‘Kutuplaşma’dan savaşlara

05 Mart 2018 Pazartesi

Geçen hafta büyük güçler arası kutuplaşmayı konuşuyorduk, bu hafta gündemde “savaşlar” var. Neyse ki şimdilik ticaret savaşları. Ancak, kapitalist sistemde, ticaret savaşlarına yol açan dinamiklerle, sıcak savaşlara yol açan dinamikler büyük ölçüde örtüşüyor.
 
İşletim sistemi sorunu
Geçen hafta bir yazar, “Batı dünyasının işletim sistemi çöktü mü” diye soruyordu (New York Magazine, 27/02/18). “Popülizm” olarak tanımlanan toplumsal huzursuzluklar liberal demokrasiyi tehdit ediyor, serbest piyasa ekonomisine yönelik eleştiriler de ABD merkezli Batı hegemonyasının uluslararası ekonomik modelini (neoliberal küreselleşmeyi)...
Hem sağ/sol popülizmin hem de serbest piyasaya yönelik eleştirilerin arkasında, kapitalizmin yapısal krizi içinde servet kutuplaşmasının, yoksulluğun, toplumsal hizmetlerdeki çöküşün müstehcen düzeylere ulaşması var. Sağ reaksiyon, uluslararası rekabeti ve göçmenleri hedef alan tepkiler üzerinden, yabancı düşmanlığı, ırkçılık, dincilik/milliyetçilik olarak şekilleniyor. Solda da refah devletinin restorasyonunu, gelir dağılımının bozukluklarını düzeltmeyi amaçlayan bir yeni sosyal demokrasi arayışı var.
Sağ popülizmi, işçi sınıfının öfkesini yabancılara, yönetici seçkinlere, liberal ve sol entelijansiyaya yönlendirerek faşizme giden yolu açıyor. Yeni bir sosyal demokrasi arayışı kapitalist ilişkileri, emekçi sınıfların yaşam koşullarını biraz olsun iyileştirecek yamalarla onararak korumayı amaçlıyor.
Yapısal kriz içinde, sermayeler arası rekabetin, işçi sınıfının öfkesinin baskısı devletleri önlem almaya zorladıkça savaşlara giden yol iki kanaldan açıyor: (1) Şirketlere yeni “avlanma alanları” açmak (piyasalarımızı, istihdamı koruyalım; kapasite fazlası, işsizlik öteki ülkelerde artsın), (2) Bu alanları korumak ekonomiyi canlandırmak için silahlanmayı hızlandırmak. Bu ikisi arasındaki diyalektik de siyasi, askeri kriz olasılıklarını arttırıyor. Çünkü, “işletim sistemi” istikrarını kaybetmeye başlayınca, öngörülemeyen sonuçlar yasası daha etkin biçimde işliyor.
 
Öngörülemeyen sonuçlar...
Geçen hafta Trump, ABD işçi sınıfını korumak, haksız rekabeti önlemek gerekçeleriyle, demir-çelik ve alüminyum sektöründe ithalata yüzde 20 dolayında vergi getireceklerini, “korumacılık iyidir” mesajıyla birlikte açıkladı. Avrupa Birliği tepkisini misilleme tehdidiyle ifade etti. Trump “otomotiv ithalatına da vergi koyarız” diyerek tırmandırdı. DünyaTicaret Örgütü,“ticaret savaşlarına yol açar” diyerek uyardı. ABD’de Dow Jones iki günde yüzde 2.7. Cuma günü Avrupa (FT, DAX, CAC40, IBEX), Asya (Nikkei, Heng Seng) yüzde 2-2.5 oranlarında gerilediler.
Wall Street Journal, yorumunda, ABD’nin demir çelik ithalatında Çin ve Rusya’nın paylarının sırasıyla yüzde olarak, 2.2 ve 8.7 olduğuna dikkat çekerek önlemlerin esas olarak Kanada (6), Güney Kore (10), Brezilya (13), Meksika (9) gibi stratejik müttefiklerini, ABD’nin tarım ürünleri, tarım makineleri gibi özellikle muhafazakâr partinin seçmeninin yoğun olduğu sektörlerin ihracatını vuracağını, otomotiv sektöründe yabancı şirketlerin rekabet gücünü arttıracağına işaret etti.
Geçen hafta silahlanma yarışının, Almanya’nın da katılımıyla hızlanmaya başladığına değinmiştik. Hafta sonuna doğru, Rusya, dünyada her yeri vurabilecek, önlenmesi olanaksız nükleer başlıklı hipersonik füze ürettiklerini açıkladı. Bu açıklama nükleer silahlar, füze teknolojisi, füze savunma sistemleri, buna bağlı olarak yapay zekâ alanlarında silahlanma yarışını, silah piyasalarında rekabeti hızlandıracak. Silahlanma yarışı, rekabet, savaş sanayilerini destekleyecek ama aynı anda büyük güçlerin devlet bütçelerine ek yükler getirecek.
Mali kaynakları göreli olarak daha güçlü olan Çin ve Almanya’nın bu silahlanma yarışında çok daha rahat hareket edebileceğini, böylece Batı’nın “işletim sisteminin çöküşünün” ilerlemeye, uluslararası siyasi askeri dengelerin değişmeye, olası bir savaşa giden yolun kısalmaya devam edeceğini söyleyebiliriz. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları