluslararası ilişkiler tartışmalarının başına oturdu; bu yıl Davos’a ilişkin yorumlarda çok sık gündeme geldi.
Sonuç olarak finans-kapitalin arzularını yansıtan Davos’un aynası kırıldı. Otuz yıllık resmin bu aynanın parçalarındaki yansıması karmakarışık. Artık ne büyük bir savaş, ne faşizm, ne de devrim olanaksız değil!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları